ÜŞÜYORUM BABA!
Mahinur İnci
Kapkaranlık bir gece “umut” olur musun?
Kapkaranlık bir deniz “yol” olur musun?
Ya sen soğuk esen rüzgar iter misin arkamızdan?
Küçük bir kulübede bekleyiş. Peki neyi? Zifiri karanlığı, vedayı, hüznü , geçmişi , geleceği. Terkediş;
Kırk yıllık bir hayatı, vatanı, toprağı, anayı, babayı, dostu, sevdayı. Ah vatanımın kıymetli toprağı, dar ettiler seni bize. Boğuldukça boğulduk, nefes alamadık havanı soluyunca. Zulüm koktun, zulüm kokladık, zulüm işittik. Zalim avuç oldu, biz o avuçta bir kuş. Sıktıkça sıktı, çırpındıkça çırpındık. Şimdi bitecek, az kaldı, yakındır dedikçe daha da sıktı. Allahım nefes alamadım, daraldım,boğuldum, çaresizim , çıkışım yok, ölüyorum.
Kurtulur muyuz zalimin elinden kuş misali?
Uçar mıyız?
Özgürlüğe …
Umuda…
Hayata…
Yürüdük… Balçıklı yollarda bata çıka yürüdük.
Islandık, dizlerimize kadar ıslandık.
Üşüdük, öyle ki dinlenmek için durunca daha çok üşüdük. Tekrar yürüdük.
Öyle karanlıktı ki ay ışığının aydınlatmasından ürktük, arkamıza baktık, yakalandığımızı sandık.
Korktuk, hem de çok korktuk. Bir bilinmezden kaçıp, başka bir bilinmeze gidiyorduk. Mecburduk, yaşamak için, nefes almak için, mecburduk.
Çocuklarıma baktım, o masum temiz yüzlerine . Gayretli yürüyüşlerine , hızlı hızlı nefes alıp verişlerine. Neye , nereye gittiklerini bilmeden yürüyorlardı. Yürüdükleri yol birlikte oturulan sofralara gidiyordu. Çalan kapıyı korkmadan açmaya çıkıyordu. Anne babanın elinden tutularak gidilen okula çıkıyordu. Çaresizce ateşler içinde yanarken, gidilemeyen doktora çıkıyordu.
Allahım bu nasıl bir gayretti? Nasıl bir özgürlük hasretiydi? Tanıyamıyordum Nazlı Nadiremi. Kırılgan Baharımı, küçük Feridunumu.
Yorgun ve bitkin halde terkedilmiş kulübeye vardık. Kimbilir kimlere ev sahipliği yapmış bu kulübe bir kaç saatliğine bizi misafir edecekti. İçeriye girdik. Etrafa bakındık; karşılıklı duran iki sedir, dağılmış boş su şişeleri, eski püskü bir kaç battaniye. Sağ yanımda “ Nur” um, can yoldaşım, karşımda gözümün nurları biricik yavrularım ve yanımıza aldığımız bir iki parça kıyafet.
Saatlerdir süren sessizliğimizi Feridun’un titrek sesi bozdu.
“Üşüyorum baba, çok üşüyorum.”
Sarıldım, sımsıkı sarıldım küçük bedenine. Parasızlıktan yenisini alamadığım eski botlarına uzandım. Sırılsıklam olmuştu. Önce botlarını çıkardım, sonra ıslak çoraplarını, minicik ayaklarını aldım avuçlarıma. Buz gibiydi. Ağladım, hıçkıra hıçkıra ağladım.Tek tek öptüm bezelye tanesi kadar minik parmaklarını “Helal etmiyorum “ dedim.
“Neyi baba?” Diye sordu.
“Senin hakkını yavrum” dedim. “Üşüyen minik ayaklarının hakkını.”
Uyuyakaldı kucağımda. Kızlarıma gitti gözlerim. Birbirlerine dayanmış uyuyorlardı.
“Nur’ um sen de dinlen” dedim “Kapa gözlerini ben uyandırırım seni.” Hüzünlüydü bakışları. İtiraz etmeden yumdu gözlerini.
Ay ışığının aydınlattığı duvardaki tekne resimlerine takıldı gözlerim. Deniz memleketinden olduğum için çok tekne görmüş fakat hiç kullanmamıştım. Elimde kalan paranın bir kısmına aldığım tekneyi kullanacaktım ilk kez.
“Yanıltma beni şaşırtma Allahım. Güç, kuvvet ver. Denizin de , canımızın da sahibi sensin. Sonumuzu hayreyle!” diye dua ediyordum durmadan.
Vakit gelmişti. Bekleyiş sona ermişti. Sırasıyla önce Nur’ umu, sonra göz nurlarımı uyandırdım. Benim gözüme uyku girmemişti.
Tekneye doğru yürümeye başladık. Göz gözü görmüyordu.
Önce ben, sonra sırayla herkes tekneye bindi. Fenerlerimizi yakmaya korkuyorduk. Fark edilmekten, özgürlük hayalimizin son bulmasından korkuyorduk. Ses yapmamak için bir süre kürek çektim. Belli bir uzaklığa gelince motoru çalıştırdım. Ve hızla önceden belirlediğim rotaya doğru ilerledik.
Rüzgar çok sert, dalgalar şiddetliydi. Ara ara rotadan çıkıyor tekrar yolu buluyorduk. Gözüm hep ilerideydi, hep hedefte. Teknenin içine çok su girmişti. Bir umut ışığına muhtaçtık. Çok fazla ıslanmıştık. Soğuk içimize islemişti.
“Allah’ ım lütfuna muhtacız , çaresiziz. Sen her şeyin en doğrusunu bilirsin Ya Rabbi. Kereminle payidar kıl bu aciz bedenlerimizi. Yardımını, rahmetini, merhametini esirgeme bizden! Şu engin deniz ya içine alacak, ya çıkaracak bizi. Sensin yüce, sensin ulu, deniz de senin bu canlarımızda. Sen bilirsin Yüce Yaradan hayır eyle akıbetimizi!” diye dua ediyor, yalvarıyordum.
En sonunda adanın ışıklarını görmüştük. Hemen telefonu aldım elime.
“Işıkları gördük, adaya çıkıyoruz.” Mesaj ulaştı bilgisini görmüştüm. Merak etmez geridekiler artık diye düşündüm.
Dalgalar biraz dindi derken, ne olduğunu anlayamadan sert bir dalga vurdu tekneye. Tam düzeldik tekrar bir dalga . İçerisi tamamen su dolmuştu. Zor tutunuyor, düşmemek için çabalıyorduk. Artık dümeni bırakmıştım. Sıkı sıkı birbirimize tutunmuş, dalgalara direnmeye çalışıyorduk. Son gelen dalgayla hepimiz tekneden savrulduk. Feridun kolumun altında idi. Nadirem yalnız kalmış, Baharım annesine tutunmuştu. Sırayla gözümden kayboluyorlardı. Onlar kayboldukça, seslerini duyamadıkça öldüm, bir daha öldüm.
Feridun sımsıkı tutmuştu kolumu.
“Üşüyorum baba, çok üşüyorum.”
“Yavrum, aslan oğlum. Yine ayaklarını alacağım avuçlarıma, tek tek öpeceğim minik parmaklarını.Sıcacık yorganlar örteceğim üzerine”.
Aradan biraz zaman geçti. Deniz bizi almıyordu hala içine. Bağırdım, var gücümle bağırdım. “Baharrrr!” “Nadiree!” “Nurr!” Ne bir ses ne bir görüntü vardı. Beynim zonkluyordu. Elimden bir şey gelmiyordu. Feridun sıktı kolumu son bir gayretle. Baktım yüzüne.
“Baba “
“Canım oğlum “
“Üşümüyorum artık, sıcacık yatak açmış annem bana. Mis gibi ballı süt yapmış bir de. Gelmişiz baba, gelmişiz. Hep beraberiz.
Görmüyor musun?”
“Görüyorum Oğlum, görüyorum Yavrum!”
Kapkaranlık bir gece “umut” olur musun?
Kapkaranlık bir deniz “yol” olur musun?
Ya sen soğuk esen rüzgar itermisin arkamızdan? magduriyetler.com