Mısır’ın en büyük medya kuruluşu Al-Ahram Gazetesi’ne konuşan Fethullah Gülen, Türkiye’de tek adam yönetimine doğru istikrarlı bir gidiş olduğunu söyledi.
Hizmet hareketinin hiç bir ülkenin istihbarat kuruluşuyla ilişkisi olmadığını belirten Gülen, bugün çekilen sıkıntıların müntesiplerinin maruz kaldığı mağduriyetlerin cemaatin bağımsızlığının en büyük delili olduğunu ifade etti. Gülen, “Geçtiğimiz 50 yıl boyunca kendilerine zulmedildiği her dönemde Hizmete gönül verenlerin değişmeyen prensibi barış ve hukuk çerçevesi içinde kalmak oldu. Bundan sonra da onlara zulmedenlere karşı bir yumruk bile kaldırmayarak hukuki ve barışçı çerçevede kalmaya devam edeceklerdir.” dedi.
15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra yaşanan hukuksuzluklara değinilen röportajda Gülen, Türkiye’nin darbe sonrası batı blokundan Rusya-Çin-İran eksenli doğu blokuna kaymasından, AB, ABD ve NATO ile ilişkilerin gerilmesine, Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşüne kadar bir çok konuda değerlendirmede bulundu. İşte o röportaj:
Sayın Fethullah Gülen, yaklaşık bir yıl önce Arap basınında ilk defa bize (Al-Ahram Al-Arabi Dergisi) lütfettiğiniz röportajın üzerinden çok sular aktı.Son bir yılda yaşadığımız olaylar çerçevesinde Türkiye’deki siyasi tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye son beş yılda hızlı bir şekilde tek adam iktidarına doğru kaydı. Uluslararası kurumlar, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları örgütleri bu mevzuda benim bir şey dememe ihtiyaç bırakmayacak şekilde beyanlarda bulundular, raporlar yayınladılar. Temel insan hakları ve hürriyetleri yerde sürünüyor. Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı artık rüyalarda görülebiliyor sadece. 2004 yılında Avrupa Birliği’ne üyelik müzakeresine başlayan Türkiye şu an böyle bir ihtimalden fersah fersah uzak görünüyor.
Hizmet Hareketi hakkında birbiriyle çelişen raporlar var. Ahram okuyucuları için belli bir tanım yapabilir misiniz? Kuruluşu, hedefleri ve hizmet kurumları?
Bundan 50 yıl önce bir grup arkadaşla bir araya gelip gençlere el uzatma düşüncesiyle birşeyler yapalım derken hiç birimizin bir cemaat, hareket veya başka bir şey kurma düşüncesi yoktu. Türlü türlü sosyal problemden muzdarip bir toplumun fertleri olarak üç beş inanclı insan ne yapabiliriz diyerek kendi imkanlarımız çevresinde bazı gayretler ortaya koyduk. Cehalet gibi, fakru-zaruret gibi, iftirak gibi belalardan kurtulmanın yolu eğitimden geçer, öyleyse gençlere eğitim yoluyla el uzatalım dedi arkadaşlarımız ve bu fikrin makuliyetine inanan insanların sayı hızla arttı ve gün geldi milyonu baliğ oldu. İnanan fertler olarak bizim hedefimiz ve gayemiz Allah rızası, vatandaş olarak topluma dönük yönüyle de herkesin birbiriyle diyalog içinde olduğu, birbirini kucakladığı, silahların değil insanların konuştuğu bir barış ve huzur ortamıdır. Gençlerin hem modern ilimlerle hem de her insanı aziz tutan, mutluluğunu başkalarının mutluluğunda arayan, insanlığı kucaklayıcı bir zihniyetle mücehhez yetiştiği bir toplumu arzu ediyoruz.
Hizmet Hareketi’nin, bazı uluslararası istihbarat kuruluşlarıyla ilişkisi olduğunu iddia ederek şüpheler üretmeye çalışanlar var. Bu ithamlara nasıl cevap verirsiniz?
Hizmet hareketinin hiç bir ülkenin istihbarat kuruluşuyla ilişkisi yoktur. Belki bugün çektiği sıkıntılar, müntesiplerinin maruz kaldığı mağduriyetler onun bağımsız olduğunun en büyük delilidir.
İhvan-ı Müslimin’in gerek fertler planında gerekse basın yayın kuruluşları olarak Türkiye’de bulunmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendi memleketinde yasaklanmış olan böyle bir örgütün Türk Hükümeti ile ilişkisini nasıl açıklarsınız? Onları biraraya getiren nedir? Gelecekte ilişkileri nasıl olacak?
Türk hükümeti ihvan-i müslimin ile gerçekten aynı değer ve inançları paylaştıkları için mi onlara hamilik yapıp yakın görünüyorlar, yoksa onları kontrolünde bulundurmak mı istiyorlar bunun münakaşası yapılabilir. Kanaatimce onlara hamilik yapmalarının gerçek sebebi kendi siyasi emellerini ve nüfuzlarını bütün Müslüman dünyasında yaymak için onları bir vasıta olarak görmeleri. Geçtiğimiz yıllarda Filistinliler ve özellikle Gazze için de çok nutuklar attılar ama gerçekte onlara ne kadar faydaları dokundu bakılması lazım.
Erdoğan’ın, Arap ülkelerinin içişlerine karışma politikasını nasıl görüyorsunuz? Buna iten sebepler nelerdir?
Erdoğan’ın kendini bütün dünya Müslümanların lideri olarak görme sevdasında olduğu artık bir sır değil. Nitekim geçmişte Hizmet hareketinin dünyanın dört bir yanında eğitim ve kültür müesseseleri açmış gönül verenlerinden de beklediği onu Emiru’l Mü’minin şeklinde dünyaya lanse etmeleriydi. Bunun gerçekleşmeyeceğini anlayınca önceden takdir ettiği bu insanlara tamamen cephe aldı. Şimdi Türkiye’ye komşu veya değil birçok ülkede değişik yollarla iç işlerine karışma politikaları müşahade ediliyor. Ben hiç bir ülkenin böyle dışarıdan gelen bir müdahaleye sıcak bakacağını düşünmüyorum.
Katar-Türkiye ittifakı, taktik icabı mı yoksa stratejik mi? Doha ile Ankara’yı bir araya getiren nedir? Birbirinden ne ayırabilir?
Bu ittifakın temelinde ülkelerin ve halkların karşılıklı çıkarlarından ziyade liderlerin siyasi çıkar ve mülahazalarının olduğunu düşünüyorum.
Erdoğan’ın, Katar’dan yana tavır takınması Suudi Arabistan-Türkiye ilişkilerini nasıl etkiler?
Son dönemde Türkiye’nin ülkelerarası münasebetlerinde bir istikrardan söz etmek zor. Dost gibi göründükleri ülkelerle karşı karşıya geldikleri gibi bunun tersi de söz konusu oldu. S.Arabistan’ı memnun edecek argümanlar oluştururlarsa onlarla ilişkilerini de düzeltebilirler.
Türkiye’nin Katar yanında yer almasının bölgeye ve Müslümanlara bir katkı sağladığını düşünüyor musunuz?
Erdoğan’ın vesayetindeki Türkiye’nin şimdiye kadar bölgeye ve müslümanlara hiçbir katkısı olmadığı gibi bundan sonra da olacağını düşünmüyorum. Müslümanlara faydalı diye lanse ettikleri her hareketin arkasında kendi şahsi ve siyasi çıkarları görülebilir.
Basın mensuplarına gözdağı vermek için gazeteciler gözaltına alındı. Neler söylemek istersiniz?
Türkiye’de basın tarihin hiç bir döneminde bu kadar kuvvetli bir vesayet altına girmemişti. Türkiye’de gerçekten gazetecilik yapmak isteyen bir kişi, hapse girmeyi göze almadan mesleğini yapamaz.
Darbe girişiminin üstünden 13 ay gibi bir süre geçti. 200 bin kişi işten çıkarılırken 180 bin kişi de gözaltına alındı. Bu acımasız güvenlik uygulamalarını nasıl yorumlarsınız?
Darbe teşebbüsünün hemen ardından başlanan işten çıkarmalar ve tutuklamaların çok önceden planlandığı ve aslında darbe teşebbüsüyle alakalı olmadığını uluslararası gözlemciler ifade ettiler. Hemen 16 Temmuz’da 2700 küsur yargı mensubunun işten çıkarılması bunun en çarpıcı misaliydi. Bununla siyasi iktidarın devlet kadrolarına oraya ehil insanlardan ziyade kendisiyle aynı siyasi çizgideki insanları veya siyaseten ittifak yaptığı Doğu Perinçek veya Devlet Bahçeli’nin partisinden insanları yerleştirme hedefini güttüğü anlaşılıyor.
Bu kadar büyük sayıda -devlet memurundan işadamlarına kadar- tutuklamalar karşısında uluslararası suskunluğu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğrusu uluslararası camianın, özellikle Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başladığı Avrupa Birliği ülkelerinin bu konudaki tepkileri beklentilerimizin çok gerisinde kaldı. Kimileri bu tavrı Türkiye’nin Suriyeli mültecileri barındırmasına bağladı, kimileri devletler arası ilişkilerdeki pragmatik yaklaşıma verdi. Sebebi her ne olursa olsun bu suskunluk insani ve ahlaki açıdan tasvip edilemez. Türkiye’nin milyonlarca Suriyeliye kucak açmasının esas sebebi Türk halkının onları mağdur kardeşleri olarak görmesidir. Bu Erdoğan’ın kişisel bir kararı değildir. Dolayısıyla mülteciler nedeniyle insan hakları ihlallerine seyirci kalmak tecviz edilemez. Eğer Avrupa bu mevzuda daha etkili yaptırımlar devreye soksaydı insan haklarında bugün yaşanılan derecede bir sükut yaşanmayabilirdi. Uzmanların kanaatine göre Amerika da Türkiye’deki stratejik üslerine binaen ciddi bir yaptırım uygulamıyor. Ancak hali hazırdaki gidişat devam ederse ülkenin istikrarını tehdit eden şartlar ortaya çıkarak gerek Ortadoğu gerekse dünya için tehdit teşkil eden tablolarla karşılaşılabilir.
Hizmet Hareketi, cadı avında, tutuklamalarda ve yargılamalarda hep birinci hedef oldu. Erdoğan Hükümeti’nin, gerek zatınızı gerekse Hizmet Hareketi mensuplarını suçlamasına nasıl cevap verirsiniz?
Kanaatimce bu mevzuda birkaç saik mevzu bahis. Bunlardan bir tanesi Erdoğan, Hizmeti bir gulyabani gibi göstererek esasında talibi olduğu kayıtsız şartsız mutlak güce ulaşmak için bir vesile olarak kullanıyor. Her menfi oluşum Hizmete fatura edilerek neticede bir siyasi hedef elde ediliyor. Mesela, 2013 Aralık yolsuzluk soruşturması bahane edilerek bütün yargıyı vesayetleri altına aldılar. Ondan sonra medyada az sayıdaki bağımsız yayın organını da tamamen susturdular veya eş dostlarının kontrolüne verdiler. Geçen seneki darbe teşebbüsü bahanesiyle de Silahlı Kuvvetleri vesayetleri altına aldılar. Bütün bunları yapabilmek için bir günah keçisine ihtiyaçları vardı, Hizmet’i o günah keçisi olarak kullandılar. Onlarla aynı siyasi çizgide olmayan başka gruplar da vardı ama bu kendileri açısından çok isabetli bir seçimdi. Çünkü ne kadar zulm ederlerse etsinler kimsenin şiddete tevessül etmeyeceğini, hukuk çerçevesi dışına çıkmayacağını biliyorlardı.
Bütün bunlar hiç olmadan, daha işin başında Hizmete karşı kötü niyet beslediğini biz çok sonra öğrendik. Ben kendisiyle sadece birkaç defa çok kısa görüştüm. Parti kurma çalışmaları esnasında benim tavsiyelerimi ve aslında desteğimi istemek için ziyaretime gelmişti. Ziyaretten ayrılırken, bizim hakkımızda “İlk fırsatta bunların hakkından gelmek lazım” dediğini onun yakınında bulunan birisi sonradan bize nakletti. Demek işin başında böyle bir niyeti varmış. Mensubu olduğu siyasi çizgide herkesin kendilerine tabi olması, biat etmesi gibi bir beklenti var. Belki onu gerçekleştiremediği için başkalarına bir ders verme adına da bu kadar üstümüze geliyor olabilir.
Erdoğan’a bağlı güvenlik güçlerinin bir yılı aşkın süredir sizi bitirememesi ne manaya gelir?
Kanaatimce sadece Hizmet sempatizanlarını değil kendileriyle aynı çizgide görmedikleri veya vesayetleri altına alamadıkları çok daha geniş bir kesimi hedefliyorlar. Hizmete muhabbeti olmayan, hatta aleyhinde olan çok kişiyi gözaltına aldıklarını medya yazdı.
Türk halkı ve siyasi yapısının, toplumsal barışı yeniden elde edebilmesi için ne kadar bir vakte ihtiyacı var?
Türkiye’nin tekrar düze çıkabilmesi ve toplumsal huzuru yakalayabilmesi için kanaatimce bir neslin ömrü yani 25 yıl kadar sürebilir. Ancak, mevcut teknolojik imkanlar kullanılarak demokratik ve barışçı yollarla bu süre kısaltılabilir mi bilemiyeceğim. Umarım ve duacıyım ki bu süre kısaltılabilsin.
Ankara ve Washington, sizi teslim etme konusunda hangi aşamaya geldiler?
Bu mevzuda ABD yetkililerinin kamuya yaptıkları açıklamalar dışında bir bilgim yok.
ABD’de daimi oturum alabildiniz mi?
2008 yılında oturum belgemi aldım.
CHP’nin başlatıp diğer muhaliflerin de destek verdiği, Ankara’dan İstanbul’a yaptığı ve günlerce süren adalet yürüyüşünün gerekçeleri nelerdi? Yürüyüş amacına ulaştı mı?
Bu yürüyüş demokratik bir muhalefet faaliyeti olarak müsbet olmakla beraber yetersiz kaldı ve arkası gelmedi. Daha evvel de birçok fırsat kaçırıldı. Yine de herkesin korkup sindiği bir dönemde demokrasi adına müsbet bir harekettir.
Sivil başkaldırı, halklarının haklarına saygı duymayan yönetimlere karşı kullanılan keskin bir silahtır. Ankara’daki intikamcı ve zalim yönetime karşı bunu harekete geçirmeyi düşünür müsünüz?
Geçtiğimiz 50 yıl boyunca kendilerine zulmedildiği her dönemde Hizmete gönül verenlerin değişmeyen prensibi barış ve hukuk çerçevesi içinde kalmak oldu. Bundan sonra da onlara zulmedenlere karşı bir yumruk bile kaldırmayarak hukuki ve barışçı çerçevede kalmaya devam edeceklerdir.
Erdoğan, Türkiye’yi bu şekilde yönetirken hangi güce dayanıyor?
Makyavelist denebilecek derecede pragmatik ittifaklar kurmasına ve medya ve devlet gücüyle halkı sindirmesine dayanıyor.
Yönetim şekilleri gözönüne alındığında hali hazırdaki durumu itibariyle Türkiye’deki yönetim şeklini nasıl vasfedersiniz? Erdoğan’ın dediği gibi demokratik bir yönetim mi yoksa baskıcı diktatöryal bir yönetim şekli mi var?
Tek adam yönetimine doğru istikrarlı bir gidiş var. Devlet kurumları mefluç, güçler ayrılığı gibi prensipler tarihte kalmış vaziyette.
ABD’nin yeni yönetimiyle ve diğer değişik akımlarla olan ilişkilerinizden biraz bahsedebilir misiniz?
ABD devlet geleneği çok güçlü bir ülke. Yönetimlerin değişmesiyle bazı şeyler değişse de birçok mevzuda bir istikrar mevzubahis.
Hali hazırdaki veya önceki yönetimle şahsen bir görüşmem olmadı. Ancak ABD şimdiye kadar dünyada demokrasi, hürriyet ve hukuk düzeni arayan insanlar için bir ümit kapısı oldu, umuyorum ki bundan sonra da böyle olmaya devam edecektir. Şimdiye kadar menfi bir işaret almadık.
Mısır yönetimi ve halkıyla ilişkileriniz hangi düzeyde?
Oradaki arkadaşlarımız şimdiye kadar yönetimin onlara karşı tavrı mevzuunda bize musbet izlenimlerini aktardılar. Mısır halkını insani, dini, ve tarihi planda kardeşlerimiz olarak görüyoruz. Mısır, Bediuzzaman’ın da ifade ettiği üzere, İslam dünyasında en zengin potansiyele sahip birkaç ülkeden biridir.
Anlaşıldığı üzere Erdoğan genel olarak Afrika, özellikle de Doğu Afrika’da etkinliğini yaymak için gayret gösteriyor. Ankara ve Adisebaba arasında, Mısır’ın suyunu kesmeyi hedefleyen Etyopya’ya ait Rönesans Barajı konusunda, Mısır’ın aleyhinde bir dayanışma var mı? Varsa bir delil var mı?
Bu mevzuda bir malumata sahip değilim.
Erdoğan’ın, Almanya’daki Türkler’e ‘‘Merkel’in partisine oy vermeyin’’ çağrısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uygunsuz ve yakışıksız buluyorum.
Son zamanlarda NATO, AB ve ABD ile Türkiye arasında oluşan gerginlik ilişkileri nasıl etkiler?
Son zamanlarda Erdoğan yönetimi ile Avrupa ve ABD arasında çıkan krizler sonucunda oluşan sert tepki, batının artık stratejik ortaklıklar mevzuunda Erdoğan yönetimine itimad edilemeyeceği kanaatine ulaştığını gösteriyor. Amerikada Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması fikri bazı düşünce kuruluşlarında dillendiriliyor. Almanya yakın zamanda Turkiye’deki askeri gücünü kısmen Ürdün’e taşıdı. Biz Türkiye’nin Avrupa Birliği ve Amerika ile ilişkilerinin kesilmesini arzu etmeyiz. Çünkü şimdiye kadar bu ilişkiler Türkiye’nin demokrasisin gelişmesine faydalı oldu. Ancak onların bu son tavırları ve hareketleri gösteriyor ki artik Erdoğan yönetiminin tutarsız ve mantıksız hareketlerinden rahatsızlar ve bölgede başka ihtimalleri değerlendiriyorlar. Bu gerginlikler ve krizler devam ederse Avrupa ve Amerika’dan çok daha fazla Türkiye zarar görecektir.