Tillo’da Fakîrullah Hazretlerinin türbesinin kapısında şu ibare yazılı: ANLARSA UZAĞIM YAKINIMDIR; ANLAMAZSA YAKINIM DA UZAĞIMDIR…
Ebu Leheb, Efendimizin (S.A.S.) amcası idi… Kibrinden, çıkarcı anlayışından dolayı Hz. Peygamberin (S.A.S.) en uzağı, hatta düşmanı oldu. Panayır panayır dolaşıp Efendimize (S.A.S.) hakaretlerde bulundu, iftiralar attı; hakkı hep engellemeye çalıştı… İsmine uygun şekilde alevli bir cehennem ateşine, kendisini sürükleyip götürdü…170 ülkede eğitim hizmetleriyle gönüllere taht kuran hizmet de kendi ülkesinde aynı ihânete uğradı…
“Önce, en yakın akrabalarını uyar.” (Şuarâ Suresi, 26/214) âyeti nâzil olunca, Peygamber Efendimiz (S.A.S.) Safâ tepesine çıkıp “Ey insanlar! Sabah oldu, uyanın!..” diye nidâ etti. “Bu kim?” dediler. Başına toplandılar. Resulullah onlara: “Ne dersiniz? Ben size şu dağın arkasından bazı atlılar çıkacak!..’ diye haber versem, beni tasdik eder misiniz?” dedi. “Biz senden şimdiye kadar doğrudan başka bir şey duymadık.” dediler. Hz. Peygamber (S.A.S.), “Öyle ise ben sizi önümüzde bulunan bir azap ile uyarıyorum” dedi. Amcası Ebu Leheb de: “Yuh olsun sana!.. Bizi bunun için mi topladım dedi.
Bazı rivayetlerde de Ebu Leheb’in, bu sözü söylemekle birlikte iki eliyle yerden bir taş alıp Resulullah’a (S.A.S.) atmak istediği de nakledilmektedir.
İbnü Abbas diyor ki: “Ebu Leheb vâdiden çıkıp Kureyş topluluğunun yanına geldiği zaman ‘Muhammed bize mâhiyetini bilmediğimiz bir takım şeyler vaad ediyor, onların ölümden sonra vuku bulacağını zannediyor, benim elime ne koydu?’ deyip iki elini üflemiş ‘Yuh olsun size… Ben sizde Muhammed’in söylediklerinden hiçbir şey görmüyorum.’ demişti.
Efendimiz (S.A.S.) “Yakın akrabalarını uyar” (26/214) âyeti inince Safa Tepesine çıktı. Galip oğullarını, Lüey oğullarını, Kilab oğullarını, Kusey oğullarını çağırdı, onlar yanına gelince, Ebu Leheb, “İşte hepsi geldi ne var?” dedi. Efendimiz de (S.A.S.) buyurdu ki: “Allah bana yakın akrabalarımı uyarmamı emretti. En yakınlarım sizlersiniz. Sizler ‘Lâ ilâhe illallah’ demedikçe ben size, ne dünyada ne de âhirette yardım edemem. Eğer Allah’ın tek ilah olduğunu söylerseniz, Rabbinizin katında onunla lehinizde yapacağım.” Tam o sırada Ebu Leheb, “Yuh sana!… Sen bizi bunun için mi çağırdın?” dedi.
Başka bir rivayette şöyle denilmiştir: “Resulullah (S.A.S.) bir gün amcalarını davet etmiş, onlara bir ziyafet sunmuştu. Ancak onlar, “Bizim, her birimiz bir koyun yer.” diyerek Hz. Peygamberi (S.A.S.) hakir görmüşlerdi. Resulullah Efendimiz de (S.A.S.) onlara, “Öyle ise yeyiniz” demişti. Yemişler, doymuşlar ancak yemekten çok az bir şey eksilmiştir. Sonra Hz. Peygamber’e (S.A.S.) “Yanında başka ne var?” diye sormuşlardı. Bunun üzerine Efendimiz (S.A.S.) onları İslam dinine davet edince, Ebu Leheb o söyleyeceklerini söylemişti.
Yine bir rivayette: Ebu Leheb, bir gün Hz. Peygamber’e (S.A.S.) “Müslüman olursam, bana ne verilecek?” diye sormuştu. Hz. Peygamber de (S.A.S.) “Müslümanlara ne verilirse, sana da o verilir.” deyince, Ebu Leheb, “Benim onlardan bir üstünlüğüm yok mu?” dedi. Hz. Peygamber (S.A.S.) “Ne ile üstün tutulacaksın?” buyurdu. O zaman Ebu Leheb “Benim ile şunları bir tutan dine yuh olsun!” dedi.
Neticede, Tebbet Suresi nâzil oldu: “Ebu Leheb’in elleri kurusun (yok olsun o), zaten yok oldu ya… Ne malı, ne kazandığı onu kurtaramadı. O, alevli bir ateşe girecektir. Karısı da odun hamalı olarak… Boynunda da hurma lifinden bir ip olacaktır.” (111/1-5)
Elmalılı M. Hamdi Yazır merhumdan bazı tasarruflarla nakiller yapmak istiyorum:
Tebbet: Helâk oldu. Bedir Savaşına katılmadığı halde kahrından hüsran içinde öldü.
Yedâ: İki eli… Sağdan soldan. Gerek olumlu, gerek olumsuz, gerek tutmak, gerek itmek için kullanmak istediği bütün sebepler ve vasıtaları, gerek dünyaya gerek dine uzatmak istediği iki eli de helâk oldu.
Ebî Lehebin; amcası olmasına rağmen Hz. Peygambere (S.A.S.) nankörlük ve düşmanlıkta ileri giden, İslam dininin yayılmasına engel olmak için her türlü fitne ve fesat ateşini alevlendirmeye çalışan Ebu Leheb’in… Bu haber bir mucizedir. Çünkü o, daha hayatta iken kâfir olarak ölüp cehenneme gideceği bildiriliyor. Buna rağmen adam dönüp Müslüman olamıyor. Bu sureyi okuyup mucizeliğini anlayarak Müslüman olanlar var.
Tebbe: Kendisi de helâk oldu. Kahrından öldü. Adese hastalığından… Bu hastalık tâun (vebâ) gibi bulaşıcı zannedildiğini kimse yanına yaklaşmadı. Ölüsü üç günde koktu kaldı. Ücretle tuttukları Sudanlılardan bazıları bir çukura kakmış, üstü örtülünceye kadar üzerine taş atmışlardır.
Mâ ağna anhü mâlühû ve mâ keseb: Ne malı, ne de kazandığı ona fayda vermedi. Burada, kazancı, ticareti ve malı ifade edilmekle beraber ayrıca oğulları da onu kurtaramadı demektir. Ebu Leheb’in oğulları ihtilafa düşmüş, babalarının yanına muhakeme olmak için gelmişlerdi. Birbirlerine girdiler hatta bir oğlunun itmesiyle yere düşmüştü; “Çıkarın yanımdan şu PİS KAZANCI” demişti. (Bizim sevgili Aksekililerimize nisbet edilen bir tabir varmış, onlar torunlarını “Kârın kârı” diye severlermiş… A.A.) (…)
Vemraetühû: Karısı da, Harb’in kızı, Ümmü Cemil de… O alevli ateşe yaslanacak.
Hammâlete’l-hatab: Cehenneme odun taşıyıcı… Koğucu, ona buna lâf taşıyan bozguncu… Bu kadın, Hz. Resulullah’ın (S.A.S.) geçeceği yol üzerine geceleyin diken dalları bırakarak eziyet etmek isterdi… Ameline uygun olarak bir ceza…
Fî cîdihâ hablün: Gerdanında da süs yerine bir ip, bir urgan… Cîd; sadece boyun mânasına değildir. Özellikle gerdanlık gibi ziynet eşyalarıyla süslü veya süslenmeye lâyık güzel boyun demektir.
Min mesedin; sağlam hurma liflerinden yapılmış, kuvvetli tellerden bükülmüş, kıvrılarak örülmüş bir ip bulunmaktaydı. Gerdanlık ziynetleri yerine bir urgan…
Düşmanlık yapıp hak ve hakikatı engelleyen fitnekâr zengin bir kadının, haysiyetine dokunan en acıklı manzara âyetin, sırtında cehennem odunu olan kocasını taşırken gerek iftihar ettiği gerdanlığını, gerekse örgülü kıvrık saçlarının gerdanından sarkmasını, kendi yanacağı ateşin odununu taşıyan bir odun hamalının boynuna düğümlenip geçirdiği, kuvvetli urganın boynundan sarkması şeklinde tasvir etmesidir…
* * *
Acaba her asra, her döneme bakan Kur’an, onun sureleri, onun âyetleri günümüze nasıl bakıyor, bizlere nasıl bir ayna tutuyor diye düşünmemiz gerekmez mi?
Hizmet hareketinin ortadan kaldırılmasıyla gençlerin deizme kaydığı, İslamiyetten uzaklaştığı, nefret söylemleriyle toplumun paramparça olduğu bilhassa toplumun her kesimi bir harç gibi tutan, toparlayan Hizmetin tutkallığının bitirilmesiyle sarsık hale gelen bir toplumla karşı karşıyayız. Bunun dünya ve âhirette varıp dayanacağı fâcia da meydanda… Zira görünen köy kılavuz istemez. Ama bütün bunlara rağmen Hizmet mensupları Türkiye’ye ve insanımıza asla küsmemeleri gerekiyor. Çünkü bu tahribatı onlardan başka tamir edecek bir cemaat de yok!…