“Kimi insanlar var ki, dünya hayatı ile ilgili konuşması hoşunuza gider ve en amansız düşman olduğu halde kalbindeki duyguların samimi olduğuna Allah’ı şâhit gösterir. İş başına geçince yeryüzünde kargaşa ve bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli mahvetmeye çalışır. Oysa Allah kargaşa ve bozgunculuk çıkarmayı kesinlikle sevmez. Orası ne kötü bir barınaktır.” (Bakara Sûresi, 2/204-206)
Kur’an-ı Kerim’in ortaya koyduğu karakter öyle ki: “Nerede ise parmağını ona doğru dikecek ve milyonlarca kişi içinden kendisini seçerek ‘İşte Kur’an-ı Kerim’in anlatmak istediği insan tipi budur’ dedirtiyor. Mesela buradaki karakter, “Konuşuyor ve kendisini iyiliğin, samimiyetin, bağlılığın, sevginin, fedâkârlığın insanlara iyilik, fayda, mutluluk ve dürüstlük sunma arzusunun sembolü olarak tanıtıyor. Konuşurken sözleri hoşunuza gidiyor, tatlı dili sizi büyülüyor, sesinin âhengine bayılıyorsunuz; iyilikten, iyilikseverlikten ve yapıcılıktan söz ederken ağzından bal akıyor. Sözlerinin tesirini ve inandırıcılığını daha da artırmak, bağlılık ve samimiyetini vurgulamak, kendisini takvalı ve Allah’tan korkan bir kişi gibi gösterebilmek için ‘kalbindeki duygularının içtenlik ve samimiyetine Allah’ı şâhit gösteriyor’ Halbuki o, aslında en amansız bir düşmandır’ Kalbinde kin ve düşmanlık kaynıyor. Gönlünde sevginin ve hoşgörünün kırıntısı bile yoktur. Orada ne sevgiye ve yararlılığa ve ne de fedakârlığa dair en ufak bir yer bulamazsınız. İç yüzü ile dış görünüşü çelişik, görüntüsü ile iç yüzü taban tabana zıt, yalancılığı, kandırmacılığı ve yağcılığı özenli bir meslek hâline getirmiş olan bu tip, günün birinde iş başına geçince, sorumlu bir mevkiye gelince gerçek yüzü meydana çıkar; meharetle gözlerden sakladığı iç âlemi açıklığa kavuşur; kötülükten, azgınlıktan, kinden ve bozgunculuktan ibaret olan özü gözler önüne serilir: “İş başına geçince yeryüzünde kargaşa ve bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli mahvetmeye çalışır. Oysa Allah, kargaşa ve bozgunculuk çıkarmayı kesinlikle sevmez.” Bu insan tipi görev başına geçince bütün katılığı, kırıcılığı ve inatçılığı ile kötülüğe ve bozgunculuğa yönelir. Bu yönelişi, her türlü canlının kökünü kurutma eyleminde somutlaşır. Onun yapısına işleyen bu yıkıcılığı, dilinin tatlılığı, göz boyacılığı; yararlı, iyiliksever, hoşgörülü ve yapıcıymış izlenim ve algısını uyandıran sahte dış görüntüsü örtüyor, gözlerden saklıyor.”
“Ona ‘Allah’tan kork’ denilince günahları yüzünden gururlanma damarı kabarır. Böylesi için cehennem yeterlidir.” Bu insan tipi iş başına geçince yeryüzünde kargaşa çıkarmaya yönelir, ekini ve insan neslini mahvetmeye başlar, yıkıcılığı ve tahripkârlığı yaygınlaştırır, içini kemiren kini, kıskançlığı, şirretliği ve bozgunculuğu dışa kusar. İşte bütün bu melânetleri işlerken biri ortaya çıkıp da kendisine Allah’tan çekinmesini, O’ndan utanmasını ve gazabından sakınmasını hatırlatmak gayesi ile “Allah’tan kork” deyince böyle bir sözü işitmek bile hoşuna gitmez, takvâya yönelmeye burun kıvırır, eğri yolda olduğunu kabul ederek doğruya yönelmeyi gururuna yediremez. Hemen pohpohlanma duygusuna kapılır. Bu pohpohlanma hakla, adâletle ve yararlılıkla değil, “günah” ile olur. İşlediği suçlarla, günahlarla ve eğrilikle üstünlük taslar; kendisine hatırlatılan gerçeğe ve doğrudan doğruya Allah’a karşı utanmadan başkaldırır, serkeşliğe kalkışır.”
Bunları özetle Seyyid Kutub’un “Fî; Zılâli’l-Kur’an” tefsirinden aktarıyorum.
Mısır’da firavunlar gelip geçmiş böyle davranmışlardır. Seyyid Kutub da böyle birisiyle karşılaşmıştı. Şimdi bu âyetlerin aynasından bakarsak, Kur’an-ı Kerim’in ne kadar canlı olduğunu ve bizleri ne kadar yakından takip ettiğini de anlamış oluruz…