EYLEM YILMAZ-KRONOSNEWS
Rusya uzmanı Dr. Kerim Has: 15 Temmuz’la birlikte Türkiye’deki siyasi iktidarın Moskova’ya bağımlılığı olağanüstü derecede arttı. Bu nedenle eli mahkûm, mecburiyetten S-400’lerin alındığını düşünüyorum. Rusya’nın tarihinde ilk defa…’
Şam yönetiminin İdlib’e yönelik başlattığı harekâtla birlikte bölgedeki askeri hareketlilik arttı. Şam yönetiminin bu harekâtını Rusya’nın desteğiyle sürdürmesi, Türkiye’nin bölgede bulunan 12 askeri gözlem noktasında bulunan askerlerin güvenliği ve Şam yönetiminin Türkiye’nin askeri konvoyuna yönelik saldırısı Rusya ile ilişkilerini gündeme taşıdı.
Rusya uzmanı Dr. Kerim Has, Suriye’deki son gelişmelere bağlı Rusya-Türkiye ilişkilerini Kronos’a değerlendirdi. İdlib’e yönelik harekâtın başlamasının ardından AKPli Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova ziyaretini “mecburiyet” olarak nitelendiren Has, Türkiye’nin askeri gözlem noktalarını geri çekmesi ve İdlib’deki cihatçı örgütlerin Türkiye sınırına yakın bir noktada “sıkıştırılması” konusunda Putin ile mutabakat sağlandığı görüşünde.ABD-Türkiye ilişkilerindeki ilerlemenin ise Rusya’yı endişelendirdiğini belirten Kerim Has; “İdlib, Türkiye-Amerikan ilişkilerine karşı Rusya’nın kullandığı bir kart. Bu bir balans ayarıdır. Rusya, bu kartı Demokles’in kılıcı gibi elinde tutuyor.”
S-400’lerden yeni silah alımlarına, İdlib’den Fırat’ın doğusuna kadar gündeme ilişkin değerlendirmeleri için söz Dr. Kerim Has’ta…
Şam yönetiminin İdlib’e yönelik başlattığı harekât ve ardından ani bir programla Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin arasındaki görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu görüşmede İdlib konusunda bir uzlaşma sağlandı mı?
Bu görüşme Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından mecburi hale gelmişti. Han Şeyhun’a yakın 9 No’lu gözlem noktasına giden bir konvoya Suriye rejim güçlerinin bir saldırısı olmuştu. Bu saldırı neticesinde Türkiye tarafı hızlıca Rusya ile iletişime geçme durumunda kaldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin’e ulaşması dört buçuk gün sürdü. Rejim güçlerinin 23 Ağustos’ta Han Şeyhun’u kontrol altına aldığını ilan etmesinin ardından telefon görüşmesi yapıldı. Bu nedenle Putin’in bilerek telefon görüşmesini geciktirdiğini düşünüyorum. Zaten rejim güçlerinin Han Şeyhun’a bir operasyon gerçekleştirmesi söz konusuydu. Bu yüzden Han Şeyhun’un rejimin kontrolü altına geçmesinden sonra bu görüşmeyi yapmak Kremlin’in elini güçlendirecekti, haliyle daha mantıklıydı. Böylece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova ziyareti zorunlu hale geldi veya getirildi. Ve yine bilerek, ziyaret ev sahibi Moskova tarafından Rusya’nın en prestijli hava savunma fuarının açılış gününe denk getirildi ki Rusya açısından S-400 almakta olan NATO üyesi Türkiye’nin Rus uçaklarına da ilgi gösterdiği propagandası başarıyla yürütülsün.
Zaten SU-35 ve SU-57 silahlarının satışının görüşüldüğü iddiaları basında yer aldı. Bu silahların satışı, bir yanda İdlib’de Rusya’nın Şam yönetimiyle düzenlediği harekât ve S-400’ler… İlk soruma ek olarak bu gelişmelerle birlikte değerlendirirseniz şu an Türkiye ile Rusya ilişkileri ne boyutta?
Somut basın açıklamasında Türk askerlerinin konumu ve durumu ne olacak konusunda liderler sessiz kaldı. Bazı Rus uzmanlarıyla yaptığım görüşmelerden ve genel olarak edindiğim izlenimim şu; İdlib meselesinde belki kısa süreli duraksamalar olabilir. Ama Rusya’nın mevcut Suriye ve İdlib politikasını da sürdüreceği görülüyor. Önümüzdeki dönemde İdlib’de tedrici bir şekilde Rusya desteğindeki Suriye rejim ordusunun ilerleyişini sürdürmesi çok muhtemel. Askeri gözlem noktaları da peyderpey boşaltılmak zorunda kalacak. Dolayısıyla İdlib’de değişen dengelere bağlı olarak “sürekli güncellenen Soçi veya Moskova mutabakatı göreceğiz.” Buna ek olarak da Suriye Anayasa Komitesi’nin 11 Eylül’de Türkiye’de gerçekleşecek Astana zirvesinden sonra çalışmalarına başlaması yüksek ihtimal. Özellikle Fırat’ın doğusundaki ABD-Türkiye ortaklığındaki gelişmelerin seyrine bağlı olarak rejimin saldırılarını durdurması değil de arada biraz zaman koyup sahada adım adım ilerlemesi çok daha olası gözüküyor.
Suriye konusunda uzman birçok yorumcu Rusya’nın İdlib’e yönelik bu harekâtı Türkiye’nin ABD ile anlaşması nedeniyle başlattığını, bunun bir tür Rusya’nın Türkiye’yi cezalandırması olarak yorumluyor. Siz bu yorumları nasıl değerlendirirsiniz?
Bu bir neden-sonuç ilişkisi değil. Çünkü Han Şeyhun harekâtı 6 Mayıs civarında başlamıştı. Bundan önce yılbaşından beri rejimin yavaş yavaş köyleri kontrol altına alma harekâtı başlamıştı. Bu belli bir seyrinde gidiyordu. Ağustos başında ABD-Türkiye arasında varılan mutabakat bu operasyonların başlamasına değil ama hızlanmasını sağlayan bir durum oluşturdu.
Peki, Türkiye Suriye konusunda ABD ile ortak hareket etmeyi sürdürdüğü takdirde Rusya’nın İdlib’de yaptığına benzer harekâtları olur mu? Yahut Rusya silah satışlarını askıya alabilir mi? Rusya’nın genel tutumu ne olur? Buradaki dengeyi Türkiye nasıl sağlar? Riskler nedir?
Moskova’da şöyle bir kaygı var; ABD’nin Kürtlere sunduğu güvenlik şemsiyesi adı altında ama diğer yandan Ankara’nın da bizzat kendi elleriyle sağladığı bölgede geniş çaplı bir Kürt otonomisinin doğmasına yol açması. Suriye’de oluşacak geniş çaplı bir Kürt otonomisi Rusya’nın planları dâhilinde değil. Rusya, Kürtlere bir özerklik verilmesi taraftarı ama dış politika, savunma güvenlik politikaları ve enerji alanında tamamen Şam’a bağımlı olmasını istiyor.
Bunun aksi olduğu Rusya takdirde ne yapar? Yeniden saldırıya mı geçer?
Zaten Suriye’deki Türkiye-ABD ilişkilerinde bir anlamda Demokles’in kılıcı mahiyetinde İdlib kartını kullanıyor. Türkiye-ABD ilişkilerine balans ayarı yapmak için kullanıyor. Oraya yönelik operasyonların şiddetlenmesi insani trajediler doğurabilir. Bu kartı zaman zaman esnetiyor, zaman zaman geriyor. Fakat dediğim gibi işin bir de tabii seyri var; tedrici olarak aşama aşama rejimin İdlib’i tamamen kontrolü altına alması. Yine şahsi kanaatim; ilerleyen süreçte biz daha çok İdlib’deki cihatçı grupların Türkiye sınırındaki daha küçük bir yere sıkıştırıldıklarını göreceğiz. Bu bana daha mantıklı geliyor.
Rusya bu operasyonlarla İdlib’deki cihatçı grupların Türkiye’ye geçişini kolaylaştırmış olmuyor mu?
Bunu diyorum. İdlib kartı bu anlamda kullanılıyor. Hem göç hem de radikal grupların Türkiye’ye doğru süpürülmesi… Burada yapılması gerek çok basit; Rusya tarafı da herkes de Esad’ın bir diktatör olduğu konusunda hem fikir ama ülkenin çıkarlarını gözetmek zorundasınız. Türkiye’nin kendi çıkarları Esad katil, diktatör de olsa bir şekilde temas kurulmasını gerektiriyor. Türkiye’nin şu an yapması gereken bir kere askerleri hızlı bir şekilde çekmesi ve tersine sınır güvenliğini arttırması lazım. Bölgedeki her meşrepten ılımlısı, radikali tüm grupları lojistik desteği kesmesi, onları silah bırakmaya zorlaması lazım. Silah bırakmazlarsa yine Rusya’nın belki İran’la aracılığı ve desteğiyle Ankara’nın Şam’a lojistik istihbarat desteği vermesi gerekir. Zaten bölgeyi, İdlib’deki grupların hangi meşrepten olduğunu en iyi bilen istihbarat Türkiye’nindir. Dolayısıyla bu alanda yardımcı olması ve nokta operasyonlarla insani trajediyi ve göçü minimuma geçmektir. Bu İdlib meselesinin çözülmesidir. Bu denemiyor. Bir taraftan ABD’yle bir taraftan Rusya’yla sanıyorum eleştiri gelebileceği için iç siyasi hesaplar nedeniyle temasa geçilmiyor. Arka planda şu da var; İbrahim Kalın istihbarat kanalları üzerinden bir temas olduğundan bahsetmişti. Rusya ve başka medyalarda da bir görüşme olduğu yer almıştı. Hakan Fidan’ın Suriye istihbaratı Başkanı ile görüştüğüne yönelik bilgiler, haberler var. Bunlar yalanlanmadı. Bunu somut bir şekilde diplomatik ilişkileri tesis etmek gerekir. Şu an Rus askerleri Türk askerlerinin güvenliği konusunda devriye atıyor. Bu çok tuhaf bir durum. Kalmanız çok anlamsız, rejimi rejimden mi koruyacaksınız? Siz gözlenir hale gelmişsiniz. Bu çok ciddi bir itibar kaybıdır.
Peki, son görüşmede Rusya ve Türkiye arasında bu konuda bir mutabakata varılmış olabilir mi?
Büyük ihtimalle. Rus lider Putin’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Türk askerinin başta 9 No’lu gözlem noktası olmak üzere İdlib’de rejimin ilerleyeceği alanlardan çıkması gerektiğini söylemiştir.
Türkiye bunun karşılığında ne talep etmiştir?
İtibar. Şu an itibar korunmaya çalışılıyor. Türkiye tarafı en fazla biraz daha süre istemiştir. Fakat çok geçmeden boşaltılacaktır. Astana zirvesi bekleniyor olabilir. Bu zirveden sonra, “Rejime değil Ruslara verdim” denilecektir. Ruslara tavizler sürecektir.
‘S-400’LER GÖNÜLSÜZ VE SİYASİ GEREKÇELERLE ALINDI’
Ziyaret sırasında iki lider arasında yaşanan diyaloglar da çok konuşuldu. Örneğin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın helikopter fiyatını sormasına Putin’in; “Helikopteri alırsan limuzin bedava” diyerek karşılık vermesi, dondurma ısmarlanması vesaire. Siz bu diyalogları nasıl yorumlarsınız?
Bu diyalogların kazandırdığı diplomatik PR ve kazanımlar günün sonunda İdlib’teki mevcut kör düğümün ve özellikle Türk askerinin içine düştüğü bu zor durumun çözüleceğine yönelik bir algı oluşturdu. Görüşmede bu tarz fotoğraflar verilmeseydi, tek başına iki liderin basın toplantısına bakıldığında zirvenin oldukça soğuk ve sert geçtiği çıkarımı yapılabilirdi. Böyle bir sonuçtan da en fazla ABD yönetimi memnun kalırdı diye düşünüyorum. Bu görüntüyle liderler arasındaki bölgesel anlaşmazlıkların su yüzeyine çıkmasına engel oldu. Bir anlamda kapalı kapılar ardındaki pazarlıklara havale edildi. Biraz önce sorduğunuz üzere; gönülsüzce alınan S-400’ler yerine bu daha tercih edilir oldu.
Niçin gönülsüz alındığını düşünüyorsunuz? Bu nedenle Türkiye’nin NATO üyeliği bile tartışılır oldu…
Bu ayrı bir konu. Belki sonra daha detaylı konuşabiliriz. Kısaca söylemem gerekirse; S-400’ler Türkiye’nin askeri ihtiyacından değil, tamamen siyasi gerekçelerle alındı.
’15 TEMUZ’DA İKTİDARIN MOSKOVA’YA BAĞIMLILIĞI OLAĞANÜSTÜ DERECEDE ARTTI’
Nedir bunlar?
Birincisi, Türkiye’de ileride hem iç hem dış etkenlerle oluşabilecek bir Venezulla’daki Maduro senaryosu gerçekleşirse bunun iktidar değişimine yol açmaması için şimdiden Rusya’dan destek alınması anlamında önceden verilen “siyasi bir rüşvettir.” İki tane S-400 bataryasıyla ABD’yle bir savaşı kazanamazsınız. Ortak üretim de söz konusu değil. Olursa bile teknolojik transferleri içermeyecek. İkinci olarak da, 15 Temmuz’la ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu daha uzun bir konu belki, daha sonra konuşuruz. Fakat şöyle söyleyeyim; 15 Temmuz’la birlikte Türkiye’deki siyasi iktidarın Moskova’ya bağımlılığı olağanüstü derecede arttı. Bu nedenle eli mahkûm, mecburiyetten S-400’lerin alındığını düşünüyorum. Rusya’nın tarihinde ilk defa bu kadar kısa süre içerisinde, bu kadar kritik silahları sevk ettiği ilk ülke Türkiye oldu. Aynı zamanda Türk Akımı da Rusya’nın tarihinde ilk kez en hızlı inşa edilen boru hattı oldu.
Bu şekilde Türkiye’nin NATO üyeliğinden çıkıp yalnızca Rusya’yla hareket etmesini mi sağlıyor?
Evet. NATO üyeliğini bir şekilde tartışmaya açtırıyor. Fakat burada da Rus tarafının çok ciddi bir risk aldığını düşünüyorum.
Nedir bu?
Devletin tüm kurumları olağanüstü derecede yıpranmış bir Türkiye var. En temel hukuk kurallarının zedelendiği bir durum var. NATO’dan çıkan bir istikrarsız bir Türkiye sadece savunma kabiliyetlerini çok büyük bir ölçüde kaybetmiş olmayacak, şu anda da olan ekonomik kriziyle birlikte bunu Rusya taşıyabilecek güç ve kuvvette değil. Ticari olarak büyük kayıplar olabilir. Türkiye’deki bir istikrarsızlık Kafkasya’da bir istikrarsızlık anlamına gelir. Bu durum Rusya’nın çıkarına değil. Şu an Rusya ilişkileri sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan ile sürdürüyor. Orada bir sallantı olduğunda Rusya’nın Türkiye üzerine yaptığı yatırımlar risk altına girebilir. Böyle bir risk doğduğu takdirde, bir Maduro senaryosu ortaya çıktığında Rusya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arkasında durur mu emin değilim. Bu açıdan Rusya’nın risk aldığı ve yanlış bir hesap yapıldığı kanaatindeyim. Şu an itibariyle Türkiye’deki mevcut iktidarın birçok alandaki zayıflıklarını kullanarak koparabildiği kadar taviz koparmaya çalışıyor diyebiliriz. Mesele biraz böyle.
Peki, son soru; konuşmanızın bir bölümünde Rojova’ya da değindiğiniz. Fırat’ın doğusu konusunda ABD ile yapılan anlaşmaya karşı Rusya’nın orada bir Kürt yönetimi istemediğini ve İdlib’i kullandığını belirttiniz. Rusya-Türkiye ilişkileri için Rojova’nın kilit olduğunu söyleyebilir miyiz?
Moskova açısından bakıldığında Fırat’ın doğusunda bir Kürt otonomisi özerkliğin çerçevesine göre istenilip, istenilmeyeceğine ilişkin bir tablo oluşturabilir. Türkiye’nin söylemi dışında sahada yaptıklarını dikkatle ele aldığımızda Suriye’de böyle bir otonominin oluşmasına zemin hazırladı. Güvenli bölge konusunda retorikte çok ciddi anlaşmazlıklar varmış gibi gözükse de o otonominin oluşmasını hızlandıracak bir tablo oluşturacak gibi duruyor. Biraz önce bahsettiğim gibi iktidarın kendi bekasına yönelik kaygıları ülke çıkarlarının önünde geliyor. Bu açıdan ABD yönetiminden bir garanti alırsa ki ABD’nin de verebileceğini sanmıyorum, iktidar biraz kendisini kandırıyor. Gidişat pekiyi gitmiyor; yeni partilerin kurulması söz konusu olacak, ekonomik kriz derinleşiyor, kurumsal alt yapı zayıflamış durumda, neredeyse bütün büyük güçlerle ilişkiler tavizlerle sürdürülüyor… Dolayısıyla, Fırat’ın doğusu konusunda da Türkiye’nin değil iktidarın bekası üzerine hareket ediliyor. Türkiye’nin kendi güvenliği açısından yapması gereken hukuk kalitesini düzeltmek, yükseltmektir. Kendi hukuk kalitenizi yükseltecek, demokratik çerçevede Kürt meselenizi çözeceksiniz ki dışarıdan sorun yaşamayın. Kayyum atayarak veya HDP’yi terör parantezine alarak, Kürt toplumunu yabancılaştırarak bir gelecek vadedemezsiniz.