BU HABERLER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
‘Tahir Elçi’yi öldüren silah konusunda bilirkişi olay yerinde ateş eden tüm polisler potaya koyuyor. Oysa o mermi yedi saniyelik bir zaman diliminde ateşleniyor. Yani ibre kaçan PKK’lıların ardından ilk ateş açan polisleri gösteriyor. Gri aracın yanındaki polisleri değil.
Tarih 27 Kasım 2015.
Tahir Elçi’nin aramızdan ayrılışının bir gün öncesi.
Güneş henüz doğmuş…
Şanlıurfa yolu üzerinde devriye gezen polis ekip otosuna ateş açılıyor. Ateş açanlar beyaz bir Toros’un içindeki üç kişi… Ekiptekiler karşılık veriyor. Kopan cayırtının ardından beyaz Toros az ileride bir sokakta bulunuyor. İçinde bir ceset var: 1995 doğumlu Süleyman Yakışır. Diğer iki kişi ise kaçıyor.
Ertesi gün. Diyarbakır İstihbarat polisi kaçanların Mahsum Gürkan ile Uğur Yakışır olduğunu tespit ediyor. Hepsi akraba… Çok geçmeden iki PKK’lının izine Kayapınar Caddesi’nde rastlanıyor. Havalimanının hemen yanındaki Yeniköy mezarlığına gidiyorlar. Bir gün önce ölen amcaoğulları Süleyman Yakışır’ın cenaze törenine.
Mezarlıktan çıkınca bir taksi çeviriyolar. Uğur Yakışır, Tahir Elçi’nin ölümünden bir yıl sonra ANF’ye şunları anlatıyor:
“Taksi şoförüne ‘İşin var mı, boş musun, bizi Gaziler mahallesine götürebilir misin?’ diye sorduk. Şoför ‘İşim yok götürebilirim’ dedi. Biz taksiye binip Gazi mahallesine doğru ilerlerken taksicinin polis olduğunu, polise ait cihaz sesinin arabadan gelmesiyle fark ettik. Bunun üzerine müsait bir yerde inmek istediğimizi söyleyip arabadan indik. Arkadan gelen bir başka taksiye bindik. Bu taksiciye Balıkçılarbaşı’na gideceğimizi söyledik. Balıkçılarbaşı’na yaklaşınca Kervansaray’ın önünde inmek istediğimizi söyledik. Taksi şoförüne parayı uzattım. Yanlış hatırlamıyorsam 100 liraydı. Taksici ‘daha ilerde inmeyecek misiniz?’ dedi. Biz ‘yok, burada ineceğiz’ dedik. Tabi bu sırada arabayı sürmeye, Balıkçılarbaşı’na doğru gitmeye devam ediyordu. Biz de durmasını istedik. Bu kez elini ceplerine koyarak, sağa sola bakıyor ‘bozuk param yok ilerde bir bakkalda para bozacağım’ diyerek oyalanmaya çalışıyordu. Böylece Balıkçılarbaşı’na vardık.”
Bu arada taksinin hemen arkasında bir istihbarat ekibi var. Şüphelilerin yakalanması için güzergah üzerinde konuşlanan diğer bir ekibi uyarıyorlar: “Gazi Caddesi’ne girdik”… Ardından bir uyarı daha: “Durduk!”
Bunun üzerine caddede bekleyen polisler hızlı adımlarla taksinin yanına gidiyor. Polis memuru Ahmet Çiftaslan taksinin sağ ön kapısını açıyor. Cengiz Erdur ise taksinin önünde duruyor. Montunun altında “kaleş” saklı üçüncü polis ise sol yanından taksinin arkasına geçiyor.
Taksinin ön koltuğunda oturan Uğur Yakışır’ın silahı patlıyor. İlk kurşun Ahmet Çiftaslan’ın tam kalbine… Uğur Yakışır silahını bir kez daha ateşliyor. Ön camı delip geçen kurşun Cengiz Erdur’un göğsüne saplanıyor. Her iki polis de olay yerinde şehit oluyor.
Ekipteki üçüncü polis ise ne yapacağını şaşırıyor. Koltuğunun altındaki “kaleş”i çekemiyor bile… İşte tüm bu manzara olay anını MOBESE kayıtlarından izleyen polislere şunları dedirtiyor:
– Bak şu polise bak! Önceden gidiyor, çok hareketli gidiyor. Böyle yapmayın işte!
– Sen böyle gidiyorsun… Tedbirsiz oluyor işte…
– Ama silah var şu yelekli olan varya…
– Abi o yapamıyor işte atamıyor.
– Kaleş var elinde yav!
Sonrasını yine PKK’lı Uğur Yakışır’dan dinleyelim:
“Bu sırada arka koltukta oturan Mahsun arkadaş da silahını hazırlarken şarjörünü arabaya düşürmüştü, o şarjörünü bulmaya fırsat bulamadı ve hiç bir şekilde silahını kullanamadı. Sonra Dört Ayaklı Minare’ye giden sokağa doğru ilerlemek istedik. Bu sokağın sağ tarafında bir yer daha var. Ben oraya doğru kaçacaktım. Orada üç polis daha karşıma çıkınca onlara doğru da ateş ettim. Bu polislerin de vurulduğunu gördüm.”
TAHİR ELÇİ O SOKAKTA…
Yenikapı Sokağın hemen girişinde bunlar yaşanırken sokağın sonunda ise bir basın toplantısı henüz sona ermiş. Basın toplantısını düzenleyen kişi Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’den başkası değil. Tahir Elçi sadece bir gece önce Facebook sayfasından o basın toplantısını şöyle duyuruyor.
“Tarihi değerlerimize sahip çıkıyor. Dört Ayaklı Minare ayağından vuruldu. Yarın saat: 10:30’da ateş edilerek darbelenen ve tahribata uğrayan Dört Ayaklı Minare önünde bir basın açıklaması yapılacaktır. Tarihi değerlerimize sahip çıkmaya yönelik açıklamamıza katılmanızdan memnuniyet duyacağız.”
Saat 10.30 normalde Diyarbakır’daki basın toplantıları için erkence bir saat. Bu tür açıklamalar katılımın çok olması için genelde öğle saatlerinde yapılıyor. Tahir Elçi’nin basın toplantısını saat 10.30’a almasının sebebi yine o gün öğleden sonra yapacakları başka bir toplantı:
“Konferans Duyurusu. Yarın Hilton Garden’de yapılacak konferansa; avukat, hakim, savcı, öğretim görevlisi, Avukat Stajyeri ve Hukuk Fakültesi öğrencilerini ile insan hakları savunucularını bekliyoruz…”
Saat 13.00’te başlayacak konferansın tek konuğu Avukat Prof.Dr. Ersan Şen idi. Ersan Şen o gün ilk uçakla Diyarbakır’a geldi ve otele yerleşti. Ama meşum olayı duyunca ilk uçakla İstanbul’a döndü. Konferansı tertipleyen baro yetkililerinden biri daha sonra şöyle konuşacaktı: “Bir başsağlığı bile dilemeden kaçtı!”
Silah sesleri gelince sokağın sonundaki Tahir Elçi, gazeteciler, polis herkes irkiliyor. Açıklamayı takip eden güvenlik şubenin üç polisi cami duvarının kenarına park etmiş otomobilin arkasına atıyor kendini. Gazeteciler de hemen duvarın dibine siniyor. Tahir Elçi endişeyle sokağın başına doğru bakıyor. Elçi’nin kameralara yansıyan son -canlı- görüntüsü işte bu.
Çatışmanın yaşandığı Yenikapı Sokağa Mahsum Gürkan giriyor önce. Görüntülerde elindeki tabancayı kabzasından değil de namlusundan tuttuğu görülüyor. Mahsum Gürkan’ın hemen arkasından Uğur Yakışır giriyor sokağa. PKK’lı Yaklaşır o anları şöyle anlatıyor:
“Silahımın mermisi bitmiş halde Dört Ayaklı Minare’ye doğru koşmaya devam ediyordum. Diğer elimde de cep telefonumu tutmuştum. Zaten görüntülerde de elimde cep telefonumu tuttuğum görülüyor. Bu biçimde koşarken hem karşıdan hem de arkadan yoğun atış altındaydım. Bana ateş eden polislere doğru yaklaşınca mermim bittiği için elimdeki silahı polislere doğru fırlattım. Bu sırada koşmaya devam ediyordum. Ben geçerken Dört Ayaklı Minare’nin orada birinin yerde yattığını fark ettim. Tabi kim olduğunu bilmiyordum. Mahsun arkadaş da zaten benim önümden koşup geçmişti. Ben koşarak kilise sokağına (Yenikapı Sokağı’nın sonundaki Göçmen Sokak… A.Y.) doğru geçtim. Biraz ilerledikten sonra, YPS’nin kontrolü altındaki alanlara ulaştığım. Orada Mahsun Gürkan ile karşılaştım. O da Dört Ayaklı Minare mevzisi dediğimiz mevziyi geçip yukarıdan bana bakmak için geri dönmüştü. Ben atışlar altında elimden, ensemden ve ayağımdan yaralanmıştım. Mahsun arkadaş hiçbir mermi almamıştı, sağlamdı. Zaten burada bana arabada şarjörünü düşürdüğünü hiçbir mermi sıkamadığını anlattı. Koşarken birinin yanında düştüğünü gördüğünü de söyledi.”
Acaba o düşen biri Tahir Elçi miydi?
Olay anında iki haber ajansı kamerası kayıttaydı: Doğan Haber Ajansı (DHA) ve Dicle Haber Ajansı (DİHA) kameraları.
Sokağın başından duyulan “dur” sesinden hemen önceki ilk silah sesini başlangıç kabul edersek trajik kronoloji şöyle işliyor:
00”00”’ : Silah sesi
01”12”’ : Tahir Elçi sokağın başına bakıyor.
04”00”’ : Bir “dur” sesi duyuluyor.
05”01”’ : Silah sesleri.
05”13”’ : Mahsum Gürkan önde Uğur Yakışır arkada koşuyor. Mavi montlu bir polis arkalarından ateş ediyor.
06”14”’ : Mahsum Gürkan gri aracın yanındaki polislerin önünden koşarak geçiyor.
07”00”’ : Gri aracın yanındaki siyah kabanlı polis arkadaki Uğur Yakışır’ın ayaklarına doğru ateş ediyor.
08”05”’ : Uğur Yakışır sağ elindeki tabancayı siyah kabanlı polise fırlatıyor.
08”15”’ : Kahverengi montlu polisin de Uğur Yakışır’a doğru ateş ediyor.
10”19”’ : Uğur Yakışır kadrajdan çıkıyor.
12”09”’ : Kırmızı kazaklı polis de atışa başlıyor.
14”11”’ : Silah sesleri kesiliyor.
22”04”’ : Yerde yatan Tahir Elçi’nin ayakları kadraja giriyor.
Görüntülere bakıldığında ulaştığımız veriler şunlar:
1) Birinci saniyede Tahir Elçi hayatta.
2) Kaçan iki PKK’lının sokak içinde atış yaptığı görülmüyor.
4) Sokak başı ile gri aracın arasındaki mavi montlu bir polis iki PKK’lının arkalarından ateş ediyor. Bazı mermiler yerde sekiyor.
4) Gri aracın yanındaki polislerden birincisi kaçan PKK’lı Uğur Yakışır’ın önünden, yanından ve arkasından ateş ediyor.
5) Gri aracın yanındaki ve arkasındaki polislerden ikincisi ve üçüncüsü kaçan PKK’lı Uğur Yakışır’ın arkasından ateş ediyor.
6) Otopsi raporuna başının arkasından vurulan Tahir Elçi, yüzükoyun ve başı sokağın doğu tarafına bakacak şekilde düşüyor. Bu düşme pozisyonu da Tahir Elçi’yi vuran merminin sokağın Gazi Caddesi tarafından yönünden geldiğini doğruluyor.
Bu noktada (eğer doğru olduğunu farz edersek) Mahsum Gürkan’ın “…koşarken birinin yanımda düştüğünü gördüm” ifadesi bir hayli önem kazanıyor. Çünkü kamera kayıtlarına bakıldığında birinci saniyede Tahir Elçi hayatta. Mahsun Gürkan muhtemelen yedinci saniyede Tahir Elçi’nin yanından geçiyor. İşte tam bu saniyedeki sokağın çıkışına doğru yapılan atışlar muhtemel zanlı olarak öne çıkıyor.
“BAŞKANDIR ABİ!”
Duvarın dibine sinen gazeteciler kendi aralarında konuşuyor. “Abi adam ölüyor yahu!” Elindeki tabancayla “Kaçma gel buraya” diye bağıran polis cevap veriyor “Tamam çağırdık ambulansı!” Gazetecilerin bahsettiği yaralı Tahir Elçi. Ama yüzükoyun yattığından önce kimse onu tanımıyor. Başından akan kan arnavut kaldırımı sokağın taşlarının arasına sızıyor ağır ağır. Gazetecilerden biri anlıyor ki yatan Tahir Elçi: “Başkandır abi!”
Peki Tahir Elçi’yi öldüren mermi hangi tabancadan sıkılmıştı? Bunun cevabını verebilecek tek şey aslında o mermi çekirdeğinin bizzat kendisi. Ancak otopsi raporuna göre mermi çekirdeği kafatasını delmiş ve geçmiş:
“…ense soldan kafasına isabet ederek arkadan öne, aşağıdan hafif yukarıya ve soldan hafif sağa seyirle kemik kırıkları, ayrıca beyin-beyincik kanaması ve harabiyeti yaparak alın sol taraftan vücudu terk etmiş olduğu…”
Yani balistik inceleme için bir mermi çekirdeği yok. O mermi çekirdeği bulunamadı. En azından biz öyle biliyoruz. Peki çekirdek olmadan silahı bulmak mümkün mü?
O ÇEKİRDEK NEDEN BULUNAMADI?
Tahir Elçi’nin öldürülmesinin ardından iki kez olay keşif çalışması yapıldı. Ancak bu iki çalışma da güvelik gerekçesiyle yarım bırakıldı. Çünkü olay yerinin hemen arkası çatışmaların yaşandığı Sur bölgesiydi. Boş kovanlardan ve mermi çekirdeklerinden oluşan 48 parça delil balistik incelemeye gönderildi. Ancak bulunan mermi çekirdeklerinin Tahir Elçi’yi öldüren mermi çekirdeği olup olmadığı anlaşılamadı.
Kapsamlı bir keşif çalışması ancak dört ay sonra yapıldı. Ekiplerin aradığı birinci delil Tahir Elçi’yi öldüren o mermi çekirdeğiydi. İyi ama aradan geçen dört ayın ardından o çekirdeğin bulunması mümkün müydü?
Yapılan çalışmalarda olay yerinde o gün 28 silahtan 108 mermi ateşlendiği belirlendi. Son keşif çalışmasında 23 mermi çekirdeği daha bulundu. Ancak çoğu deforme olmuştu. O mermilerden biri -kuvvetle muhtemel- Tahir Elçi’nin başına isabet etmişti. Ancak ‘tüm çalışmalara rağmen’ Tahir Elçi’nin ölümüne neden olan mermi çekirdeği bulunamadığı açıklandı.
Peki ya atış yönü ve mesafesi? Otopsi raporunda şu ayrıntılar bulunuyordu: “Ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarasının incelenmesine göre atış mesafesinin uzak atış mesafesinden yapılmış olduğu…” Tahir Elçi’yi öldüren silah atış yönü ve mesafesi tayiniyle bulunabilir miydi?
CEVAP 7 SANİYEDE GİZLİ
Kriminal incelemelerden biri de “atış yönü ve mesafesi” hakkında. Atış yönü ile -adı üzerinde- merminin hangi yönden geldiği tespit ediliyor. Ancak Tahir Elçi’nin öldürülmesi olayında böyle bir tespitin imkansız olduğu ortaya çıktı. Neden mi? Bir adli kriminalist bu soruya şu yanıtı veriyor: “Atış yönü hareketli nesnelere tayin edilemez. Olay anında ‘hedefin’ hangi açıda durduğunu bilinemez. Hele hele ‘hedef’ canlı ise atış yönü ile tespit imkansızdır.”
Zaten Tahir Elçi’nin ölümüne dair oluşturulan 5 kişilik bilirkişi heyeti hazırladığı raporda bu yönde bir sonuca varıyor:
“…farklı bölge ve istikametlerden yapılabilecek atışların da maktülün vücudunda meydana gelen ateşli silah mermi çekirdeği giriş çıkış yaralarına neden olabileceği…”
Bilirkişi heyeti raporunda olay yerinde ateş eden tüm polisler potaya koyuluyor. Halbuki görüntü bindirmesinden anlaşıldığı kadarıyla ve Mahsum Gürkan’ın ifadesi doğru kabul edilirse, Tahir Elçi’nin ölümüne neden olan mermi o yedi saniyelik bir zaman diliminde ateşleniyor.
İşte bu 7 saniye çok önemli. Bu noktada Tahir Elçi’yi vuran silah konusunda ibre kaçan PKK’lıların ardından ilk ateş açan polisleri gösteriyor. Bu polisler -eğer Mahsum Korkmaz’ın ifadesi doğru ise- gri aracın yanındaki polisler değil. Eğer Mahsum Korkmaz yalan söylediyse gri aracın yanıdaki polisler de şüpheli potasına giriyor. O halde olağan şüpheli polis sayısı 4 ila 6 arasında değişiyor. Sokağın başındaki iki polis, sokağın başı ile gri aracın arasındaki mavi montlu polis, gri aracın yanındaki üç polis… Böylelikle Tahir Elçi’yi vuran silahı ‘tek’e düşürme çalışmaları bir çıkmaza saplanmış görünüyor.
SUİKAST Mİ, TRAJİK BİR TESADÜF MÜ?
Tahir Elçi cinayetinin failinin tespiti teknik açıdan bir çıkmazda görünüyor. Peki Tahir Elçi’nin ölümü planlı bir suikast miydi? Acaba amaç derin devletin bir gözdağı mıydı?
Ergenekon isminin savcılık mütalasıyla aklandığı şu günlerde ‘karanlık derin devlet’ operasyonlarını inkar etmenin saflık olacağı muhakkak. Hele hele Uğur Mumcu, Taner Kışlalı, Danıştay ve Hrant Dink cinayetleri gün gibi ortada iken…
Peki Tahir Elçi’nin trajik ölümü gerçekten de böylesi bir karanlık cinayetler zincirinin bir halkası mıydı?
27 Kasım saat 05.00’ten itibaren 28 Kasım saat 11.17’ye kadar tüm yaşananlar titizlikle hazırlanmış bir suikast planı mıydı?
Yani,
Mahsum Gürkan ve Uğur Yakışır’ın 27 Kasım tarihli silahlı çatışmadan kurtulması,
ertesi gün bindikleri birinci taksiden inmesi ve ikinci taksiye binmesi,
şehit düşen iki polisin yaklaşık 75 metre koşarak taksiyi Yenikapı sokağın önünde durdurması,
iki PKK’lının tam da Yenikapı sokağın önünde inmesi,
Mahsum Gürkan ve Uğur Yakışır’ın kaçabilecekleri en az 5 sokak varken Yenikapı sokağı tercih etmesi,
kendi ifadesine göre Uğur Yakışır’ın başka bir sokağa yönelmişken yeniden Yenikapı sokağa girmesi,
sokak girişindeki ve içindeki polislerin iki PKK’lıyı durduramaması, kaçan iki PKK’lının yanından koştukları Tahir Elçi’yi de hedefe sokması,
Tahir Elçi’nin basın toplantısını aslında öğleden sonra değil de sabah 10.30’da yapmasının sağlanması ve böylece kaçan PKK’lıların sokağa girme saatine denk düşürülmesi,
Kaçan PKK’lıların sokağa girişlerinin tam da Tahir Elçi’nin toplantıyı bitirmesine denk düşürülmesi,
Sıkılan onlarca mermiye rağmen sokak içindeki, polis, gazeteci, sivil vatandaş, Mardin Kebap Evi’ndeki dönercinin, sokaktan geçen kedinin değil de sadece ve sadece Tahir Elçi’nin vurulması…
Bunların tümü planlanmış mıydı?
Cevabınızı bilmiyorum ama Tahir Elçi’nin ölümü “Derin devlet işbaşında. Avukat, savcı, hakim kim olursanız olun ayağınızı denk alın!” mesajını pompalayan komplo teorisyenlerinin ekmeğine yağ sürecek gibi görünüyor.