ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
‘Barış Pınar’ı, can yaktı ve kan akıtmaya devam ediyor.
Hayatını kaybedenler…
Yerini yuvasını terk edenler…
Çaresizler…
İki ateş arasında kalanlar…
Barışa, sevgiye, ümide, umuda ve güneşe hasret bir toplum…
Yangın yerine dönüştü; ülkemiz, memleketimiz, coğrafyamız…
Doğup büyüdükleri evleri viraneye döndü Kürt’ün de, Türk’ün de, Arabın ve Acemin…
Kıbrıs Cumhurbaşkanı’nın; “Barış Pınarı da desek akan su değil kandır” demesi çok anlamlı bir ifade.
Adına “Barış Pınarı” diyerek Fetih’ler okunsa da, dünya bunu “işgal” bazı ülkeler ise; “soykırım girişimi” olarak görüyor.
Komşu Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın doğusunda Kürtlere karşı kirli bir savaş yürütülüyor.
Sınırın berisinde;
Nusaybin’de…
Suruç’ta…
Ceylanpınar’daki Kürtlerin kanı akıyor.
Cadde, sokak ve meydanları kan çanağına dönüşen talihsiz bir coğrafyanın acımasız yöneticileri, akan masumların kanına bir türlü doyamadılar.
Sınırın ötesinde;
Kobani’de…
Rojava’da…
Münbiç’te…
Kuzey Suriye’de Kürtlerin canı yanıyor.
Elif Terim’in küçük ağabeyi
SINIRIN HER İKİ YAKASINDAN FERYATLAR KOPUYOR
Hitler Almanya’sındaki Nazilerin zalimliği yeniden sahnede adeta…
Masumlar ölüyor.
Evlere ateş düşüyor.
Bu kirli savaştan dolayı evini terk etmek zorunda kalanların sayısı 200 bini geçti.
Sınırın her iki yanından feryatlar kopuyor.
Minik yavru Elif Terim, bu kirli savaşın kurbanı.
Mehter Marşı ve Fetihler eşliğinde başlayan bir operasyonun ölümüne sebep olduğu, günahsız bir can.
Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde oyun oynarken, hain bir kurşuna hedef olan Elif Terim’in küçük ağabeyinin bakışları tüm acıları yansıtıyor.
Üç boyutlu resme bakar gibi, yüreğindeki yarayı anlamaya çalıştım.
Ağlamaktan masmavi gözleri kan çanağına bürünmüş yavrunun…
Çaresiz bakışlarıyla aslında, bu kirli savaşın acımasızlığını hal diliyle anlatıyor.
Nasırlaşmış duygulara, mühürlenmiş kalplere, görmek istemeyen gözlere bir hançer gibi saplanıyor aslında o masum ve çaresiz bakışlar.
Kuzey Suriye’de, henüz birkaç yaşındaki yavrusunun cansız bedenini göstererek, Kürtçe ağıt yakan Anne.
Elbette, bu kirli savaşın kurbanı öncelikle Kürtler olsa da, diğer tarafta da Anadolu’nun gariban evlatları var…
YAŞARKEN “TERÖRİST” ÖLÜNCE “ŞEHİT”
Yaşarken “terörist”, vefat ederken “şehit” muamelesini gören, bu kirli savaşın kurbanı Kırşehirli Üsteğmen Çelebi Bozbıyık gibi…
“Beka”sını, masumların gözyaşları üzerine bina edenlere lanet olsun.
Sözün bittiği, insanlığın yok edildiği, vicdanın kupkuru çöllere dönüştüğü bir ülkede yaşıyoruz.
“Bebekler ölmesin.” dediği için kucağındaki bebeğiyle zindanlarda acı çektirilen “Ayşe Öğretmen“lerin yaşadığı bir memleketten söz ediyoruz.
Öğrencilere burs topladığı için bebeğiyle zindanda hayatları heba edilen binlerce Anne’nin yaşadığı bir diyardan söz ediyoruz.,
Barış temennisiyle; “bildiriye imza” atan bilim insanlarının, açlığa mahkûm edildiği bir ülkeden söz ediyoruz.
Diktatör rejimin şerrinden kaçarken deniz ve nehirlerde boğulan bebeklere; “Teröristlerin botu battı.” diyecek kadar, insani melekelerini kaybeden bir ülkenin toplumuna, neler anlatabilirsiniz ki?
“Devlet, sivilleri korumak zorunda değildir.” diyerek, ceberut bir devletçi akla alkış tutacak kadar şirazeden çıkmış hukukçuların rağbet gördüğü bir ülkede Adaletten söz edilebilir mi?
Okuyanı cahil…
Cahil olanı zaten zırcahil…
Koltuğunu, annelerin ve bebeklerin gözyaşları üzerine bina edenlere lanet olsun.
Irak’ta…
Suriye’de…
Afganistan’da…
Pakistan’da…
Mısır’da…
Libya’da…
Yemen’de…
Türkiye’yi, bu talihsizlerin saflarına ilhak eden(ler)e yazıklar olsun.
Halkına cehennemi yaşatanlara lanet olsun.
Cümleler boğazımda âdeta düğümleniyor.
Soykırıma maruz kaldıkları için Ege’de, Meriç’te hayatını kaybeden 30 kişiden 18’i, 0-6 yaş arası bebek ve çocuklardan oluşuyor.
Oscar Ödüllü “La vita e bella” yani “Hayat Güzeldir” filmindeki çocuklar gibi…
2.Dünya Savaşı döneminin acı yüzünü yansıtan İtalyan drama filmini aratmıyor, günümüzde yaşananlar…
Meriç’i geçerken ya da Ege’ye yelken açılırken, istisnasız tüm babalar, “La vita e bella” filmi gibi; tüm bu zorlu yolculuğu yavrularına birer senaryo gibi anlatarak motive ediyor.
Meriç’in zorlu yolculuğunu sükûnet içinde tamamlamak amacıyla, Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir” filminde oğluna anlattığı hikâye gibi; her babanın beraberindeki çocuklarıyla hüzünlü bir hikâyesi vardır.
“Terörist” avına çıkan haşin bir iktidarın acımasızlığına maruz kalmamak için, Meriç ve Ege’nin hikâyeleri…
Dün İtalyan baba bugün ise Kürt, Türk veya Arap Anne ve Babalar, 2. Dünya savaşının dramına sahne oluyor.
Acımasızlık, ne zaman ve zemin ne de çoğrafya tanıyor.
Suriyeli,
Filistinli,
Iraklı,
Doğu Türkistanlı,
Afrikalı…
Arakanlı…
Siyah,
Beyaz,
Çekik ya da mavi gözlü…
Hepsi benzer kaderin kurbanları.
Hangi dinden, ırktan veya milletten olduklarını insan olan sorar mı?
Aynı gökyüzünü paylaşmıyorlar, bir avuç toprağı paylaşamayan gözü dönmüşlerin dünyasında…
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDAKİ TABLO GİBİ…
Yazımı sözünü ettiğim “La vita e bella”, yani “Hayat Güzeldir” filmindeki sevimli çocuk ve babasının hikâyesiyle noktalayayım.
Roberto Benigni’nin Oscar Ödüllü “La vita e bella” filmini, bir kez daha izlemeye değer.
Ünlü İtalyan oyuncu Benigni’nin, başrolde oynadığı şaheser bir çalışma.
2.Dünya Savaşı zamanında, İtalya’da yaşanan olayı anlatan bir drama filmdir.
Filimdeki olay şöyle:
Naziler, İtalya’yı işgal eder.
Tüm Yahudileri öldürmek üzere toplama kampına götürülürler.
Hizmet Hareketi mensuplarının zindanlara kapatılmaları gibi…
Baba rolünü üstlenen Roberto, bu acıyı çocuğuna yansıtmamak için çabalar.
Ve oğlunu; her şeyin oyun olduğunu ve oyunu kazanırsa bir tankın ona ödül olarak verileceğini inandırır.
Dolapta saklanan İtalyan çocuk, tank ile kampa giren Amerikan askerleri tarafından kurtarılıyor.
Ve ödülüne kavuştuğunu zanneder çocuk.
Babası ise Alman askerleri tarafından vurulur.
Bir hikâye uydurup, çocuğunun hayatını kurtaran bu fedakâr babayı bağrına basmamak mümkün mü?
Baba rolündeki Roberto Benigni, filimde güldürürken aslında ağlatıyor.
3 Dalda Oscar ödülü aldı film. 30’dan fazla ödülle taçlandırıldı.
Geçen yıl, Meriç’ten geçerken Hizmet Hareketi mensubu Tahsin Öğretmen de, tıpkı Benigni gibi; kızı Ceyda Rana’ya benzer hikâyeler anlatarak, o ölümlü yolu kat edip Atina’ya vardılar.
“Hayat Güzeldir” filimi, bugün baskıdan kaçarken, bombalara hedef olan Suriye’de veya Meriç ve Ege’nin derin soğukluklarında, anne kucağında boğulan çocukların hikâyeleriyle bu nedenle neredeyse birebir benzer.
Var mı, Hitler’in zulmüne maruz kalan Benigni’nin çocuğunun, “Barış Pınarı” savaşının sebep olduğu mermilerle hayatını kaybeden Ceylanpınarlı Elif ve Nusaybinli Güley’dan bir farkı?
Ya da Meriç’te boğulan 2 yaşındaki Halil Münir Abdurrezzak’ın, 4,5 ay sonra kum ocağının su pompasına takılı olarak bulunan bedeninin hazin tablosundan bir farkı?
Ya da aynı kaderin mağduru anne ve babasıyla boğulan ve hala na’şı Ege’nin derin sularındaki Feridun’un hazin hikâyesinden farklı bir yönü?
Batılı bir kalem erbabının dediği gibi: “Savaşın kolları uzundur. O kadar uzun ki, savaş bittikten sonra bile kurbanlarını alıyor.”
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au