On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı’nda Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Bismillahirrahmanirrahim’in sırlarından Beşinci Sırr’ında şu tesbitte bulunuyor: “Bir hadis-i şerifte vârid olmuş ki, ‘Şüphesiz Allah Teâlâ, insanı Rahman suretinde yaratmıştır.’ (Buhari) –ev kemâ kâl- Bu hadisi, bir kısım ehl-i tarikat, îmânî akidelere münasib düşmeyen acib bir tarzda tefsir etmişler.
Hatta onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın mânevî sîmâsına bir Rahman sureti nazariyle bakmışlar. Ehl-i tarikatın ekseriyetinde manevî sarhoşlukta mest olup kendinden geçme, ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve iltibas olduğundan, hakikate muhalif anlayış ve telâkkilerinde belki mazurdurlar (kusur ve hatalarına bakılmayabilir). Fakat, aklı başında olanlar, fikren onların iman esaslarına ters olan mânâlarını kabul edemez. Etse hata eder. Evet, bütün kainatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren, gezdiren ve zerreler muntazam memurlar gibi istihdam eden İlahî En Akdes Zât Cenab-ı Hakkın ortağı, eşi, benzeri, zıddı niddi olmadığı gibi ‘O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O herşeyi hakkıyla işitir ve bilir.’ /42/11) âyetinin sırrı ile, sureti, misli, misâli, şebîhi dahi olamaz. Fakat ‘Göklerde ve yerde en güzel mesel ve temsiller, en yüce sıfatlar O Allah’ındır. O, Aziz ve Hakîm’dir.’ (30/27) âyetinin sırrıyla, mesel ve temsil ile, şuunâtına, sıfatlarına ve isimlerine bakılır. Demek mesel ve temsil, şuunat nokta-yı nazarında vardır. Şu zikredilen hadis-i şerifin çok maksatlarından birisi şudur ki: İnsan, ism-i Rahman’ı tamamiyle gösterir bir surettedir. Evet daha önce beyan ettiğimiz gibi, kâinatın sîmâsında bin bir ismin şualarından tezahür eden Rahman ismi göründüğü gibi; yer yüzünün sîmasında İlâhî Mutlak Rubûbiyetin hadsiz tecelli ve cilveleriyle tezahür eden Rahman ismi gösterildiği gibi; insanın her şeyi kapsayan suret-i câmiasında küçük bir ölçüde yer yüzünün simâsı ve kainatın sîmâsı gibi yine o Rahman isminin tastamam tecelli ve cilvesini gösterir demektir. Hem işarettir ki; Rahman Rahîm olan Zâtın varlığının delilleri ve aynaları olan canlı varlıklar ve insan gibi o isimlere mazhar olanların, o kadar Cenab-ı Hakka delil ve işaret olmaları açık, vâzıh ve zâhirdir ki, güneşin timsalini ve yansımasını tutan parlak bir ayna parlaklığına ve delil olmasının açıklığına işareten ‘O ayna güneştir’ denildiği gibi, ‘İnsanda Rahman sureti var’ sözü, delil olmanın âşikârlığına ve tam münasebetine işareten denilmiştir ve denilir. Ve vahdet-i vücud anlayışı mensuplarının mutedil kısmı ‘Lâ mevcûde illâ Hû’ sözünü bu sırra binâen, ve delâletin apaçık olduğuna ve bu münasebetin kemâline bir unvan olarak demişlerdir. Ey Rahmân, Rahîm olan Allah’ım! Bismillahirrahmanirrahim’in hakkı için, Rahimiyetine yaraşır şekilde bize merhamet et ve Rahmâniyetine yaraşır şekilde bize Bismillahirrahmanirrahim’in sırlarını anlamayı temin et.”
İhsan Kâsım Sâlihî Ağabeyimiz bir hatırasını şöyle ifade etmişlerdir: “Mısır’da, araştırmacı yazar, devletin araştırma ödülüne lâyık görülen Hadîce Nebrâvî isminde bir hanım hoca bizleri evine davet etti. Sohbet esnâsında Ahram gazetesinden Ahmed Behcet, Hüseyin Verdânî, Prof. Dr. Hüseyin Âşûr, Muhammed Râdî gibi hocalar, edebiyatçı, gazeteci bir çok kimse vardı. Bir ara Ahram gazetesinden Ahmed Behçet ‘Muhakkak ki, Allah, Adem’i Kendi sureti üzere yarattı.’ hadisiyle ilgili bir soru ortaya attı… Abbad Zeki (ki, 14 sene Maliye Bakanlığı yapmıştır), hadisteki zamiri Âdem kelimesine verdi. (Yani, Âdem’i Âdem suretinde yarattı, şeklinde anlamak lâzımdır, demek istedi.) Ben de başka bir rivayeti yani ‘Muhakkak ki, Allah, Âdem’i Rahman Suretinde yarattı’ şeklini hatırlattım. ‘Olmaz öyle şey’ dediler… Kenan Demirtaş isminde bir kardeşimiz hemen bu rivayeti buldu. Ben de Üstad Hazretlerinin On Dördüncü Lem’a’da bu hadisi nasıl izah ettiğini anlattım. Hocalar mest oldular. Sohbetten çıkışta Ahmed Behçet Bey ‘İzah işte böyle olur!’ diye takdirlerini dile getirdi. Ertesi gün, Hüseyin Aşur Beyin evine gittik. Lem’a’lar’dan bu bahsin yerini buldu ve okudu. Bunun üzerine Ahmed Behçet Bey, kitabı aldı, kolunun altına koydu ve ‘Allah’a ısmarladık… Böyle bir kitabın altından da olsa, hırsızlığı câizdir!.’ diye lâtife de yaptı.”
Elimizdeki hazinelerin kıymetini bilelim. Okuyup anlamaya çalışalım. Yoksa hazine üzerinde oturan züğürt ağalara benzeriz.