Takvimler 1947’yi gösterdiğinde Dalton Trumbo Hollywood’un en başarılı ve en çok kazanan senaristlerinden biriydi. Yazdığı başarılı senaryolardan uyarlanan filmler yapımcılara büyük paralar kazandırırken Trumbo da ailesiyle mutlu ve rahat bir yaşam sürüyordu.
Trumbo sosyalizme inanan ve bu doğrultuda görüşlerini savunan biriydi. Amerika’nın 2. Dünya Savaşı sırasında Naziler karşısında müttefiki olan Sovyetler, savaş sonrası en büyük rakip haline dönüşünce bir anda tamamen legal bir parti olan Amerika Kominist Partisi de bu rekabetten payını alıvermişti. Partiye üye olan isimler topluca cadı avına uğramış ve hepsi “vatan haini” damgasını çoktan yemişlerdi.
Trumbo da parti üyelerindendi ve bir anda adı pek çok diğer senarist arkadaşı gibi “kara liste“ye alınmıştı. Ülke çapında hükümeti eleştiren kim varsa Senatör McCarthy‘nin başlattığı bu cadı avına uğruyor, işinden atılıyor, sorgulardan geçiriliyor, açlığa mahkum ediliyor hatta toplum nezdinde itibarları iki paralık edildiğinden intihar edenler bile çıkıyordu.
Bu arada başını John Wayne, Gregory Peck ve ileride ABD başkanı da olacak Ronald Regan gibilerin çektiği milliyetçi geçinen bir kısım aktörler de bu ava katılmış, kendi meslektaşlarını ihbar ederek onların rollerini de çalmaya başlamıştı. Bu aktörler basından da buldukları bir takım tetikçi yazarlarla kara listedeki senarist ve aktörlerle çalışmayı düşünen dev film şirketlerini tehdit ediyor, meslektaşlarını ihbarcı olmaları için zorluyor ve bunu kabul etmeyen arkadaşlarının aç kalmaları adına ellerinden geleni yapıyorlardı.
Hollywood’daki koministleri bulmak ve onlara günlerini göstermek için kurulan komisyon Trumbo’yu da ifadeye çağırdığında Trumbo işin sonunun hapishane olduğunu çok iyi bilmesine rağmen komisyonun sorduğu soruları cevaplamayı reddetmişti. Katiller, hırsızlar ve tecavüzcülerle birlikte kaldığı hapishane zulmü bittiğinde Trumbo’nun önündeki zorluklar henüz bitmemişti.
Yazdığı senaryoları alacak bir yapımcı bulamazken elindeki tüm birikim de hızlıca erimeye başlamıştı. Ailesini geçindirmek ve hayatına devam edebilmek için en iyi yaptığı işi yani yazmayı ona yasaklamışlardı. Trumbo elbette yazmaktan vazgeçecek değildi. Madem bir marka olan ismini kullanmasına izin vermiyorlardı o da takma isimlerle senaryolar yazmaya başladı. Çok ucuz paralara yazdığı senaryoları 3. sınıf yapımcılara satıyor ve ailesini ayakta tutmak için elinden geleni yapıyordu.
Arkadaşlarını da unutmamıştı, onları da bulduğu yapımcılarla tanıştırıp takma isimle senaryolar yazdırarak hayata tutunmalarını sağlamıştı. Takvimler 1954’ü gösterdiğinde “Roma Tatili” adlı film En İyi Senaryo Oscar’ı kazanırken ödül, Ian Mclellan Hunter’a gidiyordu ama kimsenin bilmediği bir şey vardı ki aslında senaryoyu yazan Trumbo’ydu. Arkadaşı Hunter ise sadece senaryoya yardım etmiş bir yardımcıydı. Akademi 1992 yılında, ölümünden 16 yıl sonra Trumbo’nun itibarını iade etti, ödül kayıtlarını değiştirerek ödülü Hunter’dan geri aldı ve 1993 yılında törenle Dalton Trumbo’nun eşine verdi. 2003 yılında film DVD’ye aktarılırken elektronik yöntemle Dalton Trumbo’nun ismi filmin jeneriğine eklendi.
1957’de ise “The Brave One” filmi Oscar aldığında bu sefer senaryonun yazarı “Robert Rich” olarak kayıtlara geçmişti. Ödülü almak için sahneye çıkan Jesse Lasky Jr. senaristin yoğun çalışmaları yüzünden ödül almaya gelemediğini söyleyip arkadaşının yerine Oscar’ı aldığında herkes bu gizemli ismi merak etmeye başlamıştı. Bu isimde birinin Senaryo Yazarları Birliğinde bir kaydının olmaması şüpheleri iyice artırmış ve herkes bu gizemli senaristi aramaya başlamıştı.
Basın olayın üzerine gidince senaristin Trumbo olduğu anlaşıldı ve ilk defa “kara liste” açıktan tartışılıp eleştirilmeye başlandı. Trumbo, The Brave One filminde kazandığı Oscar heykelciğine ise ölümünden bir yıl önce 1975’te kavuştu.
Kara listenin eleştirilmeye başlanmasıyla birlikte ünlü aktör Kirk Douglas, Spartaküs filminin senaryosunu yapılan tüm baskılara rağmen dimdik durarak Trumbo’ya yazdırdı ve filmin jeneriğine Trumbo’yu ekledi. Böylelikle yıllardır süren kara liste zulmü fiilen bitiriliyordu. Başkan Kennedy‘nin bizzat filmi izlemeye gidip çıkışta çok beğendiğini söylemesi ise McCarthyci anlayışın artık tarihin çöplüğüne gömülmesi anlamına geliyordu.
Trumbo yıllar sonra bir söyleşide “Şeytanın hüküm sürdüğü yıllar” olarak tanımladığı “kara liste” zamanlarını anlatırken kendisine en dokunan durumun kızının üzülmesi olduğunu anlatıyordu. “Kızıma baban ne iş yapıyor diye sorulduğunda bir cevap verememesi hem onu hem beni çok üzüyordu. 3 yaşından tam 13 yaşına kadar her an bu durumla karşı karşıya geldi. Şimdi aldığım bu Oscar heykelini ona vereceğim ve diyeceğim ki kızım üzülme artık çünkü ismimizi geri aldık.”
İsmini ve itibarını yıllar süren zorlu bir mücadeleyle tekrar kazanan Trumbo yaşadığı tüm acılara rağmen kendisine bunları reva görenleri ise şu sözleriyle affediyordu. “O karanlık zamana baktığımda kahraman ve cani aramanın anlamı olmadığını fark ettim. Çünkü ortada sadece “kurbanlar” vardı. Şimdi kimseye zarar verme niyetinde değilim, sadece zarar görenleri ve açılan yaraları iyileştirme niyetindeyim.”
fsemih.yilmaz@gmail.com