Malum Ashab-ı Kiram Efendilerimizin çekmediği kalmadı. Dünyevilik açısından da Ashab-ı Suffa çok fakirdi. Efendimiz (sav) kendisine gelen hediyeleri önce onlara ikram ederdi. Hatta onları ailesine dahi tercih ederdi. O mübarekler ise “fakirliğimiz bizim için iftiharımızdır” derlerdi.
İşte hak yolcusunun yolu ve hali. Fakat her şeyi gören, bilen duyan ve sonsuz kudretin sahibi olan Allah, kendileri istememelerine rağmen onları dünyada da yüceltti. Kimisi vali, kimisi ordu komutanı, kimisi kadı veya âlim oldu. Hem, her şeyden öte onlar kıyamete kadar inananların gönlünde sultan oldular. Onlara ve onların yolunda olanlara canlar feda olsun.
Kur’an’ın katletme ile eşit saydığı zulüm ile yurtlarından yuvalarından ve çoluk çocuğundan ayrılmak zorunda kalan mazlumu ve muhaciri zülcenaheynler ise âdeta Ashab-ı Suffa gibi “mazlumiyet ve mağduriyet fahrimizdir” deyip sabrediyolar.
Herkesin sorduğu bir soru. Peki neden? Cevabını Üstad versin.
Çünkü o ve talebeleri bugün hizmet erlerinin yaşadıklarının aynısını mikro planda yaşadılar. O, zulümleri, sürgünleri, Medrese-i Yusûfiyeleri hayra yorumlamıştır. Mazlum, mağdur, kimisi çok fakir olan hapishanedeki talebeleri hakkında “istikbaldeki ehli imana kahramanâne bir numune-i imtisal, belki imamları olmak gibi çok cihetle ayn-ı rahmettir” der. Ve nitekim öyle oldu. O az sayıdaki mazlum ve mağdurlar ve onların talebeleri Türkiye’de küfrün belini kırdı.
Tarihte hep böyle olmuştur. Her türlü iftira ve zulüm ile karşılaşmış, mezarında dahi rahat bırakılmamış Muhittin ibn-i Arabi nur tohumları ekmiş ve onun müridi sayılan Şeyh Edebâli, Osmanlının mânevi mimarı olmuştur. Şimdi onun çektiği değdi mi değmedi mi?
Peki ya ona zulmeden zalimler, ona fetvaları ile iftira atanlar ise ebter olup gitti. Ne adlarını bilen ne de arkasından rahmet okuyanlar var.
Yakın tarihe bakın. 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta zulmedenler hemen hemen ebter oldular. Çünkü kuvvet hakta ve ihlastadır, gücte degil. Zulmü ile ile iftihar edenler ise dünyada daha çok çeker. Ömrü olan mazlumların ahının etkisini görecektir inşallah. Belki de görüyoruz da farkında değiliz.
Haşhaşîlikle suçlayan, haşhaşilikle yargılanıyor
Hadiste meâlen “bir mü’min kardeşini bir şey ile suçlarsa, o da o suçla suçlanmadan ölmez” buyurulur. Avusturalya’da zerre kadar haşhaşilikle alâkaları olmadığı halde Hizmet erlerini haşhaşilik ile suçlayanlar şimdi uyuşturucudan müebbet hapis ile yargılanıyorlar. Hatta meşhur bir Türk doktoru “Hizmet okulları sayesinde Türk gençlerinde uyuşturucu kullanma oranı çok azaldı” demişti. Yapılan bir ankette, Avusturalya’da liselerde alkol kullanma oranı yüzde 80, uyuşturucu ise bunun dörtte biri. Hizmet okulunda uyuşturucu yokken sadece alkol kullanan yüzde bir civarında çıkmıştı.
Olmaz demeyin
Çok nüktedan bir mazlumu zülcenaheyn anlatıyor. Zindandaki mazlumlara nükteleri ile hep moral verirmiş. Tahliye edileceği gün koğuştakiler çok ağlamışlar. Hatta birisi onu o kadar çok sevmiş ki bazen içinden “keşke bu arkadaş tahliye olmasa” dermiş. Evet mazlumlar her zaman baştacı. Bu gün olmasa da yarın böyle olacak inşallah. Ehl-i dünya için bile oluyor ki ehli ahiret olmasın. Gelecekte istikametini koruyan bütün mazlumlar gönüllerin imamı olacaklar.
Herkes Müslüman olur
90’lı yıllarda hizmet erlerinden biri Sidney Teknoloji Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan fakat din ile hiç alâkası olmayan birini imamlık yaptığım Redfern Camiine getirmişti. O, dine karşı olan bir çevrede yetişmişti. Oturup sohbet dinledi, sonra Hizmet erini göstererek “dünyadaki Müslümanlar bunun gibi olsa, bütün dünya Müslüman olur” dedi. Sonra o kişi siyasal bir İslamcı ile SBS radyosu Türkçe bölümünde bir tartışma programına katıldı. Adı Fatih olan öğretim üyesine siyasal İslamcı “Sen ne biçim Müslümansın, adını da Fatih Sultan Mehmet’ten almışsın. İsminden utan…” diye ağır sözler söyleyince, o dine biraz ısınmışken bundan sonra dine karşı çok soğudu ve hayatında ilk defa geldiği camiye bir daha gelmedi.
Yıllarca önce Boston’da şahit olmuştum. İslam dinini iyi bilen bir gayri müslime bir Müslüman, toplantı esnasında kaba, gururlu ve hoş olmayan bir ses tonu ile “neden Müslüman olmuyorsun” diye sorunca, gayr-i müslim “önce sen bir müslüman ol” demişti.
Evet ahval ve tavırlarımız Kur’an ve sünneti yansıtırsa Cenab-ı Allah çok gönüllere tesir ettirir. Fakat heyhat Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde tam tersi.
Bir öğrencim İstanbul’a gezmeye gitti. Kalabalık bir yerde otururken, birisi geliyor 6 yaşındaki çocuğun elinden telefonu alıp gidiyor. Kimseden ses yok. Güçlüler 80 milyonun vergisini çalınca, hırsız da bir telefon çalmış, çok mu?
Birincilik!
Türkiye OECD ülkeleri arasında sonda birinci olmuş. Akademik çalışmalarda Güney Amerika’nın hatta Suudi Arabistan’ın gerisine düşmüş. Basın hürriyetinde 157., yabancı dilde 88 ülke arasında 73., vatandaşlarının Afrika ülkelerine dahi sığınmacı olarak gittiği dünyada tek ülke olmuş. Kısacası her konuda sonda birinciliğe doğru marş marş gidiyoruz.