Bir önceki yazımda Dr. Hasan Beyden naklen, İslamda
diyaloğun temellerinin pragmatist olmayıp otantik (samimi, dürüst, net, açık)
olduğunu ifadeye çalışmıştım. Ama mesele henüz bitmemişti. Onun için, bugün de
devam edeceğiz inşaallah..
Dr. Hasan Bey, beş emekli Râhip, bir Haham ve eşi ve
birkaç akademisyen teoloğa İslam’da diyaloğun temellerini, ekseriyeti Ahmet
Kurucan Hocamızın bu husustaki doktora tezinin İngilizcesi üzerinden kurs verme
şeklinde anlatıyor…
İslam kelimesi ve İslam’da barışın esas olduğu
mevzuunu anlattıktan sonra diyor ki:
“Kur’an’daki savaş içerikli âyetler genelde on tane,
özelde ise üç tanedir; fazla değildir. Bunlar da aktif savaş hallerinde
Müslümanların kendilerini savunmaya yönelik tavırlarını belirleyeceği
âyetlerdir. Bunlar incelenirken nüzul (iniş) sebepleri ve âyetlerin türlerine
göre contextualize edilmeleri (cümle akışına göre siyak ve sibak yani âyetin
öncesi ve sonu ile alâkasına göre mânalandırılmaları) gerekir, yoksa
contextinden koparılan âyet ve hadislerin, kişilerin siyasî, görüş, şahsî
menfaat ve maksatları uğruna kullanılan araçlara dönüştürülebilir. Bedir, Uhud,
Hendek v.s. savaşlar hangi şartlarda, nasıl cereyan ettiği, esirlere nasıl
davranıldığı göz önüne alınmalıdır. Hz Peygamber Muhammed Aleyhisselam’ın
özellikle Hendek savaşında, savaşmak yerine barış için Müslümanların
gelirlerinin bir kısmını verme teklifi çok önemlidir. Prof. Dr. Muhammed
Hamidullah’ın tesbitiyle Efendimizin (S.A.S.) hayatındaki bütün savaşları
savunma hedeflidir. İstatistikî bilgilere göre, Peygamberimizin (S.A.S.) 63
yıllık hayatının 23 yıllık peygamberliğinin çok azı savaşlarda geçmiştir.
Ayrıca her iki tarafın savaşlarda kaybettiği insan sayısı da son derece azdır.
O dönemdeki insan nüfusunun 650 milyon olduğuna dikkat eder ve bir mukayese
yaparsak; Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında (tartışmalı da olsa) 129
milyondur. Amerika iç savaşları, Komünist Devrim, Fransız İhtilali sırasında
ölenler o zamanki dünya nüfusları ortalaması v.s. çarpılsa, bölünse, toplansa…
hiç bir şekilde İslam Peygamberi Muhammed Aleyhisselam’ın dönemindeki kayıplarla
kıyaslanamaz… Artık şimdi kılıçlar kınına girdi… Artık ilim ve aklın hâkim
olduğu şu dönemde medenilere galebe kılıç ile değil, iknâ iledir. Üstad
Bediüzzaman’ın ifadesiyle MÜSLÜMANLARIN, (ama Prof. Dr. Thomas Michell’in
algılamasıyla İNSANLIĞIN) üç düşmanı cehalet, fakirlik ve tefrikaya, ilimle,
sanatla muhabbet ve marifetle savaş açılacaktır. Hem de mukaddes bir savaş
açılması gerekmektedir.
“Belki de bazı Müslüman gençlerin günümüzde
radikalleşmesinde başta Çağrı filmi gibi filmlerin rolü olmuş olabilir. 1980’li
yıllardan itibaren büyüyen nesillerin, Peygamber Efendimizin (S.A.S.) hayatını
Çağrı filminde geçen savaş sahnelerinden ibaret gibi görmelerini; hatta o
filmleri seyrederken çocukların aralarında küçük yaşlardan itibaren oyuncak
kılıçları sallayarak büyüdüğünü düşünelim. İşte biz böylece kendimize,
gençlerimize en büyük zararı vermişiz demektir. Sanki Peygamber Efendimiz
(S.A.S.) bu duruma göre savaştan başka bir iş yapmamış… Yani biz genç
nesillere, sevgi ve barış dini telkinleri yapacağımıza yanlış bir arzda
bulunmuş olduk. Kendimizi bu hususta bir özeleştiriye tâbi tutmamız
gerekmektedir… İnşaallah bir gün Peygamberimizi (S.A.S.) cihan sulhünü temin
edecek barış elçisi, sevgi peygamberi olarak sunabilecek projeler yaparız sonra
da işte o zaman Çağrı filmini yeniden çekebiliriz…
“Benim bu arzlarımdan sonra, Musevî ve Hıristiyan din
adamları, iyilerin el ele verip bir araya gelmesi ve yek vücut olması,
İslamiyeti doğru tanıması hususunda kanaat birliğine vardılar…
“Ramazan Ayı gerçekleştirdiğimiz diyalog iftarlarından
da birkaç not arz etmek işitiyorum: el-Hucurat, 49: 13, el-Mâide, 5: 48,
el-Ankebut, 29:46, el-Bakara, 2:62, el-Mâide, 5: 69, el-Bakara, 2:148,
el-İmran, 3: 199 gibi âyetleri mânaları ve ruhları itibariyle ele alındı.
“Her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik. Eğer dileseydi, hepinizi
bir tek ümmet yapardı. Fakat O, size farklı şeriatlar dairesinde sizi imtihan
etmek istediği için ayrı ayrı ümmetler yaptı.” (5:48) âyeti, biz ne
kadar arzu etsek de, herkesin bizim dinimize inanmayabileceğini gösteriyor…
“Zulmedenler hâriç, Ehl-i Kitap ile en güzel olan
şeklin dışında bir tarzda mücadele etmeyin.” (29/46) “Herkesin
yöneldiği bir cihet vardır, haydi öyleyse, hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede
olursanız olunuz, Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz ki, Allah herşeye
kadirdir.” (2/148) “Ehl-i Kitap içinde, Allah’a iman ettikleri gibi,
Hakkı tazim ederek hem size hem de kendilerine indirilen Kitaba inananlar da
vardır. Onlar Allah’ın âyetlerini, değersiz bir menfaat karşılığında satmazlar.
İşte Rabbi nezdinde mükafatları olanlar onlardır. Muhakkak ki, Allah, hesabı
pek çabuk görür.” (3/199) âyetleri birbirimizin inanç ve dinine saygı
duyup herkesi kendi konumunda kabul etmeyi ve anlamayı öğütlüyor. Ayrıca “Zaten
hepinizin dönüşü Allah’a olacak, O da hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyleri size
tek tek bildirecektir (haklıyı haksızı iyice belli
edecektir).” (5/48) âyeti, ihtilaf meselelerinin bir gün bize haber
verileceğini arz ettiğimiz sunumundan sonra sizin Ehl-i Kitap misafirlerimiz
bize, “Sizin dininiz ne kadar evrensel bir din!” diye hayretlerini ifade
ediyorlar. Bir başka Hıristiyan grup da: Kur’an’da Hıristiyanlardan Hz. İsa ve
Hz. Meryem’den bahsedilmesinden haberdar olmadıklarını, bu durumun onlar için
bir onur olduğunu, bundan sonra da böyle sunumları merakla beklediklerini
söylüyorlar.”
Görüyoruz ki, günümüzde bilhassa bu süreçteki gadr ve
zulümlerin vicdanları harekete geçirmesiyle bütün cihanda bir EVRENSEL MERAK
kendisini göstermekte. Bu imkanı çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor.