Olayların sel gibi akıp gittiği, hızına erişip, ulaşamadığımız başdöndürücü bir zaman diliminde yaşıyoruz.
Birçok olay çok kısa bir zamân içerisinde, daracık mekânlarda vukû buluyor.
Bir olayı çözümlemeye-bertarâf etmeye gayret ederken diğer bir toslamayla sarsılıyoruz.
Tam bir bast-ı zamân, tayy-ı mekan yaşıyoruz.
Zamânımızın darlığından bahsederken zamân genişliyor, ki içerisine neler-neler sığıyor ve teknolojik imkanlarla her alana, her mekâna görsel olarak ulaşabiliyoruz.
Rivâyetlerde anlatılan Ahirzamân’ın tam ortasındayız.
Nasreddin Hoca’ya bakarsanız, dünyânın merkezi O’nun bulunduğu yerdir.
Olaylar açısından bakarsanız, dünyânın merkezi muhtemelen Ortadoğu’dur.
Hele, hele Türkiye, ne kadar çılgın bir ülke.
Yurt dışında bir bürokrat “Yâhu nasıl bir ülkede yaşıyorsunuz, bizde bir yılda olan olaylar sizde haftada, neredeyse bir günde oluyor.” demişti.
Feleğin çarkı çok hızlı dönüyor ülkemizde.
Fakat ne yazık ki son zamanlarda peşi peşine gelen olaylar ümidimize darbe üzerine darbe vuruyor.
Bizleri yeis bataklığına atacak yüzlerce musibet, yüzlerce ciğersûz hadise sağanak sağanak üzerimize yağıyor.
Tâlût’un askerleri, Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.” (Bakara 250)
Ne kadar muhtâcız sabra, ne kadar muhtâcız sâbit kadem insanlara ve ne kadar muhtâcız Rabbimiz’in nusretine.
Sisyphus ;
Sisyphus, güyâ Tanrılarca lânetlenmiş bir adam, hikâye buya öyle lânetlenmiş ki, sırtına aldığı yâhut iteklediği kocaman bir kayayı dağın zivesine çıkarıyor, tam bitti derken koca kaya bir şekilde yuvarlanıyor ve herşey, herdem yeniden başlıyor.
Lânet, indir-çıkar zavallı adamın yakasını bırakmıyor.
Bunca emek ve gayretin neredeyse son noktada hebâ olması bana Sisyphus’u hatırlatıyor, ürküyorum.
Hizmet İnsanı ;
Neyseki daha Hizmet’i tanıdığımız ilk günlerde elimize tutuşturdukları, bence hârika bir portre olan “Hizmet İnsanı” târifinde Büyüğümüz bizleri peşinen uyardığından bir nebze şerbetli sayılırız.
“Müesseseleri yıkılıp plânları bozulduğu ve birliği dağılıp kuvvetleri târumâr olduğunda fevkalâde inançlı ve ümitli” evet işte bu ifâdeler, bir ihtimâl olarak hep akıl cebimizde duruyordu.
Benzer uyarıları “Bir Gönül İnsanı Portresi” ve “Günümüzün Kara Sevdâlıları” başyazılarında da görebilirsiniz.
Ne varki bizler müjdelere kilitlenip câzibesine kapıldık, basîretimiz bağlandı.
Uyarıları gördük, okuduk ama idrâk edip tedbir alamadık.
Peygamber ufku ;
Uhud’ta Ashâb yenile yazmış, Efendimiz (sav) üstün fetâneti ile te’siri asırlarca sürebilecek bir sürçmeyi “biiznillâh” zafere çevirmişti.
Şimdi ise Müşrik Ordusu Medine’ye yürüyordu, istişâre neticesi hendekler kazılması ve savunma harbi yapılmasına karar verilmişti.
Mü’minler, münâfıklardan da emîn değildi.
Ashâb Hendek’te iri bir kayaya takılıp kaldı, parçalayamadılar, Efendimiz’e (sav) haber verdiler.
Manivelayı mübârek eline aldı, ismullâh ile öyle vurduki, O (sav) vurdukça taş şâk-şâk paçalanıyor ve Efendimiz (sav) Sahabe-i Kirâm’a Kisrâ’nın Sarayları’nın, İstanbul’un fetih müjdesini veriyordu.
En zor günde oluşabilecek yeis kayalarını tuz-buz ediyor ve yârânına “peygamber ufku” ile taptâze ümit zerkediyordu.
Biiznillâh söylediği her şey gerçekleşmiş olan benim Efendim (sav) hiç “hevâsı ve hevesi ile” konuşmadı.
Söyledikleri haktır ve olacaktır.
Nitekim târih O’nu (sav) hep tasdîk etti.
Ne olursa olsun, başımıza ne gelirse gelsin, düşsek, yuvarlansak, yükümüz yuvarlansa, yıkılsak dahi kalkacak, yükümüzü kaldıracak ve inşâAllâh tekerleğimiz tümsekte kalmadan akabeleri aşıp geçeceğiz, başaracağız.
O ki Efendimiz’in (sav) zamanımıza ait vaâdleri var, mü’minler hepsini görecek ve mestü-ü mahmûr olacaklar, olacağız.
Ümit denilince ;
Ümit denilince genellikle,
“Allah’ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü kâfirler güruhu dışında hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” (Yusuf 87) ayet-i kerimesi akla gelmektedir.
Bununla berâber yine “lâ taknetû…” ile bildiğimiz “Allâh’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyin” emri de başımızın tâcıdır, Rabbimiz “Ey hayâtını isrâf eden benim kullarım, benim rahmetimden ümîdinizi kesmeyiniz.” buyuruyor.
Ey Rabbimiz ! Nokta-i İstinâd’ımız, dayanağımız Sen’sin, Nokta-i İstimdâd’mız, meded beklediğimiz, sâhibimiz Sen’sin.
Efendimiz (sav) “Allah’a dayanan, Allâh’tan isteyen mahrûm olmaz” buyuruyor, mahrûm bırakma bizleri.
Canlarımız emrine-yoluna fedâ olsun.
Ümidimiz kavî çünkü Sen’den istiyor ve itimâd ile Sen’den ümit ediyoruz.
Ümit inanç işidir ;
“Ümit her şeyden evvel bir inanç işidir. İnanan insan ümitlidir ve ümidi de inancı nispetindedir. Hele insan, inanacağı şeyi iyi seçebilmiş ve ona gönül vermişse, artık onun ruh dünyasında, ümitsizlik, karamsarlık ve bedbinlikten asla söz edilemez.” der Büyüğümüz.
Bizler Risale-i Nûr okuyan insanlarız, inşaAllâh-u Teâla Üstâdımız’ın gayret ve beşâreti ile iman-ı tahkikî dersi aldık, alıyoruz.
İmânımız nispetinde olan ümidinizi aslâ kaybetmeyeceğiz ve yakılan, yıkılan her şeyi yeni baştan yepyeni inşâ edeceğiz.
Umut tâciri değilim ;
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri “Sakın bâb-ı amelden dûr olma. Kuru ümniyyeye mağrûr olma” der.
Bizler Rabbimiz’e dayanıp, sâye sarılıp, hikmete râm olacağız.
Muhâsebe, murâkabe, tevbe ve istiğfarla şerrin kökünü kesip, hayra yeni hizmetlere yol alacağız.
Evrâd, ezkâr, duâ, sây ve gayretle hayır kapılarını açıp yani hizmetlere kanatlanacağız.
Yeni plan, yeni proje ve insanlarla hakkı tutup tekrâr kaldıracağız.
Bizim ızdırâr ve istidâd lisânıyla duâmız budur.
Gayret ve ümit ile, kapıları açıp kapayanın, herşeye Kadîr olanın, kapısında O’na itimâdla O’ndan intizâr ediyoruz.
Umut kaynağı, işin sahibi O olunca umut alınıp, satılmaz. Umut ticâreti yapılmaz, yapılamaz.
Bu arada “ümit fakirin azığı” diyenler yanlış demişler, kuru ümniye için evet fakat siz Âlemlerin Sultanı‘ndan umuyorsanız umduğunuza erersiniz.
“Allâh’tan uman mahrûm kalmaz” (Camiü’s- Sağir)
Mücessem ümit kaynakları ;
Ümitsiz bir kalem “İmân sâhipleri hattâ Bedîüzzamân dahi ümitsizlik içinde” yazar.
Bekir Berk bu cümleleri okur okumaz kaleme sarılır ve “Bediüzzaman yeise düşmemiştir!” başlıklı o meşhûr yazısını kaleme alır.
Şu satırlar o yazıdan: “Herhalde sürç-ü lisan olarak yayınlanmıştır bu cümleler. Zirâ gerçek iman sâhibi yeise kapılmaz.”
Her iki büyüğümüz, Üstadımız ve Hocamız aynı şeyi söyler “Ben hayâtımın hiçbir döneminde ümitsiz olmadım”
Biz o iki mücessem ümit kanağının tâbileri, talebeleriyiz bize ümitvâr olmak yakışır.
Bütün dünyâ üzerimize gelse, her problemle kahve içme rahatlığı içerisinde başetme kararlılığındayız, Rabbimize itimâd, teslim ve tevekkülle.
“Yeis mani-i her kemâldir”
Kimi Nur Talebeleri Üstâdımız’ın “Yaşasın sıdk, ölsün yeis.” ifâdesini “Yaşasın ümit, ölsün yeis.” şeklinde anlamışlar.
Evet “Yaşasın ümit, ölsün yeis.”
Bize yakışan budur işte, ümit ve azimle şahlanmak.
Şair Ahmed Arif ne güzel demiş,
“Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.“
Evet, sarsılmayacak, küsmeyecek, darılmayacak, dayanacak ve biiznillâh dönmeyeceğiz.
Her ümit, yeni bir başlangıçtır ;
Büyüğümüz, Hicrân ve Ümit şiirinde,
“Ufukta hâlâ yer yer karanlıklar,
Ama geceden sonra gündüzler var.”
diyerek her hicrânın ümitle gebe olduğunu ve bence neş’e ile zafer doğuracağını salık verir.
Sâhibine yönelen her ümit yeni bir başlangıç, yeni bir zaferdir.
Bizim ümit kaynağımız Allâh’tır.
Kim bilir ? Rabbimiz nerelerde, bimediğimiz ne güzellikler yaratıyordur.
İnşâAllâh, yarın daha güzel bir geleceğe uyanacağız.
“Çay koy keçeli, yeniden başlıyoruz.”
mansurturgutk@gmail.com