BAHADIR POLAT-kronos7.news
Nazlı Hanım mesleğe sıfırdan değil zirveden, hatta patron katından başlamıştır. Bu özelliğinin çelişkisiyse hayatı boyunca bir muhabir heyecanı, azmi ve titizliği ile çalışmış olmasıdır. O her zaman yazısının peşindedir.
74 yıllık yaşamının 43 yılı aktif gazetecilikle geçmiş, yaptığı işler her dönem tartışma konusu olmuş, mesleğini icra ederken siyasetin gündeminden hiç düşmemiş ve nihayet iki yılı aşkın süredir de cezaevinde bulunan bir gazeteciyi anlatmak kolay değil.
Nazlı Ilıcak, laik ve ulusalcı kesim için tam bir nefret nesnesi. Merve Kavakçı’yı başörtüsüyle Meclis’e sokmasıyla başlayan, Ak Parti iktidarına ve Ergenekon operasyonlarına verdiği destekle perçinlenen ve nihayet cemaatle yakın ilişkileri sebebiyle zirveye ulaşan bir nefretten söz ediyoruz. (Onunla ilgili her tartışmada, eski Ergenekon savcısı Zekeriya Öz ile çektirdiği kartopu oynama fotoğrafının gündeme getirilmesi boşuna değil elbette. O fotoğraf artık bu nefretin sembolü.) Haliyle, Nazlı Ilıcak hakkında yazarken biraz objektif kalmaya, biraz insaflı ve vicdanlı olmaya çalışan her kalem erbabı, hızlandırılmış linç kampanyalarından nasibini alıyor. Bu kişinin, eski İnsan Hakları Derneği Başkanı ve insan hakları aktivisti Eren Keskin gibi, Ilıcak’ın düşünce dünyasına çok uzak biri olması bile neticeyi değiştirmiyor. Keskin’in, ’74 yaşındaki bir kadın gazeteciye yapılan haksızlığa isyan ettim’ cümlesiyle biten twitine yapılan yorumlara göz atanlar, ne demek istediğimi anlayacaktır.
Nazlı Ilıcak’ın gazetecilik macerası 1972 yılında başlıyor. Nazlı Hanım, 1969’da Tercüman Gazetesi’nin sahibi Kemal Ilıcak ile evlenir. Basın patronuyla evlenmesine rağmen, o yıllarda gazeteciliğe ilgisi yoktur. 1972’de babası, eski bakanlardan Muammer Çavuşoğlu’nu kaybeden Ilıcak, bu kayıpla çok sarsılmıştır. Çavuşoğlu, Demokrat Parti hükümetlerinde bakanlık yapmış, 27 Mayıs darbesinden sonra Başbakan Adnan Menderes’le birlikte Yassıada’da yargılanmıştır. Doktoru, bu üzüntülü süreci atlatabilmesi için, kendini meşgul edecek bir iş yapmasını önerir. Bunun üzerine eşinin de desteğiyle Tercüman Gazetesi’ne bulmacalar hazırlamaya başlar. Genç kızlığında babasının mahkeme süreçlerine tanıklık eden Nazlı Ilıcak, 27 Mayıs’ın yıldönümünde gazeteden ihtilal mağdurlarıyla röportajlar yapmasını ister. Ancak bu isteği karşılık bulmaz. Bunun üzerine bulmaca köşesini bırakarak, 27 Mayıs mağdurlarıyla görüşmelere başlar. Röportajlar gazetede yayınlanır. Bu çalışma, onun yazarlık hayatının başlangıcı olur.
uzun yıllar Tercüman Gazetesi’nin başyazarlığını yapan Nazlı Ilıcak, aynı 27 Mayısçılarla olduğu gibi, 12 Eylül darbecileriyle de karşı karşıya gelir. Darbeci Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi üyelerini çok sert yazılarla eleştiren Ilıcak hakkında dava açılır. Milli Güvenlik Konseyi’nin 52 nolu bildirisine aykırı davranmaktan suçlu bulunur ve Ankara Sağmalcılar Cezaevinde üç ay hapis yatar. Fikirlerinden dolayı cezaeviyle ilk tanıştığında 38 yaşındadır.
Cezaevinden çıktıktan sonra mesleğine devam eden Ilıcak, 1991’de TRT’de program yapmaya başlar. 90’lı yılların sonlarına doğru, oğlu Mehmet Ali Ilıcak’ın sahibi olduğu Akşam Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapar. Gazetedeki yazılarında dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş’ın kişilik haklarına saldırıda bulunduğu gerekçesiyle hakkında dava açılır ve tazminata mahkum olur.
Ilıcak, 1999’da gazeteciliğe ara vererek siyasete atılır ve Fazilet Partisi’nden İstanbul milletvekili seçilir. 28 Şubat rejimiyle başı zaten dertte olan yazar, seçimlerden sonra ilk başörtülü milletvekili Merve Kavakçı’yı yemin töreni için Meclis’e sokunca, DSP’li vekillerin ve dolayısıyla Kemalist rejimin bir numaralı hedefi haline gelir. Fazilet Partisi, Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş’ın açtığı kapatma davasının Anayasa Mahkemesi’nde kabul edilmesiyle, 2001’de kapatılır. Milletvekilliği düşürülen ve beş yıl siyaset yasağı alan Nazlı Ilıcak’ın siyaset hayatı sona ermiştir.
AkParti’nin iktidara geldiği 2002 seçimlerinden sonra, Dünden Bugüne Tercüman Gazetesiyle mesleğine dönüş yapan Nazlı Ilıcak, daha sonra Sabah Gazetesi’ne transfer olur. Ilıcak, 17/25 operasyonlarına kadar, Ak Parti iktidarına destek veren medya organlarının amiral gemisi konumundaki Sabah’ta yazmaya devam eder. 17 Aralık 2013’teki rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarına adı karışan bakanların istifa etmesi gerektiğini savununca Sabah’taki yazılarına son verilir. Ilıcak’ın yazı hayatı artık, İpek Medya Grubu bünyesindeki Bugün Gazetesi ve Bugün TV’de devam edecektir. İpek Medya’ya kayyım atanana kadar Bugün Gazetesi’nde yazar. Daha sonra Özgür Düşünce Gazetesi’nde yazılarına devam eder ve Can Erzincan TV’de haftalık programlar yapar. Özgür Düşünce Gazetesi ve Can Erzincan TV, Nazlı Ilıcak’ın çalıştığı son medya kuruluşları olur.
Nazlı Ilıcak, bütün darbe dönemlerinde başı derde girmiş, yargılanmış, cezalar almış ve darbecilerle yıldızı hiç barışmamış bir gazeteci. 27 Mayıs’ta babası mağdur olmuş ama yazıları ve kitaplarıyla 27 Mayısçılarla o hesaplaşmış. 12 Eylül’de yine darbecilerle karşı karşıya gelmiş ve hapis yatmış. 28 Şubat’ta ise hedef haline getirilmiş, partisi kapatılmış ve siyaset yasağı almış. Ve işin finalinde, yine bir darbe teşebbüsü var ve Ilıcak yine hedefte. Bu kez verilen ceza çok acımasız. Müebbet hapis ve iki yılı aşkın süredir devam eden cezaevi süreci. 15 Temmuz’un öncekilerden farkı, Ilıcak’ı müebbete mahkum edenlerin bu kez darbeciler değil, darbecilerin hedef aldığı sivil mahkemelerin olması! Bütün hayatı darbelerle ve darbecilerle hesaplaşarak geçmiş bir kadın gazeteci, mesleğinin finalinde darbecilikle, anayasal düzeni yıkmaya ve hükümeti devirmeye teşebbüsle suçlanıyor! Darbecilerin verdikleri cezalardan çok daha ağırıyla karşı karşıya bırakılıyor! 15 Temmuz kalkışması başarılı olsa ve yönetim darbecilere geçse, Nazlı Ilıcak için böyle bir cezalandırma süreci çok daha anlaşılır olabilirdi. Şimdiki durumu anlamak ise gerçekten çok zor. Son tahlilde Nazlı Ilıcak için herşey denebilir belki ama darbeci veya darbe destekçisi denilemeyeceğini, aslında ondan ölümüne nefret edenler bile çok iyi biliyor.
O bakımdan Ilıcak’ın karşı karşıya kaldığı yargı sürecinin, büyük ölçüde malum kesimdeki nefretten beslendiğini düşünüyorum. Eskiden birlikte hareket ettiği, birlikte siyaset yaptığı ancak artık ayrı düştüğü İslamcı yol arkadaşlarından vefa görmesini zaten kimse beklemiyor. Toplumun önemli kısmının da bu işlere hiç kafa yormadığını düşünürsek, geriye onun hakkını savunacak küçük bir demokrat azınlık kalıyor. Bu durumdaki bir yazarı içerde tutmak elbette daha kolay. Nazlı Ilıcak’ın şansızlığı, aynen ismi cemaatle anılan meslektaşları gibi sahipsiz olması. Ona darbeci demek ne kadar zorlamaysa, cemaatçi demek de o kadar absürt aslında. Ilıcak, yaşam tarzıyla hep laik mahalle sakiniydi ve bu durum hayatı boyunca değişmedi. Onu mahallesinden ayıran temel konu, sistemin mağdur ettiği dindar/muhafazakarlara sahip çıkması, en azından onlarla empati yapabilmesi oldu. Milli Görüş, Başörtülüler, Ak Parti ve Cemaate verdiği desteği hep bu bağlamda okudum ben. Bu görüşüme çok fazla itiraz geleceğini de tahmin ediyorum çünkü ülkemizde kişilere ve topluluklara yönelik yargılar çoğunlukla niyet okuma ve eskiden kalma bagajlar üzerinden oluşturuluyor. Ben henüz niyet okumayı beceremediğimden, 74 yaşındaki gazetecinin trajedisini böyle değerlendiriyorum.
Nazlı Ilıcak’la hiç yakın çalışmadım veya dost sohbetlerinde bir araya gelmedim. Boğaz’daki Yalısı’nda gerçekleştirdiği meşhur etkinliklerin hiç birine de katılmadım. Buna rağmen onun meslek yaşamını, özellikle 90’lardan itibaren gözlemleme şansım oldu. İstanbul’da Zaman Haber Merkezi muhabiriyken Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İstanbul programlarını izlerdim. O haber takiplerinde, yolumuzun Nazlı Hanım’ın yalısına düştüğü çok olmuştur. O yalının kapısında saatlerce Başbakan’dan bir haber almayı beklerdik. Nazlı Hanım, kendi de gazeteci olmasına rağmen, bir kez bile çıkıp meslektaşlarıyla selamlaşmazdı. Aileden ve tabi rahmetli ilk eşi Kemal Ilıcak’ın konumundan gelen elitist bir tavrı vardı onun ve bu hiç değişmedi. Egosu son derece yüksekti. Pek çok yazarda görmediğim egoya sahipti ve bunu karşısındakine hissettirmeyi iyi bilirdi. Yöneticiler dışında kimseyle muhatap olmayı da istemezdi Nazlı Hanım.
Onunla ilgili işleri (geciken veya ulaşmayan yazı, anlaşılmayan bölümün düzeltilmesi, tashih gerektiren cümleler gibi) yanından hiç ayrılmayan asistanıyla çözebilirdiniz ancak. Bir yere davet etmiş olsanız ve o da davetinizi kabul etmiş olsa bile onunla doğrudan muhatap olamazdınız. Şöförü konum bilgisini alır ve asistanı sizinle irtibata geçerdi. Yazı yazdığı kuruma geldiği zaman, tepe yöneticileri mutlaka karşısında bulmak isterdi. Sadece onların odasına gider, ayrılana kadar da orada kalırdı. Cezaevinde kısa süre de olsa Nazlı Hanımla aynı koğuşu paylaşan Sözcü Gazetesi internet editörü Mediha Olgun, cezaevi günlerini anlattığı kitabında onun bu elitist tavrına dikkat çekiyor. Olgun’un aktardığına göre Nazlı Hanım merhum eşi Kemal Ilıcak’ı bile taşralı olarak tanımlıyormuş. Olgun kitabında, “Herkes taşralı bir o saraylı anlaşılan” diye değerlendirmiş koğuş arkadaşını. Twitter hesabına bile, mezun olduğu Fransız Lisesi’nin ismini veren (Notre Dame De Sion) Ilıcak’la bir süre sohbet eden birinin, kendini iliklerine kadar taşralı hissetmesinden daha doğal ne olabilir ki?
Bütün bunları Nazlı Hanım’a yönelik nefreti beslemek veya onu kötülemek için anlatmıyorum elbette. Sadece her yönüyle bilinmeyi hak ettiğine inanıyorum.
Nazlı Ilıcak hakkında herşey denebilir ama darbeci ve cemaatçi denilemez demiştim. Onun sorgulanamayacak diğer yönü ise; meslek aşkıdır. Pek çok önemli meslektaşımızın aksine Nazlı Hanım mesleğe sıfırdan değil zirveden, hatta patron katından başlamıştır. Bu özelliğinin çelişkisiyse hayatı boyunca bir muhabir heyecanı, azmi ve titizliği ile çalışmış olmasıdır. Yazılarına gösterdiği özen, ülke gündeminin her boyutunu takip edip, çok parçalı makalelerle her meseleye değinmekteki titizliği, yaşına aldırmadan hiç vazgeçmediği haftalık televizyon programları ve konuşmacı olarak davet edildiği her organizasyona koşma enerjisi, tek kelimeyle muazzamdır. O bakımdan tanıdığım, bildiğim, gözlemlediğim Nazlı Ilıcak’ın hayattaki en büyük tutkusu gazeteciliktir ve bu özelliği hiçbir şartta değişmemiştir. Bu tutkuda gördüğüm eksiklikse, temas ve mesafe konusundadır. Malum gazetecilik bir temas ve mesafe mesleğidir. Haber kaynaklarıyla teması abartır ve mesafeyi koruyamazsanız, ortaya çıkan haller bir ömür peşinizi bırakmaz, aynen Zekeriya Öz fotoğrafında olduğu gibi. Mağduriyetine sahip çıktığınız partide siyaset yapmak gibi. Ülke için faydalı operasyonlar yaptığını düşündüğünüz güvenlik bürokrasisiyle çok içli dışlı olmak gibi. Nazlı Hanım mesleğini tutkuyla icra ederken, temas ve mesafede kaçan ölçüleri hiç önemsemedi. Fark etmedi demiyorum, bilerek ve isteyerek önemsemedi. Çünkü elitist tavrı, haber kaynaklarıyla ilişki biçimlerinde de belirleyiciydi.
Nazlı Ilıcak’ın gazetecilik tutkusunun somut örneğini teşkil edecek küçük bir anıyla kapatalım yazıyı. Özgür Düşünce Gazetesi’ndeki editör arkadaşımdan dinlemiştim. 15 Temmuz’dan birkaç gün sonrasıdır. Ortam çok gergin ve risklidir. Özgür Düşünce’de, gazeteyi kapatma telaşı yaşanmaktadır. Gazete çalışanları ‘darbeye hayır’ diyen güçlü bir son sayı yaparak, okurlara veda edecektir. Son gazete zaten yazarsız çıkacaktır, çünkü yazarların çoğu bu şartlar altında yazmak istememiştir. İşte tam bu telaşın ortasına Nazlı Hanım’dan gelen telefon düşer. Tabi arayan yine asistanıdır ve ısrarla bir yöneticiyi ister telefona. Nazlı Hanım yazısını yazmış, gazeteye göndermiş ve yazısı hakkında görüşmek istemektedir. O panik ve stres altında, bürodaki en sakin kalabilen arkadaş kendisiyle görüştürülür ve hiçbir şey olmamış gibi yazıyla ilgili talimatlar alınır.İşte günün sonunda Nazlı Ilıcak budur, herkesin can derdine düştüğü ortamda bile o hala yazısının peşindedir.