Mavi ve yeşilin
cümbüşüyle harmanlanmış bir memlekette dünyaya gelmişti Bahar. Her kız çocuğu
gibi babasına çok düşkündü.
Öğretmen olan babası Hüseyin Bey’i her akşam
pencerede beklerdi. Babası bahçe kapısında belirince de Bahar kapının arkasına
saklanır, annesinin kapıyı açmasıyla, babasının kucağına zıplaması bir olurdu.
Nur Hanım kızı Bahar’ı babasının kucağından zorla almasa, bir an bile
ayrılmak istemezdi. Hüseyin Bey de çocuklarına aynı ölçüde bağlıydı.
Üç çocuk sahibi olan Maden
Ailesi’nin huzurlu bir hayatı vardı. Herkesin de kendileri gibi, mutlu
yaşayabilmesi için çeşitli etkinliklere katılır, elde ettikleri gelirle
fakirlere yardım ederlerdi. Komşuları Perihan Hanım, onlar için “melek” der,
onlara sürekli hatır dualar ederdi.Hüseyin Bey ve Nur Hanım
mahallede sevilen, hürmet gösterilen bir çiftti. Başı sıkışanın dert ortağı,
çocuğu sınava hazırlananın rehberi, hastaların hemşiresiydi ikisi de.
Okullar kapanınca Hüseyin Bey
eşiyle konuşup, birkaç günlüğüne tatile çıkmayı planlıyordu. Nur Hanım para
harcamayı sevmeyen, iktisatlı yaşamayı düstur edinmiş bir bayandı. Hüseyin Bey
bunun farkındaydı. “Otel/tatil” dese eşinin bunu kabul etmeyeceğini bildiği
için, amcasının İzmir taraflarında boş duran yazlığını ayarlamıştı.
Çocuklarıyla bir kaç gün orada
kalmayı, ardından Bursa’daki akrabalarını ziyaret edip, Adapazarı’nda
oturan arkadaşına uğramayı düşünüyordu. Bayramda ise anne babasının yanına
dönmeyi planlıyordu. Zor da olsa Nur Hanım’ı ikna etmeyi başardı. Tüm
hazırlıklar yapıldı. Cumartesi sabah erken saatte yola çıkacakları
için yatsı namazını kılıp erkenden uyudular.
Nur Hanım gece okunan
salâlarla uyandı. Sabah ezanı okunduğunu sanmıştı. Eşini kaldıracaktı fakat
saatin gece 01:00’i gösterdiğini farkedince kısa bir şaşkınlık yaşadı. Salâ
bitince, müezzinin insanları valilik binasina çagırmasıyla, olağanüstü bir
şeyler olduğunu anlamıştı. Eşini uyandırdı. İkisi de sokaktaki hareketliliğe
anlam veremiyorlardı.Televizyonu açtılar. Haber sunucusu darbeden bahsediyordu.
Köprüde, caddelerde tanklar vardı. Şaşkına döndüler. Olup biteni, miting
havasında “Allah’ın lütfu” olarak niteleyen adam(!); ilk gençlik yıllarından
itibaren içerisinde bulundukları camiayı, ‘hain-terörist’ ilan ediyordu. Sabahı
zor ettiler.
Hüseyin Bey günün
ağarmasıylakendini dışarı zor attı. Samsun ona dar geliyordu. Bir gün önce
kendisine değer veren insanlar, şimdi ona yabancı gibi davranıyorlardı. Verdiği
selamı almayan, yüzünü başka tarafa çeviren de oldu. Canı sıkkın bir şekilde
eve döndü. Eşinin de kendisinin de canları burunlarındaydı. Planladıkları
tatilden vazgeçecek oldular fakat tatile gitmenin iyi olacağına karar verdiler
ve yola çıktılar.
Tatilin ikinci gününde Hüseyin
Bey’in telefonu çaldı, arayan polisti; “Samsun’daki evine geldiklerini,
karakola gelip ifade vermesi gerektiğini” söylüyordu kaba bir dille. Hüseyin
Bey telaşla hazırlanıp, ailesiyle birlikte yola koyuldu. Aradan bir saat kadar
geçmişti ki, yakıt almak için verdikleri molada amcası aradı; “Yazlığa
polislerin geldiğini ve kapıyı kırdıklarını” söyledi. Benzin istasyonunda açık
olan televizyondaki işkence görüntüleri, Hüseyin Bey’i ve eşini tedirgin etti.
Bursa’da bir akrabalarının
yanına uğradılar. Orada biraz dinlenip yola devam edeceklerdi. Uğradıkları
akrabaları gün görmüş biriydi. Onlara; “bir müddet bekleyip durumu
gözlemlemelerini, insanların öfkeyle hareket ettiklerinden adaletin
olmayacağını, öfkeler yatıştıktan sonra gidip teslim olmalarını” tavsiye etti. Bu fikir onlara da mantıklı geldi.
Günler geçtikçe, gördükleri herc-ü merc onları daha
da tedirgin etmeye başladı. Sonunda Hüseyin Bey ifade vermeye gitmeme kararı
verdi. Masum insanların işkenceye maruz kalması ve tutuklanması bu kararı
vermesinde etkili oldu. Nur Hanım’ı ve çocuklarını memlekete gönderdi, kendisi
de bir tanıdığının evine gitti.
Bu ayrılık özellikle Bahar’a çok ağır geldi.
Ağlaması, çırpınması fayda etmedi. İki gün boyunca hiç bir şey yemedi. Sürekli
ağlıyor, rüyasında hep babasını görüyordu. Aradan aylar geçmesine rağmen durum
değişmiyor, gittikçe ağırlaşıyor, evlerinden polis eksik olmuyordu. Her
gelişlerinde bağırıp hakaret etmeler, tehditler savurmalar!..
Canlarına tak etmişti. Nur Hanım’ın teselli olmak
için yanına gittiği Perihan Hanım bile, artık evine gelmesini istemiyordu.
Çocuklarını biraz ferahlamaları için sahile götürüyordu. Son aylarda o da
teselli vermez olmuştu. Bir yıl olmuştu eşinden ayrılalı.
Nur Hanım çocuklarını alıp eşinin yanına gitti. İlk
kavuşma, toprağın suya, hastanın şifaya kavuşması gibiydi. Kimse bir şey
konuşmuyor, çocuklar babalarına sarılıyor ve ağlıyorlardı.
Ertesi gün Hüseyin Bey eşine, “canlarından çok
sevdikleri ülkelerinden ayrılmak zorunda olduklarını” söyledi. Bir yıl
önce akıllarının ucundan bile geçmeyecek bu fikri, çok garipsemedi Nur
Hanım. Bir sürat teknesiyle önce adalara gidecekler, ardından Yunanistan’a
iltica edeceklerdi. Nur
Hanım bu fikri garipsemese de, kabul etmesi biraz zaman aldı. Çocuklara;
“denize gideceklerini, hız teknesine bineceklerini ve bir daha babalarından
ayrılmayacaklarını” söylemesi yetmişti. Hemen yol hazırlıklarına başladılar.
Hava soğumaya başlamıştı,
rüzgar sert esiyordu. Battaniye, yağmurluk, el feneri gibi şeyler
almışlardı çantaya. Geceyi denize yakın bir barakada
geçirdiler.
Gece saat 02:00’de kalkıp tekneye doğru yürümeye
başladılar. Bahar’ı uyandırmaya kıyamamışlardı. Hüseyin Bey sırtında çanta,
kucağında kızıyla yol alıyordu.
Önce Nur Hanım bindi tekneye.
Nadire’yi ve Feridun’u tekneye aldıktan sonra Bahar’ı da aldı. Tekne motoru
çalıştırmadan bir müddet ilerlediler. Kıyıdan uzaklaşınca motoru çalıştırıp,
hızla ilerlemeye başladılar. Teknenin burnu dalgalarda yükselip alçaldıkça,
Bahar’ın yüzüne deniz suyu geliyordu. Çocuk uyanıp korkmasın diye Hüseyin Bey,
oğlu Feridun’un koluna da girerek kızının üzerine siper oluyordu.
Rüzgar sert esiyordu,
hava çok soğuktu.
Yarım saat sonra Hüseyin Bey ıslanan ayağını
hissetmez oldu. Nur Hanım çocuklarla biraz daha muhafazalı bir yerdeydi ama
onlar da dalgalardan ıslanmışlardı.
Midilli adasına varmalarına az kalmıştı.
Yaşadıkları çile bitmek üzereydi. Adanın ışıklarını görmeleri onlara güç verdi.
Bir daha birbirlerinden ayrılmayacaklardı. Hüseyin Bey özgürlük hayaliyle,
sırtının ıslanmasını, üşüdüğünü hissetmiyordu. Deniz suyunun Bahar’ı uyandırmasına
engel olamamıştı. Soğuk su Bahar’ı da uyandırmıştı. Küçük kız titremeye
başladı.Tekne dalgalarda havalandıkça korkuyor, babasına daha sıkı sarıyordu.
Isınmak için örtündüğü battaniye de üşütüyordu Bahar’ı. Hepsi sırılsıklam
olmuştu. Hepsi üşüyordu. Uzaktan gördükleri ışıklara bir türlü
varamıyorlardı.Yol bitmek bilmiyordu.
Büyük bir dalganın çarpmasıyla tekne birden alabora
oldu. Beş masum beden mavi sularda yaprak gibi savruldular! Gecenin
karanlığında çığlıklarını duyan olmadı!
Hava soğuktu.
Bahar üşüyordu.
Özgürlüğün simgesi olan hırçın, mavi sular, bu defa
onu babasından ayırıyordu!
Titremesi geçmişti, artık üşümüyordu. Küçük bir
dalgayla birlikte gözden kayboldu!.. magduriyetler.com