Birkaç sene evvel kaleme aldığım bu yazımı, bir iki arkadaşımın isteğiyle burada da yayınlamaya kadar verdim. Birkaç sene evvel kaleme aldığım bu yazımı, bir iki arkadaşımın isteğiyle burada da yayınlamaya kadar verdim.
Öteden beri Avrupa’ya işçi olarak Türkiye’den giden insanların hayat hikâyelerini, yaşantılarını ve gurbet elde neler yaptıklarını aslında önceden görmeliydim. Onların acı-tatlı hatıraları filmlere, romanlara ve bağrı yanık Anadolu insanının türkülerine konu olmuştu. Yarım asırlık bu acı serüvenin meyve vermeye başlaması ve meyvelerinin olgunlaşmaya başladığı Avrupa’yı, hassaten de Fransa’yı gezmeyi ve Türk işçilerinin arasında bulunmayı çok istiyordum. Paris’i birkaç defa görmüştüm bu defa da Güney Fransa’yı görmek istedim. Son yolculuğumda Lyon uçağıyla oraya uçtum. Arkadaşlardan beni gezdirmelerini istemiştim; onlar bunu kabul etti ve beni havaalanından alıp şehre getirdiler. Etap isimli mütevazi bir otelde birkaç saat dinlendikten sonra Yüksel isimli bir arkadaş Lyon’da beni gezdirdi birkaç yere uğrattı, bazı insanlarla tanıştırdı. Sonra Lyon’a 80 km mesafede bulunan Macon şehrine götürdü. Çoğu Yozgatlı 30-40 arkadaşla görüşüp sohbet ettik, bu civarda Yozgatlı’lar çokmuş. Her birisi iyi-kötü birer iş sahibi olmuş. Tanıdıklarına haber veremedikleri için çok insan gelememişti. Onlarla konuştuk şakalaştık ve daha çok insan davet ederlerse yine gideceğimi söyleyip oradan ayrıldım.
Valance’den Macon’a sohbete gelmiş olan Sivas’li Ömer isimli bir arkadaş ikamet ettiği Valance’e beni davet edip götürdü. Orada hoşuma giden bir aktiviteyle karşılaştım. 100 kadar öğrencinin gelip gittiği ve 20 kadar öğrencinin de yatılı kalabileceği küçük minyon bir Eğitim-Kültür evi yapmışlar o civardaki Türkler. Geceyi orada geçirecektim akşam ziyaretime 25-30 kadar civar sakinlerinden Türkler geldi. Tanışma sırasında emekli bir imam da vardı. Onun geliş sebebini merak edip sordum, oradaki Türkler, Şükrü hocayı 3 aylığına davet etmişler, boş zamanlarında çocuklarına Kur’an-ı Kerim öğretiyormuş, yakında büyüklere de öğretmeye başlayacakmış, bravo tarafları tebrik ettim. Sabah namazı için cemaate 15 kadar öğrencinin katılımı beni memnun etti.
Kahvaltıdan sonra Valance’den hızlı trenle Marsilya’ya hareket ettim. Hızlı trene ilk kez binecektim. Marsilya 250 km dediler ve tam bir saate Marsilya tren garına geldik. Burada beni Paris’ten tanıdığım Serkan bey bir-iki arkadaşıyla karşıladı, oradan ileride okul yapmayı planladıkları Kültür Merkezlerine götürdü. Gideceğimiz yerde kermes varmış Türkiye’den geldiğimizi duyunca sohbete davet ettiler. Sohbette bizi soru yağmuruna tuttular; bir saat kadar onlarla sohbet ettik. Gördüm ki Türkiye ve dünyadaki gündemlerini çok iyi takip eden entellektüel bir yapıya sahip oradaki dinleyicilerin hepsi. Sorulara cevap vermede zorlandığım da oldu.
Orada ticaret yapan Ali Beyle Serkan Bey bizi alıp gece kalacağımız Hakan beyin evine götürdüler. Hakan Beyin babası Halil Bey bizi karşıladı, öğle namazımızı kıldıktan sonra Ali bey, evine yemeğe götürdü, hanımı Nesrin abla güzel bir öğle yemeği hazırlamış, kızı Esra oğlu Alperen’lerle sohbet ettik ve güzel çaylarımızı yudumlarken tekrar bir davetle karşı karıya kaldık, yeniden Kültür Merkezine döndük. Türkiye’den oralara giden 20 kadar esnafla sohbet ettik. Evinde kalacağımız Hakan beyle orada tanıştık bizi evine götürdü, bahçeli yeşilliklerin çevrelediği iki katlı güzel şirin bir ev. Bir de küçücük müstakil bir misafirhane yapmış evin bitişiğine. Hem akşam yemeğini orada yedik hem de gece orada kaldık. Ertesi günü Marsilya’yı gezdirdi arkadaşlar ve akşamüzeri Serkan beyle Ali Bey beni Nice yakınlarında bir ilçeye getirdiler, Ali Bey Marsilya’ya döndü Serkan beyle ben gece Yavuz Haşlak beyin evinde kaldık, yine civardan bizim geldiğimizi duyan Türkler geldiler. Yavuz beyin hanımı Özlem abla güzel bir akşam yemeği hazırlamış 15 kadar arkadaş yemek yiyip sohbet ettik. Geceyi orada geçirdik ve Nice’den Amsterdam’a sabah 09.15 uçağıyla uçtum. Gece evinde kaldığımız Yavuz Haşlak bey Serkan beyle birlikte beni Nice havaalanına götürdüler. Nice biraz engebeli arazi üzerinde boydan boya Ak Denize sahili olan yeşillik mi yeşillik şirin mi şirin bir il. Öteden beri Türkiye’nin ileri gelen zengin ve mutlu azınlığın senenin birkaç ayını burada geçirdikleri güzel manzaralı dağlarla denizin öpüştüğü turistik bir bölge.
Zamanla deniz doldurularak havaalanı pisti yapılmış. Ayrıca da pist zaten denizin de tam kenarında.
Akşamleyin sohbetimize gelmiş olan Azerbaycanlı İsmail isimli bir arkadaş yola vurmak üzere Hava Limanı’na gelmişti. Ortak sevdamız olan Azerbaycan ve Bakü ile alakalı bu arkadaşla bir müddet görüşüp konuştuk, vakit gelince ben uçağa geçtim.
Amsterdam için uçağımız havalandıktan sonra 2 saate yakın karla kaplı muhteşem manzaralı Alp dağ silsilesinin üzerinden uçup Amsterdam’a indik. Orada beni hem Zaman gazetesi hem de eğitim hizmetleriyle meşgul olan Erdem karşıladı. Yakın bir yerde kültür evi varmış oraya götürdü. Bir-iki saat kadar dinlendim. Sonra Bekir bey ve İsmail beyle beraber tarihi turistik bir mekanında balık yemeye çıktık. Yemek dönüşü akşama, gerek Hollanda’da doğmuş büyümüş, gerek Türkiye’den gelip orada üniversite okuyan ve yeni gelen öğrencilere rehberlik yapan yaklaşık 100 kadar arkadaşın Kutlu Doğum münasebetiyle kültür evinde programları varmış. Hem çokça selâtu selam, hem de Peygamberimizin hayatını anlatan Sonsuz Nur’dan yarışırcasına okumuşlar. 17 defa da Kur’an-ı Kerim’i hatim indirmişler. Sanırım, Allah Resulüne 1 ayda 23 milyon selât u selam okumuşlar
Benim de kısa bir sohbetim istendi. Öğrencilerin huzurunda çok duygulanarak 15-20 dakika kadar konuşmaya ve onların duasını almaya çalışıp yanlarından ayrıldım. Şu kadarını diyebilirim ki o gün orada o arkadaşların vahdet-i ruhiyeleri ve bir araya gelişlerinin meydana getirdiği sinerji, cemaatle kılınan akşam namazı, oradaki maneviyatı zirveye taşıdı. Biz ayrıldıktan sonra arkadaşlar kendi programlarına devam etti. Biz de -yine çoğu Amsterdamlı- ziyaretimize gelen 10 kadar tıp doktoru arkadaşla çay içip sohbet ettik.
Sabahleyin 09.00 gibi senelerdir Hollanda’da hizmet eden Ömer isminde kıymetli bir arkadaş kaldığım Öğretim Merkezinden beni aldı ve beraber Amsterdam’daki Türk iş adamlarından Erdoğan Beyin Lokantasına kahvaltı yapmaya götürdü. Hollanda’nın Alpereni olarak tanınan ve oradaki eğitim-öğretim faaliyetlerine, diyalog çalışmalarına, iki ülke arasında dostluk köprüleri kurup, ticari faaliyetlerimizin artmasına katkı sağlayan, Hollanda’daki Türkiyeli esnaf, işçi, öğretmen, öğrenci velhasıl her kesimden insana babalık yapan B. Uyanık beyin de hazır olduğu 7-8 kadar iş adamının katılımıyla güzel temiz ve nezih lokantada şark usulü hem mükemmel bir kahvaltı yaptık, hem de dünyanın çeşitli ülkelerinde gezip gördüğümüz fedakâr Türk iş adamları ve yatırımcılarının kurdukları okulları, eğitim öğretim hizmetlerini ve Muhterem Fethullah hocamızın bu koca hizmeti sevk ve idaredeki dehasına misaller vererek sohbetimizi sürdürmeye çalıştık.
Gencecik, daha çiçeği burnunda bay ve bayan civanmert öğretmen, belletmen ve öğrencilerin bu kulvardaki bitmek tükenmek bilmeyen samimiyet ve fedakârlıklarından da örnekler vermeye çalıştık.
Samimiyet ve fedakârlıkta sınır tanımayan ülke insanımızın, bay bayan fark etmeden büyük yatırımcısından tutun, işçisine, esnafına, memuruna, köylüsüne, kentlisine hatta öğrencisine kadar elindeki maddi ve manevi varlığını bu hizmetlerin yapılması için veren Türkiye insanı yeniden bir dünya inşa ediyor. Gelecekte kim bilir bu destanı kimler kaleme alacaktır! Ne mutlu uzaktan yakından bu hizmetin içinde olanlara hatta bu hizmete alaka duyanlara, yazıklar olsun milyonların takdir ettiği bu hizmet ve hizmet sevdalıları hakkında ileri geri söz söyleyip kötülük edenlere!
Kahvaltıdan sonra Bekir bey beni iki arkadaşıyla havaalanına getirdi chekin işlemlerimi yapıp pasaport kontrolünden geçinceye kadar bana refakat ettiler. Kendilerine teşekkürü borç bildiğim bu arkadaşlardan ayrıldıktan sonra KLM hava yollarının 757 sefer sayılı MD-11 tipi uçağıyla Amsterdam – Panama City uçuşuna başladım.
İnşallah oraya varınca orada göreceğim güzellikleri değerli okuyucularımla paylaşırım inşallah.