UFUK YARDIMCI-KRONOS.NEWS
Türkiye’deki insan hakları, basın ve düşünce özgürlüğü ihlallerini masaya yatıran ödüllü 104 dakikalık İlmik adlı belgeselin senaryo yazarı ve yönetmeni Thomas Sideris, “Türkiye, insan hakları konusunda kâbus-ülke haline geldi. Erdoğan’dan farklı görüşü olan herkes demokrasi düşmanı, terörist ve ajan olarak tanımlanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan her gün ve her çeşit araçla ülkesinde demokrasiyi öldürüyor,” dedi.
Yunanistan devlet televizyon ve radyosu ERT’de çalışan gazeteci ve belgeselci Thomas Sideris, 20. Selanik Belgesel Festivali kapsamında 6 ve 7 Mart tarihlerinde izleyici karşısına çıkacak olan “İlmik-The Noose-Η Θηλιά” adlı belgeselinin gala gösterimi öncesi Kronos‘a konuştu.Türkiye’ye dair yapılan benzeri çalışmalar arasında kendine ayrıcalıklı bir yer edinmesi beklenen ve uzun soluklu bir gazetecilik emeğinin ürünü olan İlmik, Türkiye’nin son 20 yılını mercek altına alıyor. Muhalif Türkiye’nin toplum ve medya katmanlarının tamamına mikrofon uzatılan filmde, 15 Temmuz darbe girişimi öncesi ve sonrasına da yer veriliyor.
-Belgesel filmine adını veren “H Θηλιά” (İlmik) nedir?
“Θηλιά” Türkçe “İlmik” anlamına geliyor. Bir hükümetin, bir Tiran’ın kendi sesi ve görüşünü ifade etmek isteyen her bir vatandaşa attığı bir ilmik, düğüm demek. Görünür ve görünmez ilmik, demokratik bir toplum çerçevesinde hareket etmek isteyen ve düşünen her bir vatandaşı ruhen ve bedenen ölüme götürür.
-Cumhurbaşkanı Pavlopulos’un da hazır bulunduğu 34. Botsi Vakfı Gazetecilik Ödülleri töreninde “İlmik”le Onur Ödülü kazandınız. Ödülden bahseder misiniz?
Botsi Vakfı, her yıl gazetecilik ödülleri veriyor. Her Yunan gazeteci için en anlamlı ödüldür. Bize takdim edilen ödül, ilk olarak Türkiye’de insan hakları ve basın özgürlüğü ihlallerine ilişkin yaptığımız gazetecilik araştırması, ikinci olarak ise diğer gazetecilik faaliyetlerim içindi. Saygın Yunan gazetecilerden oluşan jüri, Türkiye’de aşikâr insan hakları ihlallerinin vurgulanması konusunda son yıllarda gösterdiğim çaba ve ısrar dikkate alınarak verilmiş oldu. Türkiye, 2010 ve sonrasında belkide dünyadaki en büyük cezaevine dönüşen bir ülke oldu. Türkiye’de insan hakları konusundaki gazetecilik araştırmasının ödüllendirilmesiyle Yunanlar komşu ülkede neler yaşandığını bir kez daha duyma fırsatı buldu. Genel hatlarıyla biliniyor ama herkes tam anlamıyla ne olduğuna ilişkin derinlemesine bilgi sahibi değil. Türkiye, insan hakları konusunda kâbus-ülke haline geldi. Erdoğan’dan farklı görüşü olan demokrasi düşmanı, terörist ve ajan olarak tanımlanıyor. Daha net ifade edecek olursam, Cumhurbaşkanı Erdoğan her gün ve her çeşit araçla ülkesinde demokrasiyi öldürüyor. Durum günden güne kötüye gidiyor.
‘TÜRK VATANDAŞLARI CEHENNEMİ YAŞIYOR’
-Uzun metrajlı bir belgesel film yapma fikri nasıl oluştu?
Belgesel fikri ilk olarak kanlı Gezi Parkı olayları sırasında gündeme geldi. İktidar partisi, sosyal medya ve basını susturarak en sert yüzünü gösteriyordu. Hem gazetecileri hem de bireysel ve toplumsal özgürlük talebinde bulunanları tehdit ederek korkutuyordu. Birkaç ay sonra Aralık 2013’te Recep Tayyip Erdoğan ailesi ve AKP’li bakanların karıştığı büyük yolsuzluk skandalı patlak verdi. Erdoğan, skandalı gün yüzüne çıkaran hukukçu ve polislerle birlikte gazetecileri de hedefe koydu. Gerçekte neler olduğunu Türk halkı bilemesin diye onları susturmak istedi. 2013 yılını, Erdoğan’ın gazetecileri hedef yaparak bunu planlı bir şekilde hayata geçirmeye başladığı dönüm yılı olarak değerlendiriyorum. Nihayetinde belgesel çekimlerine başlama kararını İpek Medya Grubu’nun kapatılması ve Zaman gazetesine yapılan polis baskını tetikledi. Zaman gazetesinde makale yazma şansı buldum. Bununla gurur duydum. Tarihi bir gazete ve Türk basınının amiral gemisiydi. Bunu çok takdir ettim. Today’s Zaman’ın şiddet kullanılarak basılıp kapatıldığı gün son makaleme imza atmıştım. Bir ayağı Avrupa’da bir ülke hükümetinin, bir anda en büyük gazeteyi kapatabileceğini düşünemezdim. Zaman gazetecileri polisin tabancası alınlarına dayanmış şekilde çalışmak durumunda kaldılar. Bunların sadece kirli diktatörlüklerde olduğunu düşünüyordum. Bir yandan da kendi kendime Avrupa Birliği ya da Yunanistan nasıl bütün bunlar karşısında ilgisiz kalabilir, diye düşündüm.
Bu garip ve kendine özgü darbenin ardından şartlar korkunç oldu. Gazeteciler, Kürt’ler, Gülen cemaati üyeleri, solcular, entelektüeller, akademisyenler, yargı üyeleri bir anda kendilerini cehenneme mahkûm edilmiş buldular. Ancak cehennemin bile dibi var! Maalesef Türkiye’de, cehennemi yaşayan vatandaşlar için bu son olmayacak gibi görünüyor. Sıkça mevcut şartların daha kötü olmayacağını düşünüyorum ancak her seferinde durum daha da kötüleşiyor.
‘ÇOKTAN AİHM’E GÖNDERİLMELİYDİLER’
-15 Temmuz darbesinden yaklaşık 1 ay önce İstanbul ve Ankara’da çekimler yaptınız. Önemli isimlerle konuştunuz. Bir kısmı şimdi hapiste ya da ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldı. Neler hissediyorsunuz?
Belgesele konuşan çoğu kişinin bugün ya ömür boyu hapis ya da uzun yıllara mahkûm edildiklerini söylemeliyim. Mesela HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş 140 yıldan fazla hapis cezasına mahkûm edildi. Bu kişi, Türk parlamentosunda üçüncü büyük partinin lideri. Meslektaşlarım için büyük üzüntü hissediyorum. Sadece işini kaybeden gazetecinin bugün yüksek güvenlikli bir cezaevi hücresinde olandan daha mı şanslı gerçekten tam kestiremiyorum. Çünkü işten çıkarılan bir gazeteci de bir bakıma sessizliğe mahkûm edilmiş demektir. Esasında, on binlerce insanın yaşamı parçalandı. Tabi bu bir anda olmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın metot ve planıyla gerçekleşti. Önce eleştiren gazetecileri korkuttu. Ardından onlara ceza ve davalar açmaya başladı. Sonra, beden ve manevi olarak onları bitirmeye karar verdi! AKP, yüzlerce gazeteci ve sivilin işkence, kaçırma ve kaybolmasından sorumludur. Sanıyorum şimdiye kadar Türk hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, haklarındaki çok ağır suçlamalarla birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne sevk edilmeliydiler.
− Kimlerle konuştunuz? Başka ülkelere de gittiniz mi? Filmde görüş aldığınız kaç kişi izleyeceğiz?
Temmuz 2016 tuhaf darbesinden 3 hafta önce çekimlere başladım. İnsanlar ürkekti ve kolay kolay konuşmuyorlardı. Ancak darbeden sonra bu korku kalıcı bir duygu oldu. Sadece gazetecilerle değil sade vatandaşlarla da konuşmaya çalıştım. İnsanlar korkuyorlardı. Söyleyecek şeyleri vardı ancak konuşmak istemiyorlardı. Ama gazeteciler ülkelerinde neler olduğuna dair bütüncül bir fikre sahiplerdi ve konuşmayı arzu ediyorlardı. Bütün Türk medyasından gazetecilerle konuştuk. Bazılarını kamera ile kaydettik bazıları edemedik.
Rahat olduğu bir dönemde 2012’de CNN Türk’te çalışan bir kadın meslektaşımın şunları söylediğini hatırlıyorum: “Belki Yunanistan’daki ekonomik kriz sebebiyle işlerinizi kaybediyor olabilirsiniz ama en azından aleyhine yazdıklarınız sebebiyle sizi hapse atan bir hükümet yok.” O zaman söylediklerini çok ciddiye almamıştım. Daha sonra neyi kastettiğini daha iyi anladım. Bu vesileyle Ankara’da tanıdığım bir gazeteciden bahsetmek istiyorum. Arzu Yıldız, Taraf’ta çalışıyordu. Röportaj boyunca az ileride bir bayan biberonla Arzu’nun bebeğini besliyordu. Arzu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hakkında açtığı onlarca dava sebebiyle endişeli görünüyordu ve Erdoğan’ın öfkesiyle nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Ona, Avrupalı bir gazeteci olarak mahkemesine giderek savunacağıma söz vermiştim. Ama yetişemedim. İşini kaybetti. Ailesi ve hayatı dağıldı. Kovuşturulan her gazeteci vakasının ardında bir insan trajedisi gizlidir. Belgeselde 25’ten fazla kişinin söyleşisi var. Çekimler 6 farklı ülkede gerçekleşti.
-Belgeselin gecikme sebepleri nelerdi? Ekonomik ya da Türkiye’deki sarsıcı zincirleme gelişen olaylar mı?
Bağımsız bir yapım olarak çok sayıda ekonomik zorlukla karşılaştım. Hareket edebileceğim organize bir yapım çerçevesi yoktu. Herhangi bir yapımcı finanse etmedi. Adeta koşmam gereken bir maratondu. Temmuz 2016’dan sonra bazı gezeteciler Avrupa ülkelerine gitmek zorunda kalmışlardı. Gidip onları bularak konuşmalıydım. Onlarla darbe öncesinde konuşmuştum.Darbeden sonra neler söyleyeceklerini dinlemek çok ilgi çekici olacaktı. Bir düşünün, altı farklı ülkede organize bir yapım olmadan farklı çekim ekipleriyle çalıştık. Şimdi şöyle dönüp geçen zamana bakınca kişisel bir başarı elde ettiğimi hissediyorum. “104 dakikada modern Türkiye’deki insan haklarının çiğnenme tarihi”ni gerçekleştirmiş olmaktan ötürü çok memnunum.
-Yunanistan’da belgeselin arkasında resmi bir kurum desteği ya da katkı sunan sponsor var mı?
Belgesel bağımsız bir yapım. Bununla birlikte Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’na üye Yunanistan Dergi ve Elektronik Gazeteciler Birliği’nin manevi desteği oldu. Bu bana Türkiye’de insan haklarına dair gazetecilik araştırmasını sonuna kadar götürme isteği verdi. Yapımın, Türkiye’deki şartların iyileşmesine ya da değişmesine yardımcı olabileceğini düşündüm. Belki Avrupa’nın karar alıcı merkezleri ya da herhangi bir kurum hassaslaşırsa, Türkiye’nin vatandaşlarını kovuşturmaktan vazgeçmesi için daha fazla baskı yapabilirler. Çünkü bu Erdoğan’ın cadı avı savaşı değil, bizzat Türk toplumuna karşı ilan ettiği bir savaştı. Gülünç olmayalım, ülke genelinde yüzlerce cezaevinin masum vatandaşla dolu olarak kalmasını ve mevcut şartların sürmesini isteyenler, sadece parti eliti ile bütün bunlardan faydalanan ve kazanç elde edenlerdir. Düşünen Türk vatandaşları ve entelektüeller, ya korkudan susuyor ya da yurtdışına kaçmış durumda.Açıkça belirtmem gerekir ki hiçbir resmi ya da özel yapımcı desteği yok. Bununla birlikte, her ülkede çekim ekibininin ayarlanması, araştırma ve materyal temini ile seyahat ve konaklama masrafları konularında yardımı dokunanlar ve küçük sponsor desteği oldu.Ancak yanıbaşımda olamasalar bile her an birlikte olduğumuzu hissettiğim filmin vizyonuna dair düşüncelerini paylaşan iki kişiye değinmek istiyorum. Biri Levent Eyüboğlu, diğeri ise Hasan Hacı. Her biri kendi tarzları ile yardımcı oldular ve eğer bu röportajı okuyacak olurlarsa neyi kastettiğimi anlayacaklardır.
-Sade bir vatandaş için belgesel filmi ne anlam ifade ediyor? Niçin izlenmeli?
Günümüzde Türkiye’de neler yaşandığına dair ilgisiz olanlar bile belgeseli izledikten sonra kaygı duyacaklardır. Son yıllarda bu ülkenin geldiği aşama “sadece demokratik değil” diyeceklerdir. Türkiye’de hükümet iktidarının uygulanış şekli, Ortadoğu monarşi ülkeleri ya da geçen on yıllarda Latin Amerika’daki dikta rejimlerini hatırlatıyor. Sürekli OHAL ve Cumhurbaşkanlığı KHK’ları ile yönetilen bir ülkeyi başka türlü kritik edemezsin.
Açıkça basın özgürlüğü pastanın üzerindeki krema gibidir. Gerçekte, insan haklarından ortaya çıkan her toplumsal değer yerle bir edildi. Tabii ki izleyicinin alacağı ilk izlenim budur. Ancak film bir adım öteye gitmesine yardımcı olacaktır. “Bunlar neden oluyor” sorusunu cevaplandırmaya çalışıyoruz. Hükümetin keyfiliğine karşı niçin Türk toplumunun demokratik refleksleri işletilemiyor?
-Film önümüzdeki günlerde Selanik Belgesel Festivali’nde ilk kez izleyiciyle buluşacak. Daha başka festivallere katılacak mısınız?
Film, bu yıl yirminci yaşını kutlayacak olan Selanik Belgesel Festivali’nde düzenlenecek gala gösterimi ile izleyiciyle buluşacak. Daha sonra dünya genelinde bir çok festivalin yolunu tutacak. Sadece Avrupa değil Amerika ve Avustralya’nın da içerisinde olduğu tanınmış festivallere gönderdim ve resmi programlarına dahil etmelerini umuyorum. Ayrıca ülke sinemalarında göstermek isteyen film dağıtım şirketleri de beni ilgilendiriyor.
-Anti-demokratik uygulamalarla zor günler geçiren Türkiye’nin geleceğine ilişkin yorumunuz nedir?
Korkarım her geçen gün Türk toplumundaki çatlak derinleşiyor. Bir yanda Erdoğan taraftarları diğer yanda ise tüm diğerleri. Ne zaman vatandaşlar taraftarlara dönüştürülüyor ve hedeflerine tüm ötekileri koyuyor, o zaman ciddi sorun var demektir. Türkiye’de bu problem günden güne büyüyor. Demokratik özgürlükler, paraşütsüz serbest düşüş halinde. Cumhurbaşkanı Erdoğan kendi çıkarı ve kişisel gündemini temel alarak çalışıyor. Onun için vatandaşlar birer aparat: ya onunla yada tüm diğerlerine karşı. Neredeyse parlamentonun bütün demokratik işleyişini sınırlandırmış ve insan haklarını devirmiş durumda. Tek bir değere göre çalışıyor: “Kim ki bizimle değil o düşmanımızdır!” Meclisi düşman, siyasi rakiplerini düşman, kendisinden sadece farklı görüşü olduğu için vatandaşları düşman olarak değerlendiriyor. Zaman zaman içerisine “düşman”larını koymak için teorik bir çerçeve oluşturuyor. Bir zamanlar “paralel devlet” diye konuşuyordu, sonra masalı “terör örgütü” olarak değiştirerek konuşmaya başladı. Bazen düşman Amerika, bazen Almanya, bazen de Rusya. Seçmenine sevimli/hoş görünmek için çok büyük rahatlıkla düşman üretiyor. Onun için Türk vatandaşları boğazlanmaya giden sadece bir koyun gibidir. Yaşam bahşedip bahşetmeyeceği kendi çıkar ve isteğine bağlı.
“ERDOĞAN ACIMASIZ BİR DİKTATÖR”
-Son yıllarda Gülen cemaati Erdoğan yönetiminin hedefinde. Temmuz darbesinden sonra ‘cemaat’in adeta soykırıma tabi tutulduğu yorumu yapılıyor. Belgeselde bu konular nasıl işleniyor?
Tüm bunları dile getirmekte haklısınız. Film, Türkiye’ye damga vuran Gezi Parkı öncesi ve sonrasını, 2013 büyük yolsuzluk skandalı öncesi ve sonrasını, Temmuz 2016’daki garip darbe öncesi ve sonrası olaylarını ele alıyor. İzleyici için, en azından son 20 yılın gelişmelerini yaşayan insanların tanıklıkları, bu olayların girdabında yer alanların anlatımları eşliğinde Türkiye’de neler olduğuna ilişkin genel bir resim çizmeye çalışacak. Ancak son 8 yılda ülkede yaşananların bir benzeri yok. Zannediyorum “soykırım”dan bahsedenler haklı. Rakip olarak gördüklerini fiziki ve ahlaki olarak tüketiyor. Demokrasilerde rakiplerini cezaevine göndermez işkence yapmazsın, argümanlarla karşı koyarsın. Korkarım, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oluşturduğu iktidar gücünün perspektif çerçevesi ürperti verici. Acımasız bir diktatör. Ancak diktatör olanlar bu kadar insanı hapse göndererek öldürür. Kelimelerle (sözlerle) oynamayı bırakmalıyız. Artık uluslararası camia sorumluluklarını üstlenmelidir.
-Almanya’nın ısrarı sonrası gazeteci Deniz Yücel serbest bırakıldı. Avrupa, Türkiye demokrasisi ve vatandaşlarının özgürlüğü meselesinde hükümeti sadece kınamakla yetiniyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Avrupa, özellikle de Avrupa Birliği, başını kuma gömen deve kuşu gibi davranmaktan artık vazgeçmeli. Türkiye’de meydana gelen şeyler hayal dünyasında gerçekleşen şeyler değil. Sonuçta, Avrupa Parlamentosu Türkiye’yi insan hakları konusunda kınayan kararları destekledi. Eğer bir kimse Kürt’ün solcudan ve bir solcunun da mütevazı Hizmet mensubundan daha çok hakları olduğunu düşünüyorsa, çok büyük yanlış yapıyor. İnsan hakları ne küçültmek için preslenebilir ne de makinede genişletilebilir. Türkiye, “hak” sözcüğünün suç olarak görüldüğü bir ülkeye dönüştü. Güçlünün çıkarına göre nüfusun kategorize edilmesi, bir tek olumlu sonuç üretemez.
‘BUGÜN YAŞANANLARDA CHP’NİN PAYI VAR’
-Erdoğan’a karşı muhalefet bir türlü göğüs geremiyor. Bu parçalı yapı Erdoğan’ın fazlasıyla işine geliyor. Muhalefetin sorumluluğuna dair görüşünüz nedir?
Erdoğan ‘özel’ darbeden sonra başarmak istediğine ulaştı! Muhalefetin dikkatini dağıttı ve oyunun mutlak hâkimi oldu. Bununla birlikte en büyük sorumluluğu CHP’de görüyorum. Erdoğan’ın kendisine rakip olarak gördüklerine karşı başlattığı savaşta oyunun bir parçası olmayı kabullendi. CHP, Erdoğan’ın aşırı milliyetçi MHP gibi bozkurt asını paçalarına gizleyerek meclis oyunu çevirmesine göz yumdu. Yasama süreci oyun değildir. Parlamento usulleridir. Erdoğan, PKK ile çözüm süreci anlaşmasını yok ederken, ülkeyi kan gölüne çevirirken, Türkiye IŞİD’in silahlandırılmasında kavşak olurken, HDP meclis süreçlerinde engellenirken, Hizmet Hareketi Türkiye’nin bir numaralı düşmanı ilan edilirken, CHP susuyordu. Sonuç olarak bugünkü şartların oluşmasında ana muhalefet olarak en büyük sorumluluğu taşıyor.
İLMİK’İN SELANİK GÖSTERİM PROGRAMI
• 6 Mart 2018 Salı, Saat 19:45, Pavlos Zannas Salonu, Olympion Gösteri Merkezi, Aristotelus Meydanı (Αίθουσα Παύλος Ζάννας, Κτίριο Ολύμπιον, Πλ. Αριστοτέλους, Τρίτη) 6/3/2018 19:45)
• 7 Mart 2018 Çarşamba, Saat 12:45, John Nicholas Cassavetes Salonu, Liman Gösteri Salonları (Αίθουσα Τζον Κασσαβέτης, Αποθήκη 1, Λιμάνι, Τετάρτη 7/3/2018 12:45)