Çarşamba günü başlayacak
yeni Hicri Yıl ve hicret üzerinde biraz düşündüm. Hicret ile alakalı bazı
ayetlerin farklı tefsirlerine baktım. Peygamberlerin, peygamberimizin ve
ashabının hicreti üzerinde tefekkür ettim. Hicret ile sosyal değişimler ve
başarılar arasında çok sıkı bir ilişki olduğunu anladım.
İsterseniz
Ulul Azm addedilen Nuh (as), İbrahim (as) Musa (as). İsa (as), Hz Muhammed
(sav) ve ashabının hayatını inceleyin. Onları ve sahabelerini yücelten en
önemli şeylerden biri de hicretleridir.
Ne
kadar çok hicret etmişlerse muvaffakiyet de o kadar büyük olmuştur.
Peygamberimizin ashabının yüzde doksanı hem de Mekke ve Medine gibi maneviyatın
merkezini terkederek değişik kıtalara hicret etmişler.
İslam
tarihine bakıyorum. Hicret devam ettikce, İslam medeniyeti büyümüş, gelişmiş,
huzur ve saadet olmuş. Ne zaman ki rahat ve rehavetten dolayı hicret azalmış
hatta terkedilmiş, işte o zaman çöküş başlamış ve neticede yıkılmış. Bu, batılı
ülkelerin kurduğu medeniyet için de geçerli. 18. ve 19. asırlarda misyonerler
dünyada gitmedik ülke ve hatta ada bile bırakmamışlar. Neticede son bir asırdır
bunun meyvesini topluyorlar.
İNGİLİZ TARİHÇİ: 27 MEDENİYET MUHACİRLER
TARAFINDAN KURULDU
Meşhur
İngiliz tarihçisi Anrold Toynbee, insanlık tarihinde 27 medeniyetin muhacirler
tarafından kurulduğunu yazar.
İslam
dünyasında Hizmet hareketi her konuda olduğu gibi, hicret konusunda da bir
model oldu. Hoca Efendi’nin manevi önderliğinde İslam dünyasında unutulan bu
sosyal sünnet belki de bazı durumlarda farz-ı kifaye olan hicret tekrar ihya
edildi. Ama tam hakkını veremiyorduk. Sahabenin yüzde doksanı hicret etmişken
onların izdüşümü olan Hizmet Hareketi’nde bu oran çok düşüktü. Sahabe hariç,
tarihte hiç görülmeyen bu çapta bir zulüm ile karşılaşınca on binlercesi hicret
etmek zorunda kaldı. İstikamet korunursa bu hicret büyük mükafatın bir
mukaddemesi olacaktır İnşallah, tıpkı İslam tarihinde hep olduğu gibi.
Dinleri
için cebrî hicret edenler muhacir-i zülcenaheyndir. Çift kanatlı bir kuş gibi.
Büyük müfessir Fahrettin Razi’nin ifadesi ile “kısa zamanda hem madden hem de
manen çok büyük mesafeler kat ederler.” Ancak bunun bir şartı vardır ki o da
istikameti korumaktır.
Allahu
Teala Kur’an’da “Her kim Allah yolunda hicret ederse yer yüzünde gidecek çok
yer de bulur, genişlik de bulur ve her kim Allah’a ve Peygambere hicret
kastıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse muhakkak ki onun ecri
Allah’a düşer, Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Nisa: 100).
Ayetin
Arapçasında geçen “murağama” kelimesinin kökü ‘rağame’dir. Müfessirler bu
kelimeden “onlara zulmeden düşmanlarının da burnu yerden sürünür” manasını
çıkarıyorlar.
Nitekim
hep böyle olmuştur. Üstada zulmedip sürgüne gönderenlere Anadolu insanının
tabiri ile “bir avuç toprak dahi nasip olmamıştır.”
Ehl-i
keşf bir zat bana “Onu Cehennem’de kömür gibi yanarken gördüm.” dedi. Daha nice
ehl-i keşf onun bu haline ayan olmuşlardır. Üstad ise gönüllerin tacıdır.
Eserleri kırk küsur dile tercüme edilerek Kur’an ve hadisten sonra dünyada en
çok okunan olmuştur.
Evet
bu cebrî hicretin manevi mukâfatını tam anlayabilseydik, belki uçak ve
gemilerle değil, sürüne sürüne dünyaya dağılırdık. Hak yolunda hicret etmek
zorunda kalıp istikametini koruyan bu muhacilerin manevi yönlerini
keşfedebilseydik, Medine’deki Ensar’ın muhacir kardeşlerine yaptığının aynısını
yapmaya çalışırdık. Ne mutlu hicret edip istikameti koruyanlara, ne mutlu
muhacir kardeşlerine karşı ensarlaşmaya çalışanlara. Bu vesile ile 1440. hicri
yılınız mübarek olsun.
Keşke bilseydik, keşke bilselerdi
İki hafta önce
üniversitemin üç gün devam eden bilimsel araştırma forumundaydım.
Avusturalya’nın en önemli araştırma uzmanları yaptıkları konuşmalarda
akademisyenlerin makale yazmaktan daha çok sivil kuruluşların desteğini alarak
toplumu etkileyecek projelere öncelik vermesini istediler. Batıdaki
üniversitelerin hepsinin yayından çok bu tür projelere yöneldiğini belirttiler.
‘Fesübhanallah’ dedim. Hayalen geçmişe gittim. Fedakâr Anadolu insanının
Türkiye ve dünyada açtıkları eğitim müesselerini düşündüm. Hizmet müesseseleri
kırk küsur yıldır, Hizmet üniversiteleri de son on beş yıldır bunu
yapıyorlardı. Demek ki başarılarının nedenlerinden birisi de bu imiş.
Daha
önce Hasan el-Banna’nın torunu Tarık Ramazan’ın kitabında meşhur ekonomist
Albertini’nin “Halka dayanan eğitim müesseseleri devletinkinden daha çok
başarılı olur” dediğini okumuştum.
‘Evet
ne büyük nimet içindeymişiz, fakat kıymetini tam bilememişiz, keşke bilseydik’
diye içimden geçirdim. Bu müesseseleri kapatan ehl-i dalalet ve ehl-i hased rüesasının
ne büyük bir sosyal ve eğitim cinayeti işlediklerini katıldığım bu forumda bir
kere daha katiyen anladım.
Yasin Sûresi’nde Habibun Neccar, inandığı
için kendisini öldürmek amacıyla taşlayanlar hakkında “keşke bunlar Rabbimin
bana verdiği nimeti (iman) bilselerdi” (Yasin: 26) der. Ben de kendi kendime
“Hizmet erlerine bu zulmü yapanlar keşke bu sosyal ve eğitim cinayetini
işlerken ülkeye ve insanlığa nasıl bir darbe vurduklarını bilselerdi” dedim. yucelsalih@yahoo.com