Talebeliğim İzmir’de geçti. İzmir’de parasına, puluna, cebine, cepkenine bakmadan talebeler için her şeyini fedâ eden âbiler-ablalar gördüm.
Her biri için bir destân yazılabilir.
Hizmeti İstanbul’da tanıdım, İzmir’de sevdim, aşık oldum.
İzmir’de okumuş, yetişmiş, (inşâAllâh) hizmet etmiş olmayı bir rüçhâniyet sayarım.
Size fanatizm gibi gelecek belki ama İzmirli olmayı, Bucalı olmayı önemserim.
Gerçi Anadolu’nun her yerinde, yetişmiş arkadaşlar bu misâl âbi ve ablaları görmüş onlara, hizmet ve samimiyetlerine aşık olmuşlardır.
“Günümüzün Kara Sevdalıları” birbirlerine gerçekten sevdâlıdır.
Fakat İzmir başka, İzmirli Ağabeyler, Bucalılar, Bornovalılar, Hataylılar Karşıyakalılar, Bozyakalılar hele hele Eşrefpaşalılar, hepsi ayrı ayrı, birer kahramanlık, yiğitlik örneğidir.
Geçmiş zamân, akşam oturuyoruz, dersin müdâvimlerinden kısa boylu, tıknaz, hareketli bir ağabeyimiz içeriye girdi, “hocam sorma, bugün ne oldu ?” diyerek söze başladı.
Ağabey esnâf, hizmet için (meşrû dâirede) her yere girip çıkabilir, İzmir tâbiriyle “çıyan” tiplerden.
Devâm etti “Agora’da kahvehanede oturuyorum, içeriye iki-üç genç girdiler, ellerinde cd’ler, dağıttılar, nedir bunlar ? diye sordum, baktım ki cemaâtimiz, Büyüğümüz hakkında karalama cd’leri, ıstakayı kaptığım gibi başlarında geçirdim” deyiverdi.
Gayri ihtiyâri “aman âbi, ne yapıyorsun ? Hocamız diyalog diyor, sevgi-hoşgörü diyor, niçin öyle yaptın, bizim hizmet anlayışımıza uygun değil” dedim.
Ağabey bütün ciddiyetiyle gürleyiverdi “hocam siz hocasınız, Büyüğümüz onu size söylüyor, siz öyle yapın, ben esnâfım, ben böyle yaparım”
Yigit ağabeyim benim.
Yıllar evvelinden unutamadığım bu tatlı hatıra, içinde bulunduğumuz durum ve sonrası adına, beni bir süredir düşündürüyor.
Bunca olan bitenden sonra, cezâlandırmaya-kısasa gücümüz yeterken, işte o zamân“sabreder de mukâbele yerine avf yolunu seçerseniz, böyle davranmak, sabredenler için, hiç kuşkusuz daha hayırlıdır” ( S.Nahl 126 )
“O müttakiler ki,…. kızdıklarında öfkelerini yutar ve insânları affederler” ( S.Âl-i İmrân 134 ) ayetleri, afvı tavsiye ederken, affedebilecek miyiz acaba ?
Istaka mı ? Merhametle avf mı ?
Adâlet mi ? Fazîlet mi ?
Hazreti Yûsuf, bütün çektiklerine rağmen, kendisini kuyuya atan, köle diye satan, iftirâ eden kardeşlerini affetmişti.
Günümüzün yûsufları affedebilecek mi acaba ?
Efendiler Efendisi (sav) mâruz kaldıği bütün zulme rağmen, muhâtablarını yûsufça bir afv ile, hattâ, hattâ daha fazlasıyla affetmemiş miydi ? Affetmişti.
Rabbim affetsin beni, şimdilerde hiddet ile cezâ yahut merhamet ile avf arasında ikilemde kaldım…
Üstadımızın Afyon hapishânesi penceresinden, dışarıda oynaşan üç-dört yaşındaki şirin kızı görmesi, kim olduğunu sorması, zulmeden şahsın çocuğu olduğunu öğrenince, yavruya merhametle zâlim babasını affetmesi, hakkını helâl etmesi aklıma düştü.
Benim güzel Hocamın merhamet ve avf hakkında “ben biraz Mesîhi’yim galiba” diyerek,“kişinin merhameti imânı nisbetindedir” desteğiyle merhametle affı salık vermesi derîn derîn düşündürdü beni.
Affedebilecek miyiz acaba ?
Binlercemiz cebren mehcûr, yaban ellerde sürgün, hapishanelerde mescûn, iskence altında mazlûm, mallarına el konulmuş mağdûr, âileleri dağılmış mahrûm, yollarda mecnûn, Meriç’te şehîd olduk.
Affedebilecek miyiz acaba ?
Mazlûmen, balkondan atılan Kayapalı’nın, kalbine mağlub olan Esmâ bacının, Meriç’e gömülen şakirdlerin, köprüde boğazı kesilen yiğitlerin, işkencede can veren Gökhan öğretmenlerin yetimleri, sevenleri affedebilecek mi acaba ?
Affedebilecek miyiz ?
Büyümüz bütün zulmüne rağmen, zâlim için “Allah eğer bana yardım etme imkanı verirse, O’na yardım ederim” diyor.
Biz ne yapacağız ? affedebilecek miyiz ?
Bir rüyâsını anlatmıştı ; merhametle, yardıma müstehâk olmayan birine elini uzatınca, kudsî bir sedâ “bırak onu” diyor, bırak onu…
Zâlimin elini tutacak mıyız, bırakacak mıyız ? ikilemde kaldım…
İzmirli cân ağabeyim gibi ıstakayı mı kullanmalıyım ? Yoksa merhametle el mi uzatmalıyım ?
Biliyorum, bu hepimizin açmazı.
Bir akşam yanında otururken bu gibi şeyler bahis mevzuu olunca tekrâren “affetme iimkânım olursa ben merhametle affederim, fakat herkes benim gibi düşünmeyebilir, sizler farklı düşünebilirsiniz” demişti hukûkiliği öngörerek.
Büyüğümüzün “Şahsıma âit hakları helâl edip affedebilirim, fakat âmme hakkına âit ihlâlleri, Allâh hakkına âit ihlâlleri affetmek benim haddime değil” ifâdesini rehber edineceğiz.
Ne dersiniz, affedebilecek miyiz ?
Ben şahsen, şahsıma ait hakları evet, fakat âmmeye, milletime, Rabbime ait hakları aslâ ve kat’a affetmeyeceğim, avfedemem diye düşünüyorum.
Hukuk ülkemize geri dönünce, hukukun sınırları içerisinde, adaletle, bütün ihlâllerin, zulümlerin hesâbını soracağım, soracağız inşâAllâh.
Gel gör ki gönlümü verdiğim sevdiğim, Büyüğüm “affedin sizin için daha hayırlıdır, Allâh’ın rızâsı da buradadır” derse ? ki diyor.
Affedebilecek miyim acaba ?
Kalbime sordum “Ne yapalım Hocam böyle istiyor der, çâr nâçâr affederim” dedi.
Fakat mülâhaza kapısı açık, hukûk sınırları içerisinde “sizler benim gibi düşünmeyebilirsiniz” ifâdesini de unutamıyorum.
Affedebilecek miyiz acaba ?
Adâlet mi ? Fazîlet mi ? Ne dersiniz ?
mansurturgutk@gmail.com