Abudllah Aymaz
Yusuf Suresi, “Elif Lâm Râ. İşte bunlar sana o açık-seçik kitabın âyetleridir.” (12/1)âyeti, bu mukattaat (kesik, kesik, tek, tek okunan) harfleri ile başlıyor. Bakara Suresinin başında da benzer harflerden Elif Lâm Mîm harfleri var. bu hususta Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Dört Mebhas’ta şöyle bir izahta bulunuyor:
“Birinci Mebhas: Elif Lâm Mîm ile surelerin evvellerinde bulunan mukattaa harfelerinden teneffüs eden i’caz (mucizelik) hakkındadır. İ’caz, inci gibi incecik belâğat letâifinin parıltılarının bileşiminden ve toplanmalarından tecelli eden bir nurdur. Bu mebhasda, bu nuru, birkaç letâif zımnında izah etmekle parlatacağız. Fakat, herbir lâtîfe ince ve ziyası az ise de, letâifin hepsinin heyetinden hâsıl olan tam bir ziya fecr-i sâdık çıkacaktır.
“1-Hece harflerinin adedi –Lâmelifteki sâkin elifin hariç kalması şartıyla- yirmi sekiz harftir. Kur’an-ı Azîmü’ş-şan, surelerin başında bu harflerin yarısını zikretmiş. (Elif, Ha, Ra, Sin, Sad, Ta, Ayn, Kaf, Kef, Lâm, Mîm, Nûn, He, Yâ, harflerini almış.) Yarısını da (Be, te, Peltek Se, Cim, Hı, Dal, Peltek Zel, Ze, Şin, Dat, Zı, Gayn, Fe, Vav) terketmiştir.
“2-Kur’an’ın almış olduğu 14 harf, terk ettiği 14 harften daha ziyade çokça kullanılmaktadır.
3-Kur’an’ın, surelerin başında zikrettiği 14 harf içinde de telaffuzda dile daha kolay gelen elif ile lâm çok tekrar edilmiştir.
4-Kur’an, aldığı bu 14 harfi, hece harflerinin lâm elif dahil sayısı olan 29’a uygun olarak 29 surenin başına tevzi etmiştir.
5-Hece harflerinin mahreçlerine (çıkış yerlerine ve özelliklerine göre) mehmûse (10), mechûre (8), rahve (8), müsta’liye (8), mütbika (4), Münfetiha (18) gibi çift harfli cinslerinin herbirisinden yine yarısını almıştır.
6-Çift harfi olmayan tekli kısmından ise, telaffuzu sakil (ağır) olanlardan azı, hafif olanlarından da çoğu almıştır: (Kalkale harflerinden mesela Kaf, Tı, Be, Cim, Dal’dan yani bu beş harften sadece ikisini: Kaf ve Tı harfini almıştır.
7-Kur’an-ı Azimüşşan’ın surelerin başındaki mukattaa harflerinin zikredilen minvâl üzere yarılarını alma hakkında seçtiği yol 504 ihtimalden bir ihtimale göre seçilmiştir. Seçilen şu yoldan başka hiçbir ihtimal ile zikredilen yarım yarım alış şekli mümkün değildir. Çünkü taksimler pek çok birbirinin içine girmiştir ve çok çeşitlidir. Bu gibi mucizelik parıltılarından hisse alamayan kendi zevkini kınasın, azarlasın.
İkinci Mebhas: Bu mebhasta da birkaç lâtif durum var:
1-Elif Lâm Mim ile emsalinde göze çarpan garabet, bu harflerin pek garip ve acib birşeyin başlangıcı ve keşif kolları olduklarına işarettir.
2-Bu surelerin başlarındaki harfleri, tek tek, okuyarak isimleri hecelemek, müsemmanın (isimlendirilenin yani o kelimenin ) kaynağına ve neden doğduğuna işarettir. (Mesele Ahmet ismi, A-h-m-e-t harflerinden meydana geliyor. Yani bu Ahmet kelimesinin kaynağı bu beş harftir.)
3-Bu Elif Lâm Mim gibi kesik kesik tek tek okunan harfler, müsemmanın vahid-i itibarî olup, terkibi mezcî olmadığına işarettir. (Mesele, surelerin başındaki Elif Lâm Mîm diye okunur. Çünkü her bir harf müstakil bir mâna ifade eder. Şifre gibi ifade ettikleri mânalar, hatta cümleleri ihtiva ederler.)
4-Bu harflerin tek tek söylenip tane tane okunması, sanatın madde ve kaynağını muhataba göstermekle Kur’an’a karşı muârazaya talip olanlara karşı meydan okuyarak “İşte mucizelik sanatını, şu gördüğünüz harflerin nazm ve nakışlarından yaptım. Buyurunuz meydana!” (Yani hodri meydan!) diye, onların tahkirkârâne tekdirlerine işarettir. (Yani “Haydi siz de harflerden bir karşılık verin” diyor. Halbuki “Be, Te” veya “Cim, Vav” diye karşılık veren hiçbir muârız çıkamamıştır.)
5-Mânâdan soyulmuş şu hece harflerinin zikri, muârızları hüccetsiz bırakmaya işarettir.
Evet, Kur’an-ı Mucizülbeyan, şu mânâsız harflerin lisan-ı hâliyle ilân ediyor ki: “Ben sizden belağatlı mânâları, hükümleri, hakikatleri ifade eden yüksek hutbeleri ve nutukları istemiyorum. Yalnız şu saydığım harflerden bir nazire, bir benzer yapınız –velev iftira ve hikayelerden ibaret bile olursa olsun!”
6-Harfleri tane tane söyleyerek hecelemek, yeni kıraata ve kitabete başlayanlara mahsustur. Bundan anlaşılıyor ki: Kur’an, okumasız-yazmasız ümmî bir kavme ve yeni başlamış bir muhite muallimlik yapıyor.
7-E. L. D. Gibi harfleri, meselâ: Elif, Lâm, Dal gibi isimleriyle tabir ve zikretmek, okuyan ve yazanlar takımının tuttukları bir usuldür. Bundan anlaşılıyor ki, hem söyleyen, hem dinleyenler ümmî oldukları için, bu tabirler söyleyenden doğmuyor ve onun malı değildir; ancak, başka bir yerden ona geliyor.
Ey arkadaş! Bu letâifin ince iplerinden dokunun yüksek belâğat nakşını göremeyen adam belâğat ehlinden değildir. Belâğat ehline müracaat etsin.
Üçüncü Mebhas: Elif Lâm Mîm mucizeliğin esaslarından, vecizliğin en yüksek ve en ince derecesine bir misaldir. Bunda da birkaç letâif vardır.
1-Elif Lâ Mîm üç harfiyle üç hükme işarettir. Şöyle ki: Elif, “Bu Allah’ın Ezelî Kelâmıdır” hükmüne; Lâm, “Onu Cebrail indirdi.” hükmüne; Mîm, “Muhammed Aleyhisselama” hükmüne remzen ve imâen işarettir.
Evet, nasıl ki, Kur’an’ın hükümleri uzun bir surede, uzun bir sure kısa bir surede kısa bir sure bir âyette, bir âyet bir cümlede, bir cümle bir kelimede, o kelime de ‘sin, lâm, mîm’ gibi mukattaada görünür. Aynı şekilde Elif Lâm Mîm’in herbir harfinde zikredilen hükümlerden biri temessül etmiş görünüyor.
“(Üzerinde durduğumuz Yusuf Suresinin başındaki “Elif Lam Ra” da, ‘doğrusunu Allah bilir’ “Allah’tan Cebrail vasıtasıyla Resulullah’a!.. İşte bunlar sana o açık-seçik kitabın âyetleridir.” meâli anlaşılabilir. Veya “Ra” nın başka bir mânası olabilir. Elbetteki bunlar İlahî birer şifre, anahtarları da. Hz. Muhammed Aleyhisselam… Ve şifreler kendilerine açılan bazı sahabelerde ve mühim asfiyada. Bu husus nitekim aşağıda ikinci maddede gelecek.)
2-Surelerin başlarındaki hurûf-ı mukattaa, İlahî bir şifredir; beşer fikri ona yetişemiyor. Anahtarı, ancak Hz. Muhammed Aleyhisselâtü Vesselamdır.
(Yirmi Beşinci Söz’ün Üçüncü Şua’ının İkinci Şavk’ında, gelecekten verilen gaybi haberler bahsinde şöyle deniliyor: “Şu kısım verilen haberlerin çok çeşitleri var. Birinci kısım hususidir. Bir kısım ehl-i keşif ve ehl-i velâyete mahsustur. Mesela; Muhyiddin-i Arabî ‘Elif Lam Mîm. ‘Gulibeti’r-Rum’ suresinde verilen pek çok gaybi haberleri bulmuştur. İmam Rabbanî surelerin başındaki mukattaat-ı huruf ile çok gaybî muâmelelerin işaretlerini ve verilen haberleri görmüştür. İşte böyle bâtın ulemâsı için Kur’an, baştan başa gaybî ihbarlar nev’indendir.”)
3-Şifrevârî şu huruf-ı mukataanın zikri, Muhammed Aleyhisselamın fevkalâde bir zekâya mâlik olduğuna işarettir ki, Muhammed Aleyhisselam, remizleri, îmaları ve en gizli şeyleri sarih gibi (açık-seçik ve net biçimde) anlar, telakki eder.
4-Şu harflerin teker teker okunuşu, harf ve lâfızların ihtiva ettikleri kıymet, yalnız ifade ettikleri mânalara göre olmayıp, harflerin sırlarına dair ilimde beyan edildiği gibi, adet ve sayılar misilli, harflerin arasında fıtrî münasebetlerin bulunduğuna işarettir. (Haşiye)
(Taberî tefsirinin, “Hâ, Mîm, Ayn, Sîn, Kâf” harflerinin izahında İlahî bir şifre olarak bu harfler ele alınıp şöyle denilmektedir: “Biz bu âyetin mânâsına dair sadece Hz. Huzeyfe’den (r.a.) bir kavil zikrediyoruz. Ertad bin Münzir diyor ki: İbn-i Abbasa bir adam geldi. İbn-i Abbas’ın yanında Hz. Huzeyfe de vardı. Ona, ‘Hâ, Mîm, Ayn, Sîn, Kâf kavl-i şerifinin tefsirini bana anlat’ dedi. İbn-i Münzir diyor ki: İbn-i Abbas hemen başını öne eğdi. Sonra da yüz çevirdi. Biraz sonra adam söylediği sözü tekrar edince yine yüz çevirdi ve aynı zamanda söylediğini de hoş karşılamadı. Cevap vermiyordu. Adam üçüncü defa tekrar etti fakat yine cevap vermedi. Hz. Huzeyfe (r.a.) ‘Ben sana niçin hoş görmediğini söyleyeyim, sebebini biliyorum.’ dedi. ‘Evet bu âyeti kerime, Resulullah’ın Ehl-i Beytinden olan Abdülillah veya Abdullah isminde bir kişi hakkında nâzil oldu. Bu adam şark nehirlerinden bir nehrin kenarında konaklar. Bu nehrin kenarında iki şehir kurulur ki, nehir bunları birbirinden ayırmıştır. Allah mülklerinin zevâline, devletlerinin ve müddetlerinin son bulmasına izin verdiği zaman, o şehirden biri üzerine bir gece bir ateş gönderir de o şehrin bulunduğu taraf sabahleyin yanmış olarak simsiyah hale gelir. Sanki o yerinde yokmuş gibidir. Öbür taraftaki şehir ise, şaşkın olarak sabahlar da, insanlar nasıl kurtulduklarına hayret ederler. Az bir müddet geçer geçmez onlardan bütün anîd cebbarlar orada toplanırlar. Sonra Allah, onların hepsini batırır. Bu, Hâ, Mîm, Ayn, Sîn, Kâf âyetinin tefsiridir. Yani Allah’tan bir azîmet, bir fitne bir kaza: Hâ Mîm… Ayn: Yani adâlet olarak Sîn: Yani olacak. Kâf: Yani bu iki şehirde vâki olacaktır… Taberî Tefsiri…
“(Bu âyet-i kerimedeki şifrelerin ifade ettikleri hâdiseler 1958’deki Irak İhtilali ile alâkalıdır. Çünkü General Kasım ihtilal yaptığı zaman Ehl-i Bey’ten bir devlet adamı olan Abdülilah, Bağdat şehrinde öldürüldü. Abdülilah, Osmanlı’ya ihanet edip İngilizler ile anlaşan Şerif Hüseyin’in torunudur.
Haşiye: İşâratü’l-İ’caz tefsirinin yazılışından 40 sene, Risale-i Nur bu mucizelik parıltısını körlere dahi göstermiştir.
“Bağdat şehri Dicle nehri ile ikiye bölündüğü için iki bölge halinde iki şehir gibidir. Bu âyetin inişinden çok sonra Bağdat şehri kurulmuştur. Yukarıdan gelen ateş, uçaklardan atılan bombalardır. Zalimin de Allah’ın kılıçlarından bir kılıç olduğunu hak yoldan ayrılanları onunla takip edip cezalandırdığını, sonra o zalim kılıçtan da intikamını aldığını hadis-i şerif ifade ediyor. Nitekim General Kasım’ı da General Arif bir ihtilal ile devirip öldürmüştür. Daha sonra zâlimlerden Saddam geldi. O da zulümlerde bulundu. Sonra o da idam edildi. Aynen âyetin tefsirinde geçen bütün cebbar-ı anîdlerin cezalandırılacağının bildirildiği gibi… Konya İmam-Hatip lisesi öğretmenlerinden Ezher Üniversitesi mezunu Mustafa Akdedeoğlu hocamız bize, 1958’de Irak İhtilali olduğunda kendisinin Mısır’da tahsilde olduğunu, Ezher Üniversitesinin Tefsir Bölümü hocalarının “İşte Kur’an’ın bir mucizesi daha ortaya çıktı.” dediklerini anlatmıştı…
5-Elif Lâm Mîm, teker teker okunmasıyla bütün harflerin esas mahreçleri (çıkış yerleri) olan boğaz, ağız içi ve dudak mahreçlerine işarettir. (Mesele Elif, boğazdan, Lâm ağzı içi üst damaktan, Mîm ise dudaktan çıkmaktadır.) Zihinlerin nazar-ı dikkatini şu mahreçlere çeviriyor ki, zihinler gerek bu üç mahreçte, gerek bunlara bağlı küçük küçük mahreçlerde lâfızların ve harflerin nasıl vücuda geldiklerini hayret ve ibretle mütalaa etsinler.
Ey zihnini belâğatın boyasıyla boyayan arkadaş! Bu letâifi (bu ince ve güzel lâtiflikleri) sıkacak olursan, ‘Bu Allah’ın kelamıdır.” gerçeği içinden çıkacaktır.
Dördüncü Mebhas: Elif, Lâm, Mîm, emsaliyle beraber (Elem, diye) terkip şeklinden teker teker Elif, Lâm, Mîm şeklinde zikredilmeleriyle, bu şeklin müstakil olup hiçbir rehber ve imama tâbi olmadığına ve hiç kimseyi taklit etmiş olmadığına ve üslubları acib, çeşitleri garip, yeni varlık sahasına gelen bedi, eşsiz bir ebedî bir güzellik olduğuna işarettir.
Bu mebhasta da birkaç letaif vardır:
1-Hatiplerin ve belâğat ehlinin âdetindendir ki, mesleklerinde daima bir misale tâbî oluyorlar ve bir örnek üzerine nakış dokuyorlar ve işlenmiş bir yolda yürüyorlar. Halbuki bu harflerden anlaşıldığına nazaran, Kur’an, hiçbir misâle tâbî olmamıştır ve hiçbir belâğat nakşı örneği üzerine nakış yapmamıştır ve işlenmemiş bir yolda yürümüştür.
2-Kur’an baştan aşağıya kadar, nâzil olduğu heyet üzere bâkidir. Bu kadar Kur’an’ı taklid etmeye iştiyaklı olan dostlar ve hücum vaziyetindeki düşmanlara rağmen, şimdiye kadar Kur’an’ın ne taklidi yapılmış ve ne de bir misâli gösterilmiştir. Evet Kur’an, milyonlarca Arabî kitaplarla mukayese edilirse benzeri bulunamaz. O halde Kur’an, ya hepsinin altındadır, bu ise muhaldir; öyle ise hepsinin üstündedir; öyle ise Allah’ın kelâmıdır.
3-Beşerin sanatı olan bir şey, başlangıçta çirkin ve intizamsız olur, sonra yavaş yavaş intizama sokulur. Kur’an ise, ilk zuhurunda gösterdiği tatlılığı, güzelliği, gençliği şimdi de öylece muhafaza etmektedir.
Ey belâğat letafetinin kokusunu koklayan arkadaş! Zihnini şu dört mebhasa gönder ki, balarısı, ‘Şehâdet ederim ki bu, Allah’ın kelamıdır.’ balını çıkarsın.”
İşârâtü’l-İ’caz’dan naklettiğim bölüm bitti…