LEVENT KENEZ-TR724.COM
Aslında neyin seçimini yapıyoruz? “Hayır” oyu kazanmış ama “Evet” olarak ilan edilmiş bir referandumun devamında başkanlık seçimini.Yahu bu artık gerilerde kaldı, atı alan Üsküdar’ı geçti.
Evet öyle oldu. Ama atın sahibi aynı yöntemlerle bir kere daha bu kez Üsküdar’dan değil bütün ülkenin üzerinden geçmeyi planlıyor. Bunu tahmin etmeyen olmadığı gibi, her türlü yolu deneyeceklerinden de kimsenin şüphesi yok. Kendilerinin bile.Muhalefet ne kadar rüzgar yaparsa yapsın, sonuçların Erdoğan lehine çıkacağı, bir şekilde her şeyin ayarlandığına dair bir inanç var. Peki bu endişeye yönelik bir şeyler yapıldığına dair bir çaba var mı? Gönüllü kuruluşların etkisi bir yere kadar. Çoğunlukla şehirlerde ve eğitim seviyesi yüksek yerlerde örgütlü. Kaldı ki yeni yasa ile idari amirler ve kolluk kuvvetleri büyük yetkilerle donatıldı. Esas iş partilere düşüyor. Şu an ki tablo sandığa gelene kadar yapılacak hilelerle ilgili pek bir şey yapılamayacağını gösteriyor. O vakit en azından sandığa atılan oyların sayılması ve sisteme yüklenmesinde uyanık olmak gerekiyor. Hile ile kapatılamayacak bir fark ki hava bunu gösteriyor, sahada kazanıp tekrar masada kaybedecek mi muhalefet? Ve en önemlisi seçim akşamı muhalefetin tavrı ne olacak? Referandumdaki gibi usulsüzlüklerin ayyuka çıkması gibi bir durum yaşanırsa verilen oyların hakkını savunmak için ne yapacaklar bilmek hakkımız.
Muhalefetin 5 tane adayı var. Erdoğan ile birlikte 6 adayın yarıştığı Cumhurbaşkanlığı seçiminde, yazılımın iki adaylı yarışmaya göre daha zor maniple edildiğini söylüyor uzmanlar. O zaman ikinci turun çok daha önemli olduğu ve referandumdaki gibi bir sonuç için her türlü sahtekarlığın yapılacağını unutmamak lazım. Cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci tura bırakmış olmanın zafer sarhoşluğu ile muhalefet gafil avlanabilir. Neticede eğer gerçekleşirse ikinci tura tek bir partinin adayı kalacağı için diğer partililerin aynı motivasyonda olup olmayacağını bilemiyoruz. Özellikle Güneydoğu’da HDP’lilere ikinci tura kalındığı zaman çok iş düşüyor. Ve yine İnce kaldığı takdirde Saadet tabanının “ne yani namaz kılan Erdoğan varken dinsiz CHP’nin adayı solcu İnce’ye mi oy vereceğiz” türü kronik mide bulandırıcı dinci söyleme karşı “namaz kılan bir hırsız yerine içki içen bir solcuya” oy vermeye ikna olup olmayacakları da önem kazanacak. İnce’nin HDP tabanı gibi Saadet tabanına da güven veren mesajlara yoğunlaşması gerekiyor.
Bu sefer farklı mı sorusuna gelince… Evet bu sefer farklı. Bunun muhalefetten ve iktidardan kaynaklanan iki sebebi var. Birincisi muhalefet çok çeşitli ve toplumun hemen hemen bütün kesimlerine hitap eden bir yelpazede. CHP, laik ve Kemalistlere; Saadet, İslami hassasiyeti olanlara, İYİ parti milliyetçi ve sağcılara, HDP de Kürtlere hitap ediyor. Her bir damarı temsil eden bir partinin olması doğal bir hareketlilik getiriyor. Cumhur ittifakının diğer partisi MHP’nin durağan ve atıl görüntüsü ile birlikte mücadele AKP ile 4 parti arasında geçiyor.
İktidardan kaynaklanan farkın sebebi de bizzat hükümet tarafından getirilen sistemle ilgili. Eski sistem olsaydı bugün birinci parti olarak çıkması neredeyse kesin olarak görülen AKP mecliste birinci parti olacaktı. Merak konusu olan tek başına iktidar olup olamayacağı olacaktı. Olmadığı takdirde, MHP’nin zaten AKP’ye yazıldığını düşündüğümüzde MHP’nin barajı geçtiği takdirde koalisyon kuracakları tahmin edilecekti. Eski sistem olsa MHP parti olarak kendi propaganda çalışmasını yürüteceğinden hareketle az farkla da olsa barajı geçeceği tahmin edilecekti. 7 Haziran’da Akp 258 MHP de 80 vekil kazanmıştı. Eski sistemle aynı sonuç oluşmuş olsaydı 338 vekil ile hükümet kurabilirlerdi. Şimdi ise ittifaklarla baraj sorunu olmadığı için barajı geçemeseler bile Saadet ve İYİ Parti parlamentoya etki edebilecek bir pozisyonda. Yeni sistemin simülasyonunda Cumhur ittifakı muhalefetin tek tek seçime girdiği duruma göre 8 milletvekili daha fazla çıkarıyor. Ancak muhalefetin de ittifak yaptığını düşündüğümüzde işler değişiyor.
Seçim sistemine neden güvenilmemesi gerektiğini Erdoğan dün grupta itiraf etti. Sosyal medyada T A M A M kampanyasına dönüşen Erdoğan’ın grup konuşmasında dikkat çeken bir ayrıntı var. Erdoğan diyor ki: “Bir gün milletimiz tamam derse, işte o zaman biz kenara çekiliriz.” Erdoğan ‘bir gün’ diyor. Yakın bir zaman diliminden ya da bir ay sonraki seçimleri falan kastetmiyor. Sanki seçimi kaybedince gitmesi gerekmiyormuş gibi. Sanki bir lütufta bulunuyor gibi. Sandıkları ayarlayıp, milyonlarca boş pusulayı teşkilata dağıtıp, YSK’yı ele geçirdikten sonra “Seçimle geldim seçimle giderim” demek kolay.
Erdoğan, şunu başarıyla yaptı: İşadamından belediye garsonuna, okul müdüründen savcıya, gazetecisinden esnafına önemli sayıda kişinin kaderini kendisi ile özdeşleştirdi. “Ben gidersem işsizsin, ben gidersem hapistesin, ben gidersem iflassın, ben gidersem kovuldun”. Geriye kalan yığınları da da yevmiye, rüşvet, ve hamaset vererek besliyor. Buna teşne milyonlar var. Yandaşlarını yeri geldiği zaman sokağa inip asıp kesmeleri için de epeydir motive ediyor. Dünyada bir genel başkanın partililerine “ölmeye hazır mısınız? diye sorduğu medeni bir ülke yok.
Hakketmedikleri kazanımların sahiplerinin ve milislerinin seçim akşamı ülkeyi karıştırmayacaklarının garantisi de yok. Muhalefet partilerinin ve ülkenin her şeye hazırlıklı olması gerekiyor ve elbette mutlaka sandıklara sahip çıkmaları, verilen oylarla sisteme girilenleri takip etmeleri.