Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR-TR724.COM
AKP’nin ilk dönemi ülkeye demokrasi, hukuk, insan hakları, AB gibi güzel şeyler vadetti. Yıllarca ezilmiş, itilmiş kesimlerde rahatlama oluşturdu. Bu nedenle de tarihin herhangİ bir döneminde baskıya, zulme, dışlanmışlığa maruz kalmış bütün kesimler AKP’nin demokrasi hukuk söylemlerine inandı ve destekledi. Hizmet Hareketi’nin karar vericileri başlarda umut ve endişe arasında gelgitler yaşıyordu. Zira daha ilk yıllarda bir taraftan demokratik düzenlemeler yapılırken öte yandan MGK’larda “Gülen’i Bitirme” eylem planlarına hükümetçe imzalar atılıyordu. O dönem AKP yetkililerinin “mecburiyetten yapıyoruz, gerçekte öyle bir amacımız yok!” demeleri yeterli bulunuyordu.
2010’lara kadar ülkede ve Partide dengeler vardı. AKP tek güç, Erdoğan tek adam değildi. Olumsuz bir yasa çıkacağında engellenebiliyordu. İçine tehlikeli maddeler gizlenmiş düzenlemelerde hem medya hem de siyasi/bürokratik kanallarla hükümete baskı oluşturulabiliyor, demokrasinin imkanlarıyla tehlikeler püskürtülebiliyordu. Bu dönemde 15 Temmuz sonrası gibi Cemaat’le ilgili mutlak bir şeytanlaştırma yapılmadığı için Hizmet Hareketi liberallerden Alevilere, Kürtlere kadar pek çok kesime ulaşıp bu tür tuzaklara karşı duyarlılık oluşturabiliyordu. Aslında pek çok defa tuzak düzenlemeler yürürlüğe sokulmak istendi ama bunlar hep ifşa edildi ve uygulanamadı.
Demokrasinin işlediği, çoğulcu bir yapının olduğu ortamda farklı dengeleri harekete geçirmek ve art niyetleri bertaraf mümkündü. Bu sebeple olsa gerektir yargı, ordu, medya üzerinden hedefine ulaşamayan derin odaklar Cemaati bitirme işinin tek adam haline gelmiş ve kendilerine mahkum Erdoğan’la mümkün olacağını gördüler. Dıştan zorlayarak iş yaptırmak, dolambaçlı yollar aramak yerine kılıcı eline verip Cemaati O’na biçtirmeyi, dini değerlerin içini bizzat O’na boşalttırmayı daha uygun görmüş olmalılar. Zira başka herhangi bir aktöre bunu yaptırmak mümkün değildi. Erdoğan’ın İslamcı kimliği, iyi Kur’an okuması, varoşlardan gelmesi savunma mekanizmalarını kırma adına çok önemli avantajdı. Herhangi biri Cemaate bugün yapılanların yüzde birini yapsaydı toplum tepki verirdi, sorgulardı. Ama “dindar”, “İslamcı” geçmişi olan bir adam yapınca insanlar: “yapmışlar demek ki bir şeyler” “vardır Erdoğan’ın/devletin bir bildiği” diyeceklerdi. Baltanın sapı ağaçtan olunca ağacın sesi çıkmadı. Kanaatimce 2007-2008’lerden sonra bütün olaylar bu kurgu üzerine planlandı ve yürürlüğe sokuldu.
E-muhtıradan sonra AKP’yi çoğulcu yapıdan uzaklaştırıp İslamcı-muhafazakar çizgiye çekmeye başladı. Ülkede % 65-70’lerde milliyetçi muhafazakar sağ kitle verdı ve diğer merkez sağ partiler yok olmaya yüz tutmuştu. Başlarda belki “reklendirici” olarak düşündüğü Alevi, Liberal, Kürt kimliğiyle temayüz etmiş insanları partide tutmaya gerek görmedi. AKP hızla homojenleşirken Erdoğan otoriterleşiyordu. Parti içinde kendisiyle gücü paylaşmaya çalışanları itibarsızlaştırdı, biçti veya biata zorladı. Yerlerine mutlak biat edecek kişileri tercih etti.
Tek adam rolüne teşne Erdoğan’ı her başarının mimarı göstermeye başladılar. “One Minute”le öne çıkardı, E-muhtıra sürecinde kahramanlaştırdılar. O, artık ezilmiş, itilip kakılan kesimlerin dik duran(!) lideriydi. Çok iyi konuşuyor, iyi Kur’an okuyor en görünür yerlere devasa camiler yapıyor, fakir sofralarına oturuyor, milletten biri olduğunu her fırsatta gösteriyordu. Yıllların ezilmişliği içinde ukde olan toplumun hoşuna gidecek şekilde, dünyaya meydan okuyan, (güya) kimseye boyun eğmeyen Kasımpaşalı raconu kesiyordu. Yeni dönemde Erdoğan parti içi dengelerle oynadı ve önce Parti’de sonra hükümet üzerinde tek adam haline geldi. İlginç şekilde Devlet Bahçeli’den Deniz Baykal’a, Yaşar Büyükanıt’tan Metin Feyzioğlu’na, Süleyman Soylu’ya kadar muhalif görünen pek çok aktör Erdoğan’ın yolunu açıyor, önündeki mayınları temizliyordu. YSK, AYM adeta emir eri gibi davranıyordu. Sanki bazı kritik insanlara ne yapacakları, nasıl davranacakları konusunda bilgilendirmeler, belki tehditler gidiyordu. Kanaatimce bu kadar insanın/kurumun böylesine keskin virajlar alması, zurnanın zırt dediği zamanlarda en büyük muhaliflerine can simidi olmaları izah edilir değildi. Sanki kendilerine tevdi edilen rolü bir büyük resmin parçası olarak ifa ediyorlardı.
Uzunca süredir devletin kurulu düzeni, Kemalist zihniyet ve Ergenekoncu-Ulusalcı yapılar için Cemaatin tasfiyesi en önemli konuydu. Zira içte-dışta etkili pek çok karanlık, yerleşik odak Hareketi “engel” ve “tehlike” görüyordu. Cemaatin bu kadar güçlenmesi, büyümesi birilerini rahatsız ediyordu. Kontrol altına alınamayan, eğitimli, nitelikli ve ülkede etkin genç bir kadro vardı. Bu hareket Anadolu’nun insan kaynaklarını değerlendiriyor, ufkunu açıyordu. Kapatılan kurumların sayısına, atılan nitelikli insanlara, malına/şirketine çökülen işadamlarına bakınca rahatsızlığın boyutu daha iyi anlaşılıyor. Ülkede dürüst, nitelikli, işinde başarılı ne kadar işadamı, bürokrat, aydın varsa bir şekilde cemaatten etkilenmiş, esinlenmiş. 15 Temmuz sonrası kıyım yapılan insan profiline dikkat eder, tabloyu tersinden okursanız Cemaatten kimlerin rahatsız olduğu, yok etmek istediği daha net anlaşılır.
Birileri açısından “büyük tehdit” görülen Cemaat önce hedef yapılıp şeytanlaştırldı; sonra da biçildi. Bütün kurumlarına el kondu, faaliyetleri bitirildi. Kurulan düzende ayrıca diğer dini gruplar/cemaat yapıları iktidar imkanlarıyla satın alındı, kirletildi, bütünüyle uysallaştırldı. Din ve dine dair herşeye gençlikte antipati oluşturuldu. Muhalifler sindirildi. Tek Adam’ın kifayetsiz, muhteris kadrosu ekonomiyi tamamen çökertti. Hazine boşaldı, borçlar zirve yaptı, kaynaklar tüketildi. Erdoğan rejimi ülkeye verilebilecek bütün zararları verdi, yol bitti. Artık insanları lafla ikna etme, sloganla coşturma dönemi geride kaldı. Ekonomik çöküntü herkesin canını yakacak.
Erdoğan’ı “tek adam” haline getirenler onu “yok adam” haline de getirirler. Gücünü, itibarını kaybetmiş bir Erdoğan için ne partide ne bürokraside kimse risk almaz, kendini tehlikeye atmaz. İç ve dış derin odakların mutabakatıyla Erdoğan’ın fermanı kesilirse bir anda yalnızlaşır, herkesin sırtını döndüğü bir adam olur. Emirleri dikkate alınmayan bir lidere, kılıcı kesmeyen savaşçıya dönüşelebilir.
Erdoğan ülkeyi ekonomiyi dini, toplum bütünlüğünü bozarak, cemaati bitirerek, insan kaynaklarını biçerek misyonunu tamamladı. Misyonu biten kişilere yol görünür.
Bu kadar yıkımdan nasıl çıkar ülke?
Kolay olmaz. Erdoğan bir işgalcinin veremeyeceği kadar büyük zarar verdi, hasar açtı. Belki bir yıl belki birkaç yıl içinde ülke tamamen dibi görür. Yıkım ve hasarı müteakip hep karşılaştığımız üzere bir tadilat-tamirat dönemi başlar. Geçiş dönemi aktörleri sahne alır, koalisyonlardan oluşan bir yapı kurulur. Geçiş döneminde yeni aktörler çıkar, figürler üretilir. Bir süre de onlarla gidilir.
Eğer Türk toplumu gerçek manada açık, demokratik bir toplum düzeni kuramaz, bu konuda ısrarlı olmazsa, basın ve düşünce özgürlüğünü önemsememeye devam ederse, “bana dokunmayan yılan..” felsefesini sürdürürse, sarkaç gibi bu gelgitleri her 10-15 senede bir yaşar. Birileri güzel taahhütlerle gelir bir süre iyi şeyler yapar sonra çöküşler olur, ülke tahrip olunca tekrar tamir dönemi başlar. Dolap beygiri gibi ülke bir kuyunun etrafında döner dururuz.