Zamanın su gibi kıvrım kıvrım aktığı, hüzünlerin dört bir yanı sardığı günlerin eşiğindeydik. Bir adım atmaya dahi mecalimizin olmadığı anlarda, birkaç adım birden atabilenlerin hikâyelerine kulak verdik.
Üç çocuklu Hanife Hanım’ın hikâyesi de benzerleri gibi, her şeye rağmen mücadele etmenin, azmin ve fedakârlığın hikâyesiydi. 26 yıllık bir öğretmenin, üç yıldır yalnız başına verdiği mücadelenin öyküsü.15 Ağustos 2016 tarihinde, emekli olduğu halde çalıştığı eski bir kurum sebebiyle gözaltına alınır eşi Hanife Hanım’ın. Günlerce gözaltında kalır. 30 yıllık öğretmendir. Yıllarca devletine milletine hizmet etmiş, öğrenci yetiştirmiştir. Başına gelenler karşısında çok üzülse de, “Vardır bunda da bir hikmet” deyip sabretmiştir.
Hanife Hanım, eşi alındıktan sonra hem anne olur hem baba. Tek bildiği iş öğretmenliktir. Öğrencilerini çok sever, kendi çocuklarını ihmal edercesine ilgilenir öğrencileriyle, binlerce meslektaşı gibi…
Eşinin ardından maddi olarak evin yükünü sırtlanan, üç evladını okutmaya çalışan ve içerdeki eşinin ihtiyaçlarını tek başına karşılayan Hanife Hanım, mesleğine geri döner. Biri evine yakın, diğeri 140 km ötedeki iki kurumda birden çalışmaya başlar haftanın altı günü. Sabah evinden çıkıp yaklaşık 3,5 saat sonra ulaştığı okulunda derse girer. Ders bitimi aynı yolu tekrar kat eder.
Eşinin cezaevinde kendisinden başka ziyaretçisi olmadığı için, öğle arasına bir saatlik izin daha ekleyerek; görüşlere gider gelir aksatmadan. Çünkü eşini kalın ve ses geçirmez bir camın arkasından, kırık ve cızırtılı bir ahizeden duymak bile çok kıymetlidir onun için. Çocuklardan söz ederler. Başlarına gelen onca sıkıntıya rağmen derslerindeki başarılarından, babalarına duydukları hasretten, bir aile oluşlarından…
Büyüğü ilk 100’e girip burslu olarak kazandığı Türkiye’nin en iyi hukuk fakültelerinden birinde okurken; diğeri ilk 20 bine girerek yerleştiği Diyetisyenlik bölümünde okuyor çocuklarının. Babasının özgürlüğüne kavuşup evlerine dönmesini ve bir daha hiç ayrılmamayı dileyen evin en küçüğü ise henüz yedinci sınıfta.
Zor günlerin uykusuz gecelerin, sosyal dışlanmışlığın çepeçevre sardığı zamanlarda, ramazan günlerinden birinde, kendisinde bir rahatsızlık hisseder Hafize Hanım. Önemsemez ve durmaz üstünde. Çocukları annelerinin durumunu fark edince, ısrar ederler doktora götürmek için. Kendinden önce başkalarını düşünmeyi gaye edinmiş bir ekolden gelenler için, küçük rahatsızlıklar pekâlâ görmezden gelinebilirdi. Hem çocuklarının hem eşinin ısrarlarına daha fazla dayanamayan Hafize Hanım, bir başına gittiği bir doktor kontrolünde kansere yakalandığını öğrenir. Şaşırır bu duruma. İnanamaz önce. Konduramaz bu hastalığı kendine. Çocuklarını düşünür hemen ve 39 aydır dört duvar arasındaki eşini. Ne yapacağını nereye gideceğinin bilemez. Hastalığı üçüncü evrededir. Acil ameliyat olması gerekir.
6 saat sürer ameliyatı ve tümörlü doku alınır. 20 günü aşkın sürede, acılarla ağrılarla, başkalarının yardımı ile geçen hastane günlerinde; eşi içerde endişe etmektedir, Hafize hanımsa dışarda ıstırap çekmektedir. O günler geçer. Taburcu olurlar hastaneden. Hastaneden çıkar çıkmaz eşine koşar Hafize Hanım, gözyaşlarıyla geçen bir görüşme özlemler, söylenmemiş sözlerle ve dualarla sona erer.
9 yıl 9 ay ceza alan, 39 aydır evinden ailesinden ve özgürlüğünden mahrum bırakılan bir öğretmenin; kendisi dışarda yaşasa da kalbi içerde atan eşinin iyileşmesi için, morale umuda, güzel günlerin geleceğine dair ümitlere ihtiyacı var. Her şeyden önce ve en çok da, eşinin yanında oluşuna, elini tutuşuna tedavi için hastaneye gidip gelirken yalnız olmamaya ihtiyacı var.
Gözlerimizi başkaları için akıttığımız durun gözyaşları ile yıkayıp, arınalım. Elimizden geleni yapalım, ses olalım. Bir nefes olalım.Dünyanın iyi insanlara ihtiyacı var. “Güzel insanlar güzel atlara binip gitmeden” bir şeyler yapalım, onlara sahip çıkalım.