SELAHATTİN SEVİ-Kronos7.news
Ara Güler: “TIME’dan dediler ki, git Fethullah Gülen’in röportajını yap, yazar arkadaşım James ile gittik bizi aldılar, Altunizade’de bir mektebin üçüncü katından sonra dördüncü ve beşinci katları Fethullah Hoca’nın orada onunla röportaj yaptık. Röportaj yaptık bende arada bir sürü fotoğraf çektim. Bana “Seninle niye daha evvel tanışmadık.” dedi, valla abi olmadı da ondan dedim. Sonra bana birkaç kitabını imzaladı. Ne zaman istersen veririm fotoğraf dedi. İyi adamdır öyle düşündükleri gibi değil. Zihnimde iyi bir adam olarak kaldı.” dedi.
Duayen foto muhabiri Ara Güler’in “Ara’dan 77 Yıl Geçti” kitabı
beşinci baskısını yaptığında çok sevdiği Haliç’te, Rahmi Koç Müzesi’nde
buluştuk.Usta’ya yayımlanmış 56 kitabını hatırlatınca, “56 kitap yapan
adamı döverler be!” diyor. Kitabı vesilesiyle görüştüğümüz Güler’in
fotoğrafçılığa ve İstanbul’a dair ezber bozan sözleri vardı her zaman.
Bir de Picasso ve Salvador Dali’nin de yer aldığı ilginç hatıraları…
‘Ara’dan 77 yıl Geçti’ kitabının beşinci baskısı yapıldı
fakat yaşanan yetmiş yedi yılın üstüne dokuz yıl daha yaşandı. Bu vesile
ile ne söylemek istersiniz?
Ara Güler: En çok talep edilen kitaplarımdan biridir, yeni basımın
görseli çok güzel olmuş Avrupa’ya gidebilecek kalitede. Bu kitabı
çıkarmama asistanım Fatih vesile olmuştur, ilk çıktığında her yıla bir
fotoğrafla bir sergi açmıştık, fiyatını da 77 liradan satıyoruz ki bir
anlamı olsun.
Son günlerde Ara Güler adının geçtiği bir dolu etkinlik var Sizin için yapılanlardan hala keyif alıyor musunuz?
Alırım ama uzarsa kızarım, hafakanlar basar. Berlin’de retrospektif
bir sergi var 240 fotoğrafımın olduğu, renkli siyah beyaz karışık.
Günde bin kişi geziyor. Spiegel’de bir yazı çıkmış, hem Leica’da hem
sergiden bahsediyor. İsveç’te bir sergi vardı. Bundan sonra Kore’de bir
sergi olacak. Koreliler buraya iki kere geldi, fotoğraf seçtiler, benim
Kore umurumda değil, 14 saat tayyareye binip gidemem zaten tayyareye
binmekten korkuyorum.
Çok az uçağa biniyorsunuz, daha yeni Berlin’e serginizin açılışına gidip geldiniz, zor oldu mu?
Ara Güler: Başka nasıl gideyim eşekle mi gideyim? Mecbur başka çaresi yok. Oralara gitmek bir dert.
Adınıza çıkan elli altı kitap var siz bunlar arasında ayrım yapıyor musunuz şu daha iyidir diye?
56 kitap yapan adamı döverler be! Olur mu 56 kitap ama fotoğrafta
olur neden? Her an değişen bir şeyin karşısındasın ve ondan bir şey
yakalıyorsun. Bunları yan yana getirdiğin zaman yeni bir dünya
oluşturuyorsun, bu oluşturduğun dünya senin dünyan oluyor. Ve sen onu
mecburen seviyorsun zaten. Ben aslında bütün kitaplarımı seviyorum.
Tabii ki bu daha iyidir dediğim vardır, ama mühim olan o değildir, mühim
olan fotoğraf nedir sorusunun cevabıdır.
Fotoğraf makinasının arkasında duran kişi aslında fotoğrafı
da belirliyor şimdiye kadar Türkiye’de birçok insan fotoğraf çekti ama
Türkiye’den fotoğrafla ilgili bir kişinin adı anıldığında ara Güler
başta geliyorsa, makinanın arkasında duran insanın hiç mi önemi yok?
Olmaz olur mu, iyi bir foto muhabiri olmak için bir kere kültürlü
olmak lazım. Yalnız teknik değil, bir sürü şey bilmen gerekiyor. Dünya
olaylarını bilmen lazım, Picasso’yu bilmen lazım. Picasso’yu
çekebilesin, arkeolojik bir röportaj yapıyorsan o konuyu bilmen lazım.
Bir kültür olayıdır. Kültürsüz foto muhabiri olmaz, olan da işte
bizimkiler olur.
Fotoğraf nasıl bir ihtiyaçla ortaya çıkmıştır sizce?
Etrafına baktığı şeyi sonradan görebilmek için yapılmış bir şeydir.
Sen senin çocuğunu neden çekersin, küçüklüğünde böyleydi büyüdü şimdi
böyle oldu, demek için. Fotoğraf makinesi bir kayıt olayıdır, arşiv
denilen şey var olması için fotoğraf makinesi bir de fotokopidir yani.
Bunlar çok mühim makinelerdir, devrimizi kayda geçiriyor bu makineler.
Devrimizi kayda geçiriyor. Bizim sanatkâr olmamız olmamamız hiç mühim
değil. Görmemiş bir insan için bir itfaiyecinin fotoğrafı çok mühimdir.
Peki, Ara Güler’in gözünden fotoğraf nedir?
Fotoğraf bir kere sanat falan değildir. Fotoğraf görülen bir şeyin
zapta kayda geçmesidir. Teknikman kayda geçmesidir, fotoğraf meselesi
bir arşiv meselesidir. Arşiv; kaybolmasın, yitmesin, bitmesin, gen
bakayım, gene göreyim diye. Onun için fotoğraf bir alettir, makinedir
onunla hayati yakalarsın hayati yakalamakta arşiv yapmandan çok daha
mühimdir. Bir arşiv bir dünyayı getirir. Onun için fotoğraf makinasının
icadı bunun içindir.
Oluşan arşiv bizim hayatımızı nasıl değiştirir insanlara ne söyleyebilir?
Geçmişi anlatıyor, geçmişte ne olmuş onlara bakarak yeni bir dünya
hazırlıyorsun kendine. Yaşamak için. Geçmişi anlatır geleceğe bakmak
için.
Muhabirlik, foto muhabirlik üzerine söylediğiniz sözleriniz
var. Sizin yaptığınız dönemde neden insanlar muhabirlik için çekmedi de
sanat için çekti?
Para için, kendisini sanatçı kılığına sokacak en kolay sanatçı
nasıl olur fotoğraf çekerek olur. Gazetecilik dünyanın en güzel
mesleğidir. Foto muhabiri sanatçının işinden daha zor çok foto röportaj
yapması lazım çok yere gitmesi vakit para ayırması lazım gerekirse
ölmesi lazım. 94 gazeteci öldü Vietnam harbinde.
Fotoğrafçı tarihçi gibidir diyorsunuz siz fotoğraflarınızla
hem tarih yazdınız hem de onlara şahitlik ettiniz. Biz eski İstanbul’u
sizin kadrajınızdan gördük peki Ara Güler’in hafızasında kalan İstanbul
nasıldı?
Benim yaşadığım İstanbul zaten İstanbul değildi, Aslında ben de
İstanbul’u görmedim. İstanbul zaten bitmişti. İstanbul Pera’da bitti.
Bizanslılar 1917’de Rus İhtilali olduğunda buraya beyaz Ruslar geldi, o
Asmalı Mescit kuruldu, orada bohem hayat oldu herkes oraya daldı, Markiz
açıldı falan ama onda bitti hayat. Bugüne baktığında Limon diye sadece
pastane kalmıştır. İnsanlar zamanla kendilerini bitiriyorlar, onun için
biz İstanbul’un ölüsünü görüyoruz, ölü İstanbul’un üstünde geziyoruz ve
neredeyse öyle kokacak. Zaten İstanbul’un kokuları gelmeye başladı
pislikten. Benim bildiğim İstanbul Abdullah biraderlerin zamanındakinden
hemen biraz sonrasındır. Gerisi bir şey değildir. Bir de benim dediğim
gözle İstanbullu adam yok. İstanbul’da fotoğraf çekmiyorlar ıstırap
çekiyorlar. İstanbul ıstırabı çekiyorlar. Çünkü kaçırdıkları İstanbul’u
bulamıyorlar.
Eski İstanbul’da insan ilişkileri açısından nasıldı? Bir
küçük esnaf vardı, kaliteli öğretmenler vardı, o günkü hayatla bugün
arasında kıyaslama yapabilir misiniz?
Eskiden insanların o kadar çok derdi yoktu, bugün insanlar para
derdine düşmüş. Yaşam zorlaştı, ihtiyaçlar arttı. Eskiden kadınlar bu
kadar süslü giyinmezdi, balodan baloya gitmezdi. Şimdiki insanlar para
derdine düşmüş. İnsanlık başka bir devre doğru gitmektedir. Yaşamları
ölümleri silahları mermileriyle beraber yarın bir gün sen karpuz yemek
istiyorum diyeceksin sana karpuz hapı getirecekler. Eskiyle
kıyaslayacaksın falan boş ver kıyaslama otur evinde kahveni iç.
Elli yıl önce canınız sıkıldığında İstanbul’da nerelere uğrardınız fotoğraf çekmek için duraklarınız nerelerdi?
Eyüp, Sütlüce, Salacak, Üsküdar’ın yukarı mahalleleri, yani eski
İstanbul olan yerler. Orada yazarsan arkeolojik şeyleri bulursun.
Şimdi çıktığınızda nerelere gidersiniz?
Nereye gidersen otomobil duruyor, kamyon var yükleme yapıyorlar,
şekli değişti İstanbul’un görüntüsü değişti. Boş bir yerde fotoğraf
çekilemezsin. Elektrik telleri, trafik işaretleri, trafik yazıları,
böyle İstanbul olmaz.
Sizin kadrajınızdaki İstanbul’da yok şimdilerde her yer
bina, İstanbul silueti bozulmuş durumda siz bu değişimi yadırgıyor
musunuz?
Camilerin arkasında binalar çıktı, onun mahsus yapmadı herif ama
onu düşünemedi o kadar kilometre yoldan sonra yine görüneceğini, sonra
yaptı bir baktı görünüyor, simdi yıkacaklar mı ne yapacaklar belli
değil. Hesaplanmıyor işte olmuyor, Süleymaniye’nin arkasından
görüneceğini hesap etmesi lazımdı, kimin etmesi gerekenin. Etti mi
etmedi, bitti. Yok ki İstanbul, bitmiş İstanbul, çünkü eskiden Levent’te
gördüğün yeni binaların orada on beş sene evvel en fazla on katlı
tuğlalı binalar vardı. Çünkü malzemeler en çok öyle taşınabiliyordu.
Şimdi vinçler var, çıkıyor katları. Makineler değişti. Eskiden yoğurtçu
gezerdi sokakta tarafına taktığı, sebzeci gezerdi. Bugün onlar bile
değişti arabalarla satış yapıyorlar. Yaşam şekli değişti mecburuz
değişmeye değişmezsek olmaz. Değişmezsek geri kalırız.
Peki, ucundan yakaladığımız İstanbul’a özlem duyuyor musunuz? En çok neyi arıyorsunuz?
Sokağa çıktığım zaman o eski İstanbul’u arıyorum ben ama İstanbul
yok. Nerede bu İstanbul denize düşmüş. Şimdi makineni alıp sokağa
gidiyorsun bir şey çekeceksin bildiğin sevdiğin İstanbul’u arıyorsun.
Sevdiğin İstanbul nedir? Salacak’ta bir apartman veya bir bahçe var onun
arkasında bir konak var oradan kör kedi çıkar veya ufak bir kedi
yavrusu çıkar camdan atlar aşağıya.
İnsan neye memleketim der? Çünkü orada camdan gördüğü kıza âşık
olmuştur, bütün bu hatıraların yan yana gelişiyle memleket doğar, onun
için herkes memleketinde doğduğu yerde ölmek ister. Çünkü hatıraları
oradadır yani, orada var olacağını düşünür, ben de simdi fotoğraf
çekmeye giderken o var olmasını istediğim şeyleri arıyorum ve
bulamıyorum. Hayatın temposu değişti. Aradığını bulamıyorsun en fenası
nedir?
Fotoğraf hayatınıza baktığımızda hepsi iç içe bir şeyi
çekerken başka bir seyide çekiyorsunuz, dönemleriniz var. Bir de sizin
meraklarınız içinde arkeoloji olarak. Afrodisias’ı bir tesadüf sonucu
buldunuz değil mi?
Ben Afrodisias’a gittiğimde insanlar adeta 21. yüzyılda Roma’yı
yaşıyorlardı. Sonra oraya arkeoloji geldi, bahçe haline soktu, çiçekler
dikti taş yığını yaptı. Yasayan Afrodisias öldü. Müzeye bağladı, müze
zaten ölü demektir.
Adnan Menderes’in baraj açılışını çekmeye gitmiştim. Sonra kaybolduk.
Yolu bulmaya çalışırken koca koca kayaların içinden geçtik sonra bir
ışık gördük meğer kahveymiş, saat on birdi enayi bir lüks
aydınlatmasında iki üç insan bir odun sobası var, pişpirik oynuyorlar.
Roma şapitoları, sütunları üzerinde almışlar masa diye kullanıyorlar
kahvede, Romalılar bezik oynuyor düşünsene bundan daha enteresan ne
olabilir ve ben o Romalılarla röportaj yaptım, ben Afrodisias röportajı
diye Romalı röportajı yaptım. O gece orada kaldık, sabah kalktık ben
dedim burada muhakkak bir şey var, şapitoları falan kahvenin içinde
görünce nasıl bir yer burası diyerek her tarafı gezmeye başladım.
Çocuklar arkama takıldı abi gel burada da tas var, bir bakıyorsun
boynuna kadar gömülü heykel toprakta kalmış kafası dışarda. Evde bir
tane sütun üstünde Afrodit’in bir şeyi var. Bir adam ineğin yanında
sigara içiyor. Oturduğu yer bir Şapito, Sokakta yürüyorsun kocaman bir
lahit, İnsanlar lahidin içinde çamaşır yıkıyordu, lahidin altını delip
arkasına bir leğen koymuşlar oradan şarap yapıyorlar.
Ben bunları çektim. Hayat mecmuasına götürdüm, dedim ki ben Allah’ın
belası bir yer buldum, su kadar fotoğraf çektim şunları kullanalım.
Hepsi birden “Gider dağı taşı fotoğrafını çekersin, Türkan Şoray’ın
fotoğrafını falan çekte kapak yapalım.” dediler, Türk basınının hali
budur. Bugünde böyledir. Sebahattin Eyüboğlu’na söyledim, İpşiroğlu’na
söyledim, kimse yazmadı yazı. Rüstem Doyuran vardı müzeler genel Müdürü,
dedim Hükûmet olarak dünyanın üçüncü sınıf gazetelerinin muhabirlerini
buraya çağırırsınız, otellerini ödersiniz, hazır elimde röportaj var
dünyanın önemli röportajlarından biridir, simdi bir adam bulamıyoruz
röportaj çıkmayacak ya, ben bunu ilk basta dünyanın en büyük mimari
mecmuası var, onun patronu benim arkadaşımdır, İngiltere’de ben çok
İngiltere ile çalıştım, beni gayet iyi tanır oraya gönderdim röportajı,
orada on sayfa çıktı, bizim gazetelerde gâvur nasıl yapıyor bak
röportajı dedi, yani benim için demiyor da gâvuru, ecnebi nasıl yapıyor
demek istiyor, ama altına bakmıyor ki ARA Güler diye. Haber yok. Ondan
sonra Müzeler Müdürüne gidip öyle dedim. Bir yazı bulamıyorsunuz, orda
on sayfa çıktı. Horisen dergisi en büyük dergisi. Kitap gibi çıkar.
Gittim Amerikan servisine Horisen Dergisi görmek istiyorum dedim, baktım
müthiş bir dergi diyor ki sana on sayfa ayırdık renklisi varsa gönder,
yerin hazır diyor. Rüstem’e gittim, ben nasıl gittiğimizi yolu nasıl
kaybettiğimizi kahveyi falan anlattım ve bir suru fotoğraf var, ondan
sonra dedi ki benim bir akrabam var Türk ama Amerikalı oldu artık dedi,
adi Kenan Erimdir dedi, meşhur arkeolog. Ona söyleyelim belki yazar
dedi. Oda bir üniversitede arkeoloji hocası ve kendini tamamen Amerikalı
zannediyor, oradan talebelerini aldı benim dediğim yere getirdi. Bak
burayı görüyorsun burayı kazacaksın buradan su çıkacak. Kazdı çıktı,
orayı kaz burayı kaz orada da çıktımı sana simdi dedim ne yaparsan yap
arkeolog olan sensin ben fotoğrafçıyım, gazeteciyim. Ben gazeteciliğimi
yaparım sen arkeologluğunu yaparım. İşte sana hikâye dedim, o
talebelerini getirdi benimle paralar buldu ondan Efes Pilsen’e kadar
para aldı, orada kocaman şantiye yapıldı misafirler gelip gidiyor.
Günün birinde buna bir telgraf geliyor, muhasebecisi çalıştırdıkları
isçilerin parasını yatırmamış herife bilmem kaç para ceza gelmez mi.
herif koskocaman bir şey buldu bize hediye etti, herif enfarktüsten o
gece oldu. Sonra mezarını bulduğu şeyin yanına yaptılar ki yasaktır.
Ben olmasaydım Türk Edebiyatı yüzsüz kalırdı diye başlayan bir sözünüz var, sizin Türk edebiyatı portreleriniz var.
Onları çektim onların çoğu zaten benim arkadaşımdı, her gece
görüştüğüm insanlardı. Sabahattin Eyüboğlu grubu vardı. Entelektüel bir
hayat vardı insanlar birbirlerinin evine gider edebiyat konuşmaları
olurdu simdi öyle şeyler yok ki simdi futbol maçı konuşuyorlar.Necip Fazıl Kısakürek dünyada gelmiş geçmiş en büyük sairdir. Fakat
zaafları vardı. Orhan Veli Kanık arkadaşımdır, sarhoşken belediyenin
açtığı lağım çukuruna düşüp öldü. Orhan Kemal de öyle arkadaşımdı onunla
6,7 eylül günü sokakta yürüdüğümüz babası Güney’in İstiklal mahkemeleri
başkanıydı, Atatürk’ten kaçıp gitmiştir. Beri Rahmi Eyüboğlu’ da
haftanın üç günü birlikte olduğum adamlardan. Fikret Mualla, dünyanın en
iyi adamıdır. Sabahattin Eyüboğlu hocamızdı bizim. Onların içinde
yaşadım ben onlara gidip de röportaj yapmama gerek yoktu.
Türk edebiyatından başka dünya çapında herkesin hayran
olduğu ve portre fotoğrafına da aslında geniş acıyla yenilik getirdiniz,
o insanın yaşadığı mekânla beraber çektiğiniz uluslararası portreler
var. Picasso gibi…
Bu adamların yanlarına gitmek çok zordur. Benim avantajım TIME’ın
muhabiri olmamdı. Picasso ile çok uğraştım. Önce arkadaşını sonra oğlunu
araya koysam da olmadı, bir de biyografi yazarı var. Onunla da
ahbaplık kurduk bir turlu olmuyor, Picasso yok dedi mi bitti. Edision
Scira diye en büyük tablo röprodüksiyonları resim kitapları yapan bir
kitapevi var onun sahibi benim arkadaşımdı o bana “Picasso Metamorfoz
kitabini bana vermeyi kabul etti, gideceğiz çekeceğiz.” dedi ben de ona
Picasso’nun 24 saatini adam akıllı fotoğraflayan kimse yok, onun için
beni götürmek zorundasın götürmezsen seni vururum dedim. Sonra oda bana
sen de dedi biyografisini çek dedi bende gittim çektim.
Salvador Dali ile nasıl oldu peki?
Mourisse otelinde kalıyordu, TIME’da ki çocuklara sordum; Dali ile
röportaj yapmak istiyorum ne yapar dedim, hiç dedi deneme dediler,
yalnız dedi islerini yapan bir adam var. Onunla gidip temas ettim otelde
kalıyor süitte, 101 numaralı oda dedi ben de oraya çıktım. Kapıyı açtım
Fransa’da kapılar iki kapı açılıyor, bir kapıdan girdim bir kapı daha
geldi oradan da girdim bana bakıyor oradan. Sonra burun buruna geldik
“Niye benim fotoğrafımı çekmek istiyorsun.” dedi. “Çok meşhursun da onun
için.” dedim. Benim dakikam 25bin dolardır dedi. Güzel ama ben bir
dakikada fotoğraf çekemem ki dedim, beni tuttuğu gibi popomdan dışarı
attı. İste o an, hah dedim bu adamın fotoğrafı çekilir. O akşam benim
bir Yahudi arkadaşım vardı, onu yemeğe götüreceğim ne anlatırsın yemekte
bunu anlattım böyle oldu, Dali beni dışarı attı dedim, “O benim vaftiz
babam.” dedi ama sen Yahudi’sin o Hristiyan nasıl olur, sen karışma dedi
gitti konuştu yarın sabah 11’de gidiyoruz dedi, aldı beni götürdü. Dali
bana bakıyor ben ona bir gün evvel kovduğu adamım. Ben seni bir yerden
tanıyorum dedi, New York’ta ki basın toplantısından tanıyorsun dedim,
gırgıra gırgır. Dedi ki sen benim filmi biliyor musun? Hangi film dedim,
benim yaptığım bir film var nasıl bilmezsin dedi, Bir Endülüs Köpeğiydi
ismi. Hemen aklıma geldi. Onu al gel aksam sinema oynatacağım size dedi
aldım geldim işini gördüm, konuştuk ettik filmi de gördüm. Dali her gün
bütün sarhoş, esrarkeş sersiler var topluyordu o atmosferi seviyordu.
Sonra bir baktım ki Dali hep yanımda, ben de o serserilerden biri oldum,
öğlenleri işim Şanzelize Caddesi’ne düştüğü zaman gidip öğlenleri orada
yemeklerimi yiyorum. Günün birinde dedim senin adam akıllı bir
fotoğrafını çekmeliyim. Adam akıllı bir fotoğrafın yok dedim. Tam
fotoğraf çekeceğim kılıç çeker bana ya kılıçla dolaşıyordu, kesecek
beni. Ondan sonra duracaksın dedim ansiklopedi Britannica gibi. Bana
bakacaksın ben fotoğrafını çekeceğim. Kimse yokken gel sen dedi. Tamam
deyip ertesi gün saat onda gittim, derken üç gazeteci geldi röportaja
hani dedim benden başka kimse olmayacaktı. Ne biçim iş dedim. Dur dedi
ben onları hemen salarım, çağırdı onları oturttu karşısına elinde de bir
gümüş saplı bir baston var. Dedi ki bilin bakalım ziftin formülü nedir:
kimse bilmedi, formülü kafadan attı sonra budur dedi sonra da benim
adim Salvador Dali bu baston var ya dedi bu bastonu ziftin içine sokarım
dışarı çıkarırım dedi beş kuruşluk baston olur 50bin dolar, sen bunu
yaparsan deli derler dedi şimdi dediğimden ne anladınsa git onu yaz
dedi. Hadi bakalım deyip üçünü birden toplayıp dışarı attı sonra yine
yalnız kaldık, gene kılıç çıkardı. Sonra ben de kılıca dayan da öyle dur
dedim yeter ki dursun, öyle bir vaziyet ki az ışık var her yanda
bulanık çıkacak onun için durması için kılıca dayan dedim. O
fotoğrafları o gün çektim, ondan sonra kılıçla oynuyorsun hep ben seni
matador olarak görüyorum dedim sen bir boğa güreşi yapıp boğa öldürmen
lazım dedim, ne güzel olur dedi. Sonra perdeyi çekip aşağı indirdi bak
bu pelerin dedi. Parçalar aşağı düştü altta bir vazo vardı o kırıldı.
Bir takım fotoğraflar çektik. Sonra bana dedi ki benim bir evim var o
evimde fotoğraf çekelim diye teklif etmişti ama o hafta öldü, çekemedik.
Çetin Altan’la yaptığınız İstanbul röportajı vardı, unutulmaz.
Günün birinde Çetin Altan bir fotoğraf makinesi almış bunu bana
öğret dedi, ben de çıkacağız gezeceğiz zamanla öğreneceksin başka yolu
yok dedim. Hadi biz başladık makineyi öğrenmeye sonra bende onunla
gezeyim de dedim, röportaj olur diye, biz onunla gezerken ben Çetin’in
röportajını yaptım. Oda arada fotoğraf çekiyor. Röportaj oradan çıktı
yoksa ortada röportaj falan yoktu. Kasımpaşa’da bir mahalleyi kurtardık.
Mahalleyi yıkacaklardı, oradaki ağlayarak anlattı, biz dedik bunu
durdururuz dedik belediye başkanıyla konuştuk falan durdurttuk. Gittiler
geldiler bize teşekkür etti mahalleli. O zaman yazmıştı onları Çetin
kendi sütununda.
Siz Fethullah Gülen Hocaefendi’nin TIME için fotoğraflarını da çekmiştiniz, nasıl değerlendiriyorsunuz o günü?
TIME’dan dediler ki, git Fethullah Gülen’in röportajını yap, yazar
arkadaşım James ile gittik bizi aldılar, Altunizade’de bir mektebin
üçüncü katından sonra dördüncü ve beşinci katları Fethullah Hoca’nın
orada onunla röportaj yaptık. Yanımızda tercüman yok, Fethullah Gülen
konuşuyor, ben bunu İngilizceye nasıl çevireyim, neyse tercüman bulundu.
Röportaj yaptık bende arada bir sürü fotoğraf çektim. Bana “Seninle
niye daha evvel tanışmadık.” dedi, valla abi olmadı da ondan dedim.
Sonra bana birkaç kitabını imzaladı. Ne zaman istersen veririm fotoğraf
dedi. İyi adamdır öyle düşündükleri gibi değil. Zihnimde iyi bir adam
olarak kaldı.
NOT: Gazeteci arkadaşım Nalan Kaya ile birlikte Haliç’te Rahmi
Koç Müzesi’nde Ara Güler’le yaptığımız bu söyleşi 24 Ocak 2015 tarihinde
Zaman PANORAMA‘da yayımlanmıştır.