SEMİH YILMAZ
“Zaman yaratıldığından beri böyle bir bela görülmemiştir. Öyle bir musibet ki bütün mahlukat ondan zarar görüyor. Bunların başında da müslümanlar geliyor. Eğer birisi çıksa ve kainat yaratıldığından beri böyle bir musibet görmediğini iddia etse muhakkak doğru söylemiş olur, çünkü tarih böyle bir afeti kaydetmemiştir.”
Her ne kadar bu sözler günümüzde yaşanan zulüm ve musibetlere tam olarak baksa da aslında neredeyse 800 yıl kadar önce İbnü’l Esir tarafından Moğol İstilası için yazılmış ifadeler.
İslam alemi için 13.yy tam bir yıkım asrı olmuştu. Cengiz Han liderliğindeki Moğollar tarihte o güne kadar görülmemiş bir vahşetle, bilinen dünyanın nerdeyse yarısını yakıp yıkmış, milyonlarca insanı kadın erkek, genç yaşlı, çoluk çocuk demeden katletmişti.
Bunun yanında 600 yıllık İslam kültürü birikimini de yerle bir etmişlerdi. Semerkand, Buhara, Merv, Tirmiz gibi ilim ve kültür şehirlerinde yaşayan herkes öldürülürken tüm kütüphaneler ateşe verilmiş, medreseler yıkılmış, camiler, türbeler, saraylar yok edilmişti.
Moğol orduları Bağdat’a girdiğinde ise katliam ve zulüm artık doruğa ulaşmıştı. Fırat ve Dicle katledilen milyonlarca insanın kanından ve yakılıp nehre atılan kitaplardan dolayı bulanık akmıştı.
Kısır siyasi çekişmeleri bırakıp birlik olamamış İslam dünyasının halifesi de bir çuvala konulup önce tekmelenerek sonra da atların altında çiğnetilerek bu zulümden payına düşeni almıştı.
Bunca acı ve yıkım karşısında ümitsizliğe düşerek inançlarında zayıflık yaşayan halk, bir yandan da açlık ve sefaletle boğuşuyordu. Halk bu durumdayken ülkeyi yönetenlerse saraylarında şatafat ve debdebe içinde ihtişamla yaşamaya devam ediyorlardı.
Moğolların zulmünden kaçıp güvenli bir liman arayan insanlar içinse Anadolu adeta bir sığınak haline gelmişti. Bir anda Sühreverdi, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Sadrettin Konevi, Ahi Evran, Şems-i Tebrizi, Şeyh Edebali, Yunus Emre gibi mana ve ilim aleminin devleri Anadolu’da bu yıkımın karşısında yeniden dirilişin mimarları olmaya başlamışlardı.
Hz. Meryem’in İsa’yı (AS) doğurmak için “Doğu“da bir mekana çekilmesi gibi bu mana büyükleri de Kudret eli tarafından cebri bir hicretle Anadolu’ya çekiliyor ve çok geçmeden Osmanlının doğuşuna manevi rehberlik ediyorlardı.
O günden bu yana yüzyıllar geçmiş olsa da tarih tekerrür ediyor. Günümüzün Neo-Moğolları geçmiştekilere rahmet okutacak şekilde belki de onları örnek alarak zulümlerine devam ediyorlar. Milyonlarca insanı açlığa mahkum etmekten kaçınmadıkları gibi her geçen gün zindanlarına bebek kadın ayrımı yapmadan yeni mazlumları doldurmaktan da çekinmiyorlar.
Eskiler medrese ve kütüphaneleri vahşice yakıp yıkarken günümüzün Moğol izdüşümleri binlerce dershane, okul, yurt, okuma salonu ve üniversiteye çöküp nice emek ve himmetle yapılmış bu ilim müesseselerini kapatmaktan da geri durmadılar.
Cengiz’in orduları zulümden kaçanları ölümüne takip edip yok ederken modern istilacılar ise parayla, rüşvetle ayartabildikleri satılmış ve yozlaşmış memurlar sayesinde başka devletlerden adam kaçırıp alçaklık doruklarında dolaşabiliyorlar.
Moğol yağmacıları bir şehri yıktıktan sonra bununla yetinmez tüm mahsulü de yakıp şans eseri hayatta kalmış olanlar varsa onları da açlığa mahkum ederdi. Zamanın haydutları ise “Onlara su bile yok!” diyerek adeta tüm ülkeyi Kerbela’ya çevirmekten çekinmiyorlar.
Bu Neo-Moğolların İslam soslu sapık anlayışları sonucu toplumun tüm katmanlarında sebep oldukları ahlaki erozyon ne yazık ki eskilerden bile ileride. O yüzden İslama verdikleri bu zararı en kısa zamanda telafi ederek yaraları sarıp yeniden diriliş için daha fazla çaba sarfetmek gerekiyor.
Dün Ortaasya’dan cebri hicretle Anadolu’ya sığınıp yeni bir diriliş başlatarak Osmanlıyı doğuran ivme, bugün aynı dinamiklerle tüm insanlığın yeni dirilişi için dünyaya dağılıyor.
Bediüzzamanın “Eğer biz İslam ahlakını ve iman hakikatlarını davranış ve yaşayışımızla gösterirsek diğer dinlerin mensupları elbette cemaatlerle İslama gireceklerdir. Belki de dünyanın bazı kıtaları ve devletleri de İslamiyete dehalet edeceklerdir.” diyerek adeta müjdelediği bu durumu gerçekleştirecek gerçek salih insanlar, işte bu mefkureyle dünyaya cebri- lütfi hicretle dağılan insanlar olacaktır.
Dün Moğol belası karşısında Mevlana’nın manevi rehberliğinde yenilenen ve dirilen İslam anlayışı inşallah bugün de Hocaefendinin rehberliğinde onun yetiştirdiği ve bir mefkure aşıladığı diriliş erleri sayesinde tüm dünyaya örnek olacaktır.
İnanıyoruz ki “Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek ve gür seda İslamın sedası olacaktır.” Neo-Moğollar istese de istemese de…fsemih.yilmaz@gmail.com