Ahlaksızlık, hem beden hem de ruh hastalığıdır; hem beden hem ruh diyorum, çünkü insan ne sadece beden (et-kemik), ne de sadece ruhtur. Onun için de beden ve ruh hastalığıdır, diye söyledim. Ruh hastalığı, beden hastalıklarının en kötüsü ve en amansızından daha kötü ve daha tehlikelidir. Çünkü bedeni hastalık en kötü ihtimalle, insanın hastalığa yakalandığı andan itibaren geri kalan ömrünün sona ermesine sebep olur. Hastalandığı yaş kaç ise, ondan sonra da kaç yaş yaşama ihtimali varsa, insanı o kadar dünya hayatından alıkoyar.
İman zafiyetinden kaynaklanan ahlaksızlık ise insanın ebedi hayatını mahveder ve insanın tahmin edilemeyecek kadar cehennem hapsinde kalmasına sebep olur. Mesela büyük günahların hemen hemen hepsi birer ahlaksızlık neticesidir! Her Müslümanın alıştığı ve kolay kolay da terk edemediği gıybet, adam çekiştirme, insanlara kötü davranma sövme, dövme, öldürme, çalma, çırpma, gasp etme, devlet ve millet malına, insanın canına, malına ve namusuna tecavüz etme. Kendisine emanet edilen vazifeyi kötüye kullanma, makamının gereklerini yerine getirmeme ve hatta zulmetme, haliyle kötü ahlaktır. Hele hele bunları yapanlar hâkim ve savcı ise, ya da hüküm verme konumunda iseler bunlar son derece adil karar vermezler veya sipariş üzerine karar verirlerse vay hallerine! Bunar çoğaltılabilir. Memuriyet ve iş hayatında dürüst olmama, hatta adam kayırma, alinin hakkını veliye, velinin hakkını da aliye verme, ihaleye fesat karıştırma, rüşvet alma, rüşvet verme gibi binlerce hatta milyonlarca insanın hakkına girme, din ve diyanetle asla alakası olmayan bu kötü sıfatların tamamı büyük ahlaksızlıktır ve cezaları Allah nezdinde çok mu çok büyüktür. Bu sayılan kötü sıfatların ahlaksızlık olduğunu birer ikişer ayet ve hadislerle destekleyecek olsak bu makale 500 sayfalık bir kitap olur.
Bu arada şunu da söylemem lazım ki, yukarıda sayılanların hemen hemen hepsini irtikap eden insanlar bile kendilerini asla ahlaksız nitelemezler. Namaz kılanı da oruç tutanı da hatta varsa içlerinden hacca gideni de bu yaptıklarını asla ahlaksızlık kabul etmezler, hemen tevil yoluna gider ve kendilerini haklı çıkarmaya çalışırlar. İnsanlar şunu bilmeliler ki, bir insan: Ne zaman nerede ve hangi şartlarda olursa osun mümin olabilmek için ahlaki şartlara uyma ve onlara riayet etme mecburiyetindedir. Ahlak müminin endam aynasıdır, ahlakına bakılır o varsa müslümanlığı ve müminliği konuşulur, bu ahlaki değerler yoksa, kimsenin kimseyi aldatmaya hakkı yoktur. Ahlak, müminin olmazsa olmazlardan zaruri bir halidir ve mümin bu hal ile yaşamalıdır. O şartlara uymayan bir Müslümana ahlaklı bir Müslüman nazarıyla bakılmayacağı gibi ahlaklı bir insan nazarıyla da bakılamaz. Ölçüyü Allah Resulü koyuyor. Gerçek Müslüman, elinden dilinden Müslümanların emniyet ve esenlikte olup (zarar görmedikleri) kimsedir. Hakikî muhacir de, Allah’ın yasak ettiği şeylerden uzaklaşıp onları terk edendir. Kütüb-i Sitte imamlarının hepsinin Ebu Musa’den R.A rivayet ettiği bu hadiste şöyle buyurur, Ebu Musa:
– Ey Allah’ın Resulü! Hangi Müslüman en üstündür? diye sordum.
– “Dilinden ve elinden Müslümanların emniyette olduğu kimse” cevabını verdi. Dikkatinizi çekerse bu hadisi şerifte Efendimiz önce dil emniyetini anıyor, çünkü dil ile zarar vermek çok kolaydır ve hiçbir zorluğu yoktur, insan dili ile etrafını yıkar döker, herkese her şeyi söyleyebilir. Nitekim koca Cumhurbaşkanı bile yüz binlerce insana diliyle yaptığı hakaretler insaniyet dışı çeşitli benzetmeler ve bu hakaretlerle milyonların hakkına hukukuna girme nasıl bir ahlaksızlıktır Allahım! Bu kadar hak ve hukukun altından nasıl kalkılır? Sanırım ancak ve ancak hakaret edilen bu milyonların haklarını CB’a helal etmesiyle, sanırım o henüz yaptıklarının günah olduğuna inanmıyor. Bundan dolayı Cumhurbaşkanı henüz bu modda değil o hala zulmetmeye devam ediyor ve makamını korumanın peşinde; hırsına ve makamına bütün ülkeyi kurban edebilir. Ama bilmediği bir şey var ki, o da her tiran ve her firavun gibi insan ve o da adım adım bu fani alemden ayrılma mecburiyetindedir:
İster elli yaşa isterse yüz, Örtülür üstüne toprak, Olursun dümdüz, ne gece görürsün ne gündüz
O zaman dünyada makamın ve devlet imkânlarının gücünü kullanarak yaptıklarının cezasını tek tek Mahkeme-i Kübra’da hesap günü hesabın görülüp cezası verilecektir. Hala yüzbinlerce insan bu zulümle inim inim inlemektedir; gerçekten inanmıyor musun, yoksa umursamıyor musun?
Ne sebep gösterilirse gösterilsin, bu kadar kindarlık, bu kadar zalimlik bir Müslümanda olamaz asla hatta melek gibi salih insanlara o kadar çirkin o kadar adi hakaretler edildi ki, bu hakaretlerin içinde, iftira, bühtan, Allah’a ve Allah’ın peygamberine hakaret ve yüzbinlerce inanan insanın kişilik haklarına tecavüz vardı. Bunlarla da doymadı adam, bu söylediklerini fiiliyata döktürdü ve bu gün on binlerce insan, hangi günahlarından ötürü hapishanelerde, hücrelerde ve zindanlarda tutuluyor bilen yok. Demek ki, geçtik artık gıybeti falan… Halbuki inanan insanlar için Gıybet, birisine kötü söz söyleme ve küfür etme dil ile yapılır, insanlara hakaret etme ve onarı küçümseme yine dil ile yapılır ve insanın dili, insanı kötülerin kötüsü yapar. Ama tersi de dili insanı melek gibi iyilik timsali yapar ve o insanın iyiliği dilden dile dolaşır dilinin güzelliği sayesinde. Nitekim Peygamber Efendimiz Tirmizî’de rivayet edilen başka bir hadislerinde, Dilini tutan kurtuldu buyurmuştur. Buhari’nin Rikak ve Tirmizi’nin Zühd bablarında rivayet edilen şu hadis-i şerif de müminleri uyarmakta ve onarı temkinli ve dikkatli olmaya yönlendirmektedir: Sehl İbni Sa’d’dan rivayet edildiğine göre Allah Resulü şöyle buyurdu:
“Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme) organını koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm.” Hıfzu’l-lisan selametü’l-insan= Lisanını muhafaza eden insan selamete eren insandır. Atasözümüz adeta abideleşmiştir. İnsanın ahlaklı olabilmesi için dilin de hakkını vermesi lazım. Allah Resulü’nün dile verdiği önemin, iyilik ve kötülükleri saymakla bitmez, zaten hadiste de, bu tabir de aynen geçiyor. Müslümanın elinden zarar görmeme meselesi de uzun uzadıya anlatılabilecek niteliktedir. Çünkü birisini elinle darp eder ve elinle öldürürsün, elinle çalarsın, her türlü kötülüğe elinle işaret edersin; iyiliği de buna kıyaslayabilirsiniz, elinle ikram edersin, elinle bir insana ve muhtaca yardımcı olursun, elinle verirsin, elinle alırsın vs. Müslim ve Tirmizi de rivayet edilen bir hadiste Efendimiz: Veren el alan elden üstündür, sözüyle de bizzat elin iyiliğini zikretmektedir. İnsanda birkaç his ve birkaç kötü duygu daha vardır ki, bunlar bazen nefsin, bazen de şeytanın öncü kuvveti gibi çalışırlar. Bunar, el, dil, üreme organı (erkek ve kadında) gibi uzuvları kullanmanın yanında hırs, kıskançlık, haset gibi hasletleri de sonuna kadar kullanırlar.
Bu kötü hasletler insanda sadece kıskançlık ve haset bile olsaydı kötülük adına bütün dünyayı kana bulamaya yeter ve artardı bile.