ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Yazar Taha Akyol 1996 yılında
Almatı’da, Kazak Türk Liselerini yerinde ziyaret etmişti. Ziyaret sonrası
yazmış olduğu makalesinde, “ Asya’daki Türkiye muhteşem.Bir de Ankara’daki
politikacılar Anadolu’daki Türkiye’ye gölge etmeseler…” demişti.
Bu güzel ifadenin üstünden tam 21 yıl
geçti.
Bugün geldiğimiz noktada değişen bir
şey yok…
O dönemde Türkiye’nin devlet
ideolojisi, bütün genleriyle “irtica” adı altında mütedeyyin vatandaşlarına ve özellikle bugün zulmün bütün katmanlarına maruz kalan Hizmet Harketi mensuplarını ‘vatan
hani’ muamelesi yapıyordu. Dünün ‘mağdurları’, günümüzün mağrurları olan ‘gırtlak ağaları’ ise “terör” iftirasıyla
aynı geleneği bugün sürdürüyor, Anadolu insanlarına gölge yapmaya devam ediyor.
Sadece gölge etmekle kalsa iyi; tüketmeye, bitirmeye
yıkmaya, yok etmeye yeminli adeta.
Bereket
ki bu haşin duruşa siper olan, şimdilerde ufku geniş insanlar ve liderler var.
Nursultan
Nazarbayev, bağımsızlıktan bu yana 25 yıldır ülkesinde büyük fedakârlık ve
inanılmaz çabalarla güzel işlere imza atan Hizmet Hareketi mensuplarına bir kez
daha kol kanat gerdi.
Dün
“irtica” dosyalarıyla Orta Asya’da cirit atanlar ve bugün “terör” yalanları ve
türlü iftiralarla çabalayanlara karşı Kazak ve Kırgız liderler hep aynı
dirayeti sergilediler. Geçen
hafta yaşananlarsa, hem dünya hem de Türkiye’ye açısından tam ibretlik bir ders
niteliğindeydi. Türkiye açısından da tam bir kara leke olarak tarihe geçti.
Başkent
Astana’da bir basın ordusunun karşısına çıkan Nazarbayev: “Erdoğan iki üç kez
benden, ülkemizdeki Türk öğretmenleri istedi. Geçen gün geldiğinde bir daha
sordu. Ona dedim, bizde çalışan
öğretmenler suçlu ise; bana delil getirin. Bizde onlar suçlu değil ve
ben onlara hiçbir kötülük yapamam. ‘Suçu olmayan insanları hapse atamaz ya da
size teslim edemeyiz ’ dedim. Ve konu bana göre kapanmıştır. ”
Bu
asil ve adil duruş, gırtlak ağalığından başka bir işe yaramayanlara ders oldu
mu acaba?
Sanmıyorum…
Zira
bundan bir yıl önce, yaşanan başarısız darbe girişimi nedeniyle Devlet Başkanı
ve lider sıfatıyla Ankara’ya ilk gelen Nazarbayev, Ankara’daki basın ordusunun
karşısında aynı ifadeleri kullanmış ve benzer duruşu sergileyerek; “Suçladığınız eğitimcilerin ve öğretmenlerin, darbeye karıştığına dair delil
gösterin, gerekeni yapalım. ”
Demek
ki aradan geçen 15 aylık sürede; iftira, karalama ve içeriği bomboş iddianamelerin
ötesine gidilemedi.
Nazarbayev
devlet başkanı olmasının yanında aynı zamanda ufku geniş bir stratejist.
Ama
daha da önemlisi, Sayın Nazarbayev’in ailesi 88 yıl önce Anadolu’da bugün
yaşanan zulümlerin benzerini yaşamıştı.
Dolayısıyla
zulmün ve baskının nasıl bir çirkef yüze sahip olduğunu çok iyi biliyor.
Ayrıca,
babasının yaşadıklarını, kazak halkının çektiği ısdırapları kitaplaştırarak
kaleme alan, bu asrın diktatörlerine ders niteliğinde tarihe emanet eden ve
bırakan değerli bir devlet adamıdır.
Sovyet
sisteminin tüm zorluklarını bilen ve yaşayan biridir. Çin ve Rusya gibi
dünyanın iki dev ülkesine ‘iyi komşuluk’ ilişkilerini, ABD ve Avrupa ile ‘iyi
müttefiklik’ siyasetini başarıyla bugünlere kadar taşıdı.
Türkiye
gibi hiçbir komşusuyla kavgalı olmadığı gibi, Türkiye’yi komşularıyla barıştırma ve buluşturma çabasında. Kavgalı olan ülkelere ev
sahipliği yapan barışçıl bir politikayla, bilhassa müsülüman ülkelere başta olmak üzere tüm dünyaya örnek
oluyor Kazak Lider.
Suriye’deki
kardeş savaşını körükleyenlere karşı, bu masım toplumun kanının durması için
başlattığı ‘Astana görüşmeleri’ bunun en somut örneğidir.Türkiye’nin;
Rusya ile başlattığı, stratejiden mahrum, diplomasiden uzak, mantıksız kavgadan
sonra iki ülke arasındaki gerilime ve sıkıntıya da ‘arabulucu olan ve
barıştıran’ isim yine Sayın Nazarbayev’dir.
Dışta tüm bunları yaparken, içte ise; ülkesinde yaşayan 125 farklı etnik milliyetten olan vatandaşlarını, 1994 yılında “Kazakistan Halkları Asamblesi” şemsiyesi altında bir araya getirerek, himaye ederek, barış ve hoşgörü içinde, güvenle berebarber yaşamalarını sağlayarak, bugünlere taşıdı.
Sovyet
rejiminin yıkılmasından, Glastnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden
yapılandırma) kavramları rüzgârının estiği süreçten bu yana, ülkesini büyük bir
özveriyle yöneterek bugünlere taşıyan tek liderdir. Bu nedenle kimisi ‘efsanevi
lider’ kimisi de ‘ufku geniş siyasetçi’ diyor.
Türkler,
demokratik sistemin vazgeçilmezi olan parlamenter sistemi ‘tek adam’ rejimine evirmenin savaşını vererek,
referanduma gittiği sırada, Kazaklar ise, ülkede uygulanmakta olan başkanlık sisteminden
vazgeçtiğini dünyaya duyurdular. Nazarbayev, yetkilerinin bir
kısmını parlamentoya kendi insiyatifiyle devretti.
“Özgürlükler
ve Demokrasi Yolunda” kitabında ailesinin yaşadığı zulmü ve ülkesine vaat
ettiği demokrasiyi anlatıyor Sayın Nazarbayev. Kitap Kazak halkına birşeyler
anlatıyor gibi düşünülse de, aslında bugün Anadolu’da yaşanan ciğersuz zulümleri
ve Hizmet Hareketi’ne reva görülen yürek dağlayan dramları anlatıyor sanki.
Anadolu’da
yaşanan zorba ve hukuksuz rejimin bir benzerini, Nazarbayev’in ailesi ve
akrabaları
Sovyet
rejiminde yaşamışlar…
Coğrafya
ve zaman farklı olsa da faşizm her zaman ve zeminde o acımasız yüzünü
sergiliyor.
Benzer
kaderi ve sürgünü yaşayan merhum Mehmet Akif Ersoy’un “tarih tekerrürden ibaret
diyorlar. Hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi?” mısalarıyla ifade ediyor.
Nazarbayev
kitabında, doğup büyüdüğü köyünün trajedisini şöyle anlatıyor :
“1929’da,
Şamalgan köylüleri anlamını bilmedikleri ‘kollektifleştirme’ denilen kelimeyi
ilk kez duymuşlardı. Tabiidir ki bu durum, feodalizmden komünizme geçişti.
Ellerinden çiftlikleri, mal ve mülkleri alınan köylüler, Kazakistan’ın çeşitli
yerlerine sürüldüler. Başka bölgelerden sürülüp gelen “kulaklar” yani
toprakları alınmış zengin köylüler, Şamalgan köyünü âdeta istila etmişti.
Fakat
bu zengin köylülerin, çiftçilik işlerinde çalışmalarına izin verilmemişti.
Kazma kürek verilerek dağlarda yol açmaları gerekiyordu. Sonra açtıkları bu
yollara da “Mahkûmlar Yolu” denmişti. Kazak bozkırının korkunç yılları bu
şekilde başlamış oldu. Kaba, zorba idarecilerin kendi çıkarları için sınıf
kavgasını kışkırtıp kollektifleştirmeyi aşırı ve hızlı olarak
gerçekleştirmeleri, durumu daha da ağırlaştırdı.”
Nursultan
Nazarbayev, 92 yıl önceki dramı şöyle sürdürüyor: “1925-1933 yılları arasındaki
yönetici F. İ. Goloşek’in sık sık tekrarladığı ve çok sevdiği bir sözü vardı. ‘Aşırılığa
gidilmesin ama kimsenin elinde çift tırnaklı (koyun, keçi, sığır) hayvan
kalmasın!’ derdi. Nefret kusan ve Kazakları duyulmamış, görülmemiş üzüntüler
içinde bırakıp, canevinden vuran bir sözü de şu idi: ‘Kazak köylerini, Ekim
Devrimi’yle süpürüp savuracağız!’. Ve o yönetici işte bu sözlerinin
uygulayıcısı da oldu.”
Nazarbayev’in
babası Abiş, Sovyet’in bu uygulamalarına dayanamayarak köyünü terk ederek dağa
çıktı. Ancak 1945’de savaş bitince köyüne dönebildi. Anadolu’da bugün
yaşananların bundan geri kalır yanı var mı?
Goloşek’in
tarımla meşgul kazak halkının elinden koyun, inek ve sığırına el konmasıyla,
Anadolu’da bugün malı ve mülkünü hukuksuz bir şekilde ellerinden alınarak,
müsadere edilen; aşı, işi ve mesleği
elinden alınan 200 bin insanın yaşadığı zulüm arasında var mı bir fark?
Ülkesini
gözyaşlarıyla terk etmek zorunda bırakılan Anadolu insanı ile köyünü, bir asır
önce terki viran eden Kazak muhacirler arasında bir fark görebiliyor musunuz ?
Ya
peki Ankara’nın göbeğinde, 80 yaşındaki Hatun Tuğluk’u mezarda dahi rahat yüzü
vermeyen ile 66 yıl önce vatandaşlıktan önce çıkarılan sonra da Moskova’da
gömülmek zorunda bırakılan Nazım Hikmet’e yapılanlar arasındaki zihniyet
paralelliği yok mu ?
Hâsılı,
dün Nazım’a rahat yüzü vermeyen acımasız devlet yüzü ile bugün Anadolu’nun
birikimli insanlarına huzur vermeyenler arasında bence zerre kadar fark yok ve kalmadı.
Belki
de tek farklı noktalar:
Zaman,
mekân ve kişi farkı…
Dün
Nazım’a kucak açanlar Rus’tu.
Bugün
ise mazlum ve mağdurlara kanat gerenler ve çadırını açanlar Kazak ve Kırgızlardır…
Son sözü yıllar önce Rus bir idarecinin Almadı’da yaptığı güzel
tespitiyle bitirelim: “Sovyetler Birliği’nin hayatında iki önemli olay var: Bunlardan
birisi Yuri Gagarin’in Amerikalılardan önce Kazak topraklarındaki Baykonur Uzay
Üssü’nden uzayda tur atıp gelmesi, diğeri ise buralarda açılan Türk okullarıdır.”
Rus
yöneticinin ve Taha Akyol’un değerlendirmelerinden bir kez daha görüyoruz ki,
aradan 21 yıl geçse de, Ankara’da siyasetçiler,
“Anadolu’daki Türkiye’ye” gölge yapmaya
devam ediyorlar.e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au