Başlığa tekrar bakın ve doğru okuduğunuzdan emin olun! ‘Cüppeli düğme’ diye okuyorsanız tamamdır; devam edebiliriz.
Bir kaç gündür Danıştay Başkanı Zerrin Güngör’ün portresini yazmaya hazırlanıyorum. ‘Düğmeli cüppe’ demeye çalışırken çoğu kez tersini söylediğimi farkettim. Düşündüm, aslında şuuraltım bana bir doğruyu gösteriyordu. Zerrin Güngör’de cüppe değil düğme esastı ve vurguyu ona yapmak gerekiyordu.
Kamuoyu onun adını ilk kez Danıştay Başkanlığına aday olmasıyla duydu. İsminin gündeme geliş şekli daha sonra yaşayacaklarımızın habercisiydi. Dönemin Başbakanı Recep T. Erdoğan ile Adalet Bakanı Sadullah Ergin arasında geçtiği iddia edilen ses kaydında, ‘Güngör’ün rakibinin adaylıktan seçilmeye ikna edilmesi’ konuşuluyordu. Bu çabanın iki faydası olacaktı; öncelikle hükümeti ilgilendiren imtiyazlı sözleşmelerin gittiği dairenin başkanı olan ‘iyi arkadaş’ görevinin başında kalacaktı. İkinci olarak da karşı cepheden hem de bir kadını kendi yanlarına almış olacaklardı. Tam da Erdoğan’ın söylediği gibi oldu ve ‘iyi arkadaş’ Nevzat Özgür yarıştan çekildi; seçime tek başına katılan Zerrin Hanım, Danıştay Başkanlığı koltuğuna 18 Temmuz 2013’te oturdu. İkinci kısım zaten herkesin gözü önünde yaşanıyor.
Güngör her fırsatta tarafını açıkça belli ediyor. Erdoğan’ın protokol kurallarını da çiğneyerek Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nu ‘edepsiz’ diye azarladığı törenin ev sahibiydi. “Devlet protokolünün de yer aldığı bugünkü resmi törende, Barolar Birliği Başkanı tarafından siyasi içerikli ve idari yargı konuları ile ilgisi olmayan bir konuşma yapılmıştır” açıklamasıyla bayrak gösterdi.
CHP’nin Enis Berberoğlu tutuklanınca hatırladığı ‘adalet’ için yürümesine en sert tepkiyi Danıştay Başkanı Güngör verdi. “Yargı şimdiye kadar hiç bu kadar tarafsız ve bağımsız olmamıştı” iddiasını AKP sözcüsü gibi sürdürmüş ve şöyle demişti: “CHP, Adalet Kurultayı’ndan sonra yayınladığı bildirgeyle ne yapmaya çalışıyor? Aslında ben biliyorum. Tek başlarına güçlü siyaset yapamadıkları için eskiden onların imdadına yargı yetişiyordu. Şimdi artık yargı bunu yapmıyor.” Güngör, hızını alamayıp Adalet Yürüyüşü ve Kurultayı için ‘sözde’ ifadesini kullanmıştı.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamalara tepkisi sertti: “Biz artık onu siyasette taraf olarak ve iktidar partisinin Danıştay’daki sözcüsü olarak görüyoruz.” Konuya küçük bir saplama yapalım. Kılıçdaroğlu, tepkisini “Önümüzdeki günlerde bu konuda yasal bir adım atacağız.” şeklinde sürdürmüştü. Erdoğan’ın elindeki görüntüler gibi Kemal beyin adımlarını da beklemekten yorulduk.
Güngör, 16 nisan 2017 tarihinde yapılan halk oylamasıyla kabul edilen değişiklikle anayasada var olan ‘kuvvetler ayrılığı ilkesinin’ daha belirgin hale getirildiğini bile savunmuştu. Danıştay’ın önüne gelmesi muhtemel kanun hükmünde kararnameleri aklaması da ihsas-ı rey olarak kayıtlara girmişti. O değişiklik için yapılabilecek en temelsiz savunma herhalde böyle olurdu. Hakimler Savcılar Kurulu seçiminin tamamen Erdoğan ve iktidar partisi grubuna havale edilmesi tek başına bu tezi çürütmeye yeterdi. Ve geçirdiğimiz iki yıl Zerrin Hanım’ı haklı çıkarmadı. İşlevsiz parlamento ve yandaş yargı fotografı net biçimde ortaya çıktı. Basit bir ayrıntı gibi görülebilir ama Güngör, bakanları makamında ziyaret edip fotoğraf çektirmekten kaçınmıyor. Denetleyen-denetlenen ilişkisinde sembolik anlamı olan, tarafsızlığa gölge düşüren hareketler bunlar. Bakanlıkların icraatlarını denetlemesi gereken kurum için gereksiz bir samimiyet.
SADAKATİN ÖDÜLÜ
Herkes Güngör’ün, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rize ziyaretine katılarak Sayıştay Başkanı Recai Akyel ve Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit’le birlikte çay toplamasını eleştiriyor. Ancak öyle beyanları var ki çay toplamaya rahmet okutuyor. “Aslında idari yargı, insanların devlete bağlılığını, sadakatini arttıran bir sistemdir. İdari yargı faaliyetlerimizi sürdürürken, elbette, hukukun üstünlüğü esastır ancak verdiğimiz kararlarda daima ülkemizin gerçeklerini göz ardı edemeyiz. O ön plandadır.” Şu cümleleri idare hukuku dersinde birinci sınıf öğrencisi yazsa sınıfta kalır. Herhangi bir hukuk devletinde bırakın yüksek yargıç olmayı adliye önünde arzuhalcilik yapamaz.
‘Ülkemizin gerçekleri’ denen zehirli iksiri en son içecik kişiler yargıçlardır; hele de bireyi devlet aygıtına karşı koruması gereken idari yargı mensuplarıdır.
Erdoğan’ın Muharrem İnce ile yarıştığı cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde ‘Kamu görevlilerinin sadakat yükümlülüğü’ başlığı altında panel düzenleyen Güngör’ün sadakati karşılıksız kalmıyor. Erdoğan’ın tensibiyle iki defa üst üste Danıştay Başkanlığına seçildi, yaş haddinden emekli olana kadar koltuğu sağlamda. 26 Temmuz 2016’da yürürlüğe giren yeni kanuna göre bütün üyelerin üyeliği düşürüldü. Danıştay Başkanı, başsavcısı, başkanvekili ve daire başkanı olarak görev yapanlar muaf tutuldu. Seçilmiş yüksek yargıçların kanunla görevden alınması açık anayasa ve hukuk ihlaliydi ve konuşabilecek konumda olanlar sus payı ile susturulmuştu.
Erdoğan’ın ulufelerinden Güngörler aile boyu nasipleniyor. Yargıç kızı Gonca Hatinoğlu, eğitimi biter bitmez ilk görev yeri olarak Elazığ’a atanmış 1 gün sonra Yargıtay’a, 3 gün sonra da Cumhurbaşkanlığı Hukuk Hizmetleri Başkanlığı’nda daire başkanlığına getirilmişti. Bu tayini anlatmak için ‘jet’ tanımı dahi yetersiz kalıyor. Gonca Hatinoğlu ’nun eşi Volkan Hatinoğlu da Saray’ın inşaatını yapan Rönesans Holding’e bağlı bir şirkette yönetici olarak işe girmişti.
İdarenin iş ve işlemlerinin hukuka aykırılığını denetleyen Danıştay’ın Başkanının kızı, yürütme organının başı olan Cumhurbaşkanlığı’nın hukuk işlerinde çalışması nereden bakarsanız savunulamaz. Taraflar dünyanın en namuslu insanı bile olsa bu girift ilişki hoş görülemez. Ancak bütün eleştirilere rağmen Güngör en küçük bir adım atmıyor. Ne kızı ne de damadı şaibeli ilişkiyi sonlandırıyor. Asıl tehlikeli olan da bu pişkinlik. O yüzden Zerrin Güngör için düğme cüppeden daha öncelikli diyorum. Haksız mıyım?