17-25 Aralık gibi talihsiz bir zaman diliminde bu yazıyı yazmak oldukça zor oldu benim için. Çünkü basından öğrendiğimiz kadarıyla bu tarihte, Türkiye’de, belki de Osmanlı’dan itibaren yapılan en büyük hırsızlık ve rüşvet olayları ortaya çıkarılmıştı.
Kahraman polisimizin gün yüzüne çıkardığı bu hırsızlık ve yolsuzluk olaylarının ardından o günün hükümeti hızlı şekilde harekete geçerek, evvela göstermelik bir biçimde bu olaylara ismi karışanlardan birkaçını sorguya aldı, bazısını da hapse attırdı. Ama kısa sürede neredeyse tamamı tahliye edildi. Bilahare, bakanların ve üst düzey yetkililerin işin içinde olmasının anlaşılmasıyla meselenin ne kadar büyük olduğu böylece ortaya çıkmış oldu.
Devrin başbakanı, bu hırsızlık ve yolsuzlukların kendisine karşı girişilen bir komplo olduğunu bir taraftan halka empoze ediyor, diğer taraftan da basın yayının işin üzerine gitmesi işin tuzu biberi oluyordu. Bu hırsızlık ve yolsuzluk “tape”lerinin basın aracılığıyla ortaya saçılması, Sayın Başbakan ve ilgili bakanları iyiden iyiye kızdırıyor ve artık Türkiye adım adım kaosa sürükleniyordu.
Basından edinilen bilgiye göre meselenin iki ana hedefi görülüyor:
Birincisi, başbakana göre bu yolsuzlukları ortaya çıkaran gücün arkasında F. Gülen Hoca vardı. Gülen Hoca’nın taraftarlarının, dönemin başbakanını bu yolsuzluklarla devirme algısı oluşturulmaya başlandı.
İkincisi ise, bu yolsuzluk ve hırsızlıkları ortaya çıkaran evvela emniyet güçlerine, daha sonra, Fethullah Gülen Hocaefendi ile irtibatlı olduğu düşünülen, O’nu sevenlerin oluşturduğu tüm kurumlara operasyon başlatıldı. “Cemaat” veya “Hizmet Hareketi” olarak adlandırılan bu yapı, Türkiye’nin her beldesinde, hayatın her kademesinde okullarla, üniversite hazırlık kurslarıyla, üniversitelerle ülke yararına çok hayırlı işler yapmıştı ve yapmaya devam ediyordu.
Cemaate mensup olduğu bilinen ve tahmin edilen insanların tamamı intikam hırsıyla, yaşına-kurusuna bakılmaksızın derdest edildi, işinden edildi, mağdur edildi. Yine bizzat dönemin başbakanının ağzından çıktığı şekliyle cemaate karşı bir “cadı avı” başlatıldı. Yeni mahkemeler kurularak, özel yetkili savcılar ve hakimler görevlendirilerek topyekun bir kıyıma girişilmişti. Sayın Başbakan bu kıyımı miting meydanlarında ve TV programlarında iftiharla anlatıyordu, 80 milyonluk halkımıza. Aklıselimin hiçbir anlam veremediği türden, anlaşılması zor bir kıyımdı, bu.
Yaklaşık yüz yıllık Moğol istilasının kısmî benzerlikleri bir tarafa alınacak olursa, son 10 senede Türkiye’nin yaşadığı zulüm insanlık tarihinde görülmemiş bir olaydır. Biz emsalini bulamadık. Lokalde Hitlerle de benzerlikleri vardır, belki. Fakat Türkiye bu dönemde ülkenin 90 yıllık maddi-manevi birikimini yok ederek rekor kırdı. Ülke insanına reva görülenlere bir göz atılırsa, zannımca ne kastettiğim daha iyi anlaşılacaktır.
17-25 Aralık’tan sonra ülkemizde 3 yıl içinde 134.194 kişi işinden ihraç edildi. Cadı avı kapsamında 95.458 kişi gözaltına alındı, bunlardan kadın-erkek, suçlu-suçsuz, bebek-çocuk, genç-yaşlı ayrımı yapılmaksızın 47.685 kişi tutuklanıp hapishanelere kapatıldı.
- Cumhurbaşkanı Demirel’in “Türkiye için dünya ile yarışıyorsunuz” dediği eğitim-öğretim kurumlarından 2.099 okul, yurt ve üniversite kapatıldı. Üniversite farkı gözetilmeksizin 7.317 akademisyen işinden atıldı, kimisi hapsedildi. 4.317 hakim ve savcının görevine son verildi. 149 medya kuruluşu kapatıldı, ayrıca 231 gazeteci tutuklanarak hapse atıldı. Bunun dünya gündemini ne kadar meşgul ettiği de ayrıca tartışılmalı.
Bütün bunlar Sayın CB Erdoğan’ı tatmin etmemiş olmalı ki, hala miting meydanlarında ve kalabalıklar karşısında, “şecaat izhar ederken sirkatin söyleyen Kıpti” gibi övünmeye devam ediyor! Ve hala “inlerine gireceğiz, dedik mi, dedik. Girdik mi girdik, dahabitmedi, daha görecekler göreceklerini!” türünden kin ve nefret kokan, halkı galeyana getiren demeçler veriyor.
Her konuşmasını ve çıkışını iç siyaset argümanı olarak kullanıyor ve kendisiyle beraber kendisine alkış tutanları tatmin etmeye çalışıyor. Gözden kaçmaması gereken insanlık dı
şı bir olayı da görmek lazım: Ülkemize ekonomik anlamda büyük yatırımları olmuş, ülkenin itibarı mahiyetindeki yüzlerce vergi rekortmeninin ve binlerce insanın mal varlığına el koyarak en büyük kabusu oluşturdu. Bütün bunlar yaşanırken ülkedeki işlerin süt liman olduğu halka dikte edilmektedir.Okurlarımdan, “yazılanların başlıkla ne ilgisi var” türünden istifhamlar duyar gibi oluyorum. Ehemmiyetine binaen içeriği değiştirdim. Bir dahaki yazımda “Kitap Düşmanlığı”nı anlatmaya çalışacağım.