Neredeyse insanlığın yaşıyla birlikte yazının tarihi, klasik medyadan sosyal medyaya değişimin yaşandığı son yirmi yılda yeni bir döneme girdi. Sümer rahiplerinin depolarına koydukları malları saymak için icat ettiği iddia edilen ilk yazı, Çinlilerin kâğıdı kullanmaya başlamasıyla yaygınlaşmıştı.
Günümüzde görsel medya kullanımı tahmin edilemez boyutlara ulaştı. Sadece Youtube, aylık 1,8 milyar kişi tarafından kullanılıyor bu rakam neredeyse dünya üzerinde yaşayan her 4 kişiden biri anlamına geliyor.
Buna rağmen yazı değerinden ve gücünden hiçbir şey kaybetmediği gibi aksine etkisini her geçen gün artırıyor.Günümüzde, kimi kendiyle dertleşmek, kimileri de birileri ile hesabını görmek için yazıyor. Ancak, yazı yazmayı bir sorumluluk olarak gören, her türlü ağır ve zor şartlar altında bu görevi yerine getiren yazar ve bir kısım şahsiyetlerin ise tarihe geçtiği bir hakikattir. Sonuç itibariyle, yazı arşivin temel omurgasıdır bir nevi.
Cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamalara rağmen:
Geçenlerde Washington Post Gazetesi, Türkiye’de hükümete muhalif olduğu için tutuklanan insanların, cezaevlerinde yazdığı eserlerin zengin bir edebiyat kültürü oluşturduğunu değerlendiren bir habere yer verdi. Cezaevi edebiyatı tabiri ilk defa 80 ihtilalinden sonra tutuklanan siyasi muhaliflerin yazdıkları eserler için kullanılsa da çok daha eskilere dayanan bir mazisi vardır.
Ben,alacakaranlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız yarım kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim…
Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevinden nişanlısına yazdığı şiirdeki ‘Yarım kalmış bir şarkı’ dizelerini yıllar sonra İrlandalı Sosyoloji Profesörü Denis O’Hearn, İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun (IRA) militanı Boby Sands’in hayatı ve mücadelesini konu alan kitabına ad yapar.
Boby Sands Kuzey İrlanda’da IRA militanlarının kaldığı ‘H’ tipi cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamaların sona ermesi için başlattığı açlık grevinin 60. gününe denk gelen 5 Mayıs 1981’de öldü. Ona destek veren 9 arkadaşı da arkasından başlattıkları açlık grevlerinde öldüler.
Özellikle her türlü baskı ve tehdide rağmen seslerini duyurmak için yazmaya devam etmeleri dünyada milyonlarca insana ilham verdi ve zulme direnişin sembolü oldular.
Devrinin hükümdarına boyun eğmediği ve zulme karşı çıktığı için mazlum ve mağdur düşmüş alimler tarihidir bir anlamda İslam Tarihi. İmam Serahsi bu alimler içinde en bilinenlerinden biri…
Devrinin saygı duyulan ve itibar gören tanınmış bir alimi ve gönül sultanı iken 65 yaşında bir kuyunun dibinde hapse mahkum edildi ve 15 sene boyunca güneş görmeden yaşadığı bir ortamda yanında hiçbir eser olmadan meşhur fıkıh eseri 30 ciltlik El-Mebsut’u talebelerine yazdırdı.
Hz. Bediüzzaman’ın önemli talebelerinden biri olan Ahmet Feyzi Kul hatıralarında Risale-i Nurların büyük zorluklar ve imkansızlıklar altında nasıl yazıldığını anlatır: “Ben altı eserin yazılmasına şahit oldum; o da iki hapishanede… Biri Denizli, diğeri Afyon hapsihanesinde…
Her iki hapishanede de bir kelime bile yazılmaması için şiddetli bir baskı vardı. Ve hiçbir yazının içeri girmesine, dışarı çıkmasına, kuş uçmasına imkân yoktu. Bu şartlar altında altı eser yazıldı. Bilhassa, Meyve Risâlesi bunların başında geliyor.
Yazarak direnmek!
Fethullah Gülen Hocaefendi için “O yazarak direniyor. ” demişti yakın arkadaşlarından biri. Hizmetin sahip olduğu medyanın gasp edildiği, kendisini ifade edebilecek bütün mecraların tıkandığı ve sesinin kesildiği bir dönemde çıkan Çağlayan’daki yazıları için bu ifadeyi kullanmıştı.
Hocaefendi, 81 yaşında ve önemli sağlık problemleri olan biri. Yaşanılan soykırım sürecinde ağır travmalara maruz kaldığını, her mağdur ve mazlumun acısının kalbinde adeta birer tsunami etkisi oluşturduğunu ziyaretine gidenlere söylüyor.
Doktorlarının dinlenmesi gerektiği yönündeki tavsiyelerine, üst üste uykusuz geçen gecelerin ve “Tatmaya izin var, doymaya yok.” iradi tercihinin sonucunda yorgun düşen vücudunun sitem etmesine rağmen adeta sürüklenircesine hala talebeleriyle ders müzakeresine katılıyor. Saatlerce çıkacak olan dergi için yayın kadrosuyla müzakere yaptığını müşahade edenlerdenim..
Sait Faik Abasıyanık, yazıdan cüda düştüğü ve yazmayla arasına duvarlar girdiği dönemleri; “‘Yazmasam deli olacaktım.” diye tasvir eder.
Evet, kimileri için yazmak aşk derecesinde bir tutku olsa da, bazıları için insanlık adına ve gelecek nesiller açısından önemli bir görev ve sorumluluktur.Kısacası, şartlar ne kadar zor olsa da, zulme karşı direnme ve tarihe not düşmek için yazma, bazen kendine rağmen yazma ve hasbihal etme… İşte bu satırlar da bu hissiyatın sadece küçük bir yansıması.
Not: Nasip olursa bundan böyle sizlerle burada buluşacak ve hasbihal edeceğiz. Klasik ve geleneksel ifadesiyle “Virabismillah!” diyerek başlamak istiyorum. Okuyucunun tavsiyeleri ve temennilerinin, yazarın yazılarına büyük zenginlik kattığını hatırlatmalıyım. Sevgilerimle…
hamzatoygar@outlook.com