Büyük salonda oturuyoruz, duâ saati.
Duâ saati; Büyüğümüzün hiç terk etmediği, akşam namâzından evvel, hemen hemen kerahât vaktinin tamamını kapsayan bir zamân dilimi.
Hadisler, sabâh ve ikindi namâzından sonraki kerahât vaktinde yapılan evrâd-u ezkârın, duânın kıymetini anlatırlar.
Kampta bulunan, ziyârete gelen, orada hasbelkader herhangi bir işle meşgûl olan, herkesin salonda bulunmasını, duâya katılmasını toplu duâ yapılmasını arzu ediyor, çok büyük bir sorun olmadığı müddetçe muhakkak surette kendisi duâ saatine çıkıp, duâ edenlerle-okuyanlarla berâber halkaya katılıyor.
Yıllardır bu şekilde Rabbı Rahim’e duâ ve niyâzda bulunuyor.
Duânın böylelikle külliyet kesbettiğine, kabûle karîn olduğuna inanıyor-inanıyoruz, biliyoruz.
Çoğu zaman olduğu gibi herkes eline El-Kulûbu’d Dâria’yı almış, okumaya başlamış, bir taraftan okuyup, bir taraftan da kapıyı gözlüyor.
Biraz sonra kapıda göründü, yavaş adımlarla koltuğuna doğru yöneldi ve oturdu, dizlerini örttü, önüne sehbâsı konuldu, duâsını okumaya başladı.
Huzûrda, huzûr ile, gözler yaşlı, gönüller hüzün içerisinde duâlar okundu, bitirildi.
Duâ, hele hele duâ saati Büyüğümüzün yanında ayrı bir güzelliğe sâhiptir, yanınızda gerçekten duâ eden bir insân, insânlar görürsünüz.
Mutad âdeti üzre duâ bitince akşâm namâzını beklemeye koyuldu, etrâfı çevrildi, sessizlik hâkim.
Derken, içeriye genç arkadaşlardan biri, elinde küçük kitapçıklarla giriverdi, yanına geldi, küçük bir kitapçığı kendisine uzattı, açtı, baktı, inceledi, hoşuna gitti, yüzünde güller açtı.
“Güzel olmuş, arkadaşlarımıza dağıtabilirsiniz” dedi, kitapcıklar dağıtıldı.
Bu vesîleyle, eser, ilk defâ kitapçık olarak elime geçmiş oldu. O esnâda, “daha fazla alabilirsiniz, âilenize de götürün, berâber okursunuz” diye buyurdu. Âilenin her ferdine ve arkadaşlarıma da o ilk nüshâdan birer tâne almak nasîb oldu.
Aslında önceki günlerde dosya kağıtlarına çıkarılmış şekilde arkadaşlarımızın okuduğunu görmüş ve ilgili arkadaştan okumak üzere bir tane almıştım.
Eser birkaç satırla yola çıkmış, bir dosya kağıdı eb’adına gelmiş ve nihâyet küçük bir kitâpçık olmuştu.
Orada bulunduğum günlerde Büyüğümüzün, büyük yahut küçük salonda otururken devâmlı yeni şeyler eklediğini-eklettiğini gördüm.
Her seferinde sevinçle kendisine getiriliyor, gösteriliyor, O da “şurayı şöyle yapalım, burayı böyle yapalım” diye anlatıyordu.
Yola çıkış serencâmını da kendisinden dinlemek nasîb oldu.
İlk defâ, odasının arka kısmındaki taraçada, Allâh-u Teâla (azze ve celle) Hazretlerini zikir ve tesbihle meşgulken diline-aklına geldiğini, not alıp, yazdığını, sonra bir kısım şeyler daha eklediğini, eklendikçe geliştiğini, büyüdüğünü ifâde buyurdular.
Evet, Tevhîdnâme‘den bahsediyorum, son dönemin ızdırâb ve ızdırârının meyvesi, bir inleme, bir ünleme, bir nidâ, sükûtun çığlıklarının dile gelmiş, tecessüm etmiş hâli, bir tezekkür, bir tefekkür, bir duâ kitâbı.
Bir tekbir, bir tesbih, bir teslim, bir ilticâ kitâbı.
Esâsen, Tevhîdnâme’ler Allâh’ın varlık, birlik ve azametini anlatmak için ortaya konulmuş eserlerdir.
Edebî ve tasavvûfî iki halde söylenir yâhut yazılırlar, erbâbınca birer kenz-i mahfîdirler.
Büyüğümüzün, bizim tevhîdnâmemiz, yer yer balığın karnındaki Yûnus, yer yer kuyunun dibindeki Yûsuf ve yer yer hastalığın cenderesindeki Eyyûb (aleyhimüsselâm) nidâsıyla-edâsıyla söylenmiştir, tabiki tasavvûfî yönü ağır basmaktadır.
Nûr-u Tevhîd içinden Sırr-ı Ehadiyet’e yol aramaktadır.
Yaşanılan günlerin ağırlığının ızdırâb ve ızdırârının hârika bir meyvesi, “bir duâ, bir tazarrû, küçüklerin küçüğünden, büyüklerin büyüğüne bir teveccüh, arz ehlinden semâvâtın sultânına bir yakarış, bir talep, bir rağbet ve göğsündeki, sadrındaki âlâmı döküş, duâ edenin Rabbinin kapılarını tevâzu ve tezellül ile çalmasıdır” diyerek başlar Hocaefendi, takdîminde.
Her satır iki bölümden müteşekkil, evvelâ Rabbimizden istenecek en güzel hasletler göze çarpar, sâniyen bütün bunların sahîbinin Rabbimiz olduğu îlâm edilir.
Kimi zaman Âyet, kimi zaman Hadîs kaynaklı ifâdeler kullanılarak, Rabbimizin rahmet ve fazlından istimdâd niyetiyle, İslâm, ihsân, hidâyet, rüşd, rızâ, iştiyâk, bişâret, şifâ, teslîm, nefs-i mutmainne, nefse karşı mücâdele azmi, tevâzu, nusret, recâ, te’yidât, salihât, sadakât hasenât, birr, ma’rûf ve benzerlerinin işâret ve isteği vurgusuyla girilir her mertebeye, her satırın evvelinde.
Sonra bütün bunların sâdece ve sâdece, tertemiz, vasıtâsız, Rabbimiz tarafından bize verilebileceği dile getirilir ve istenir, satırın ahirinde.
Yakarış, her babta
- “Rabbim bizlere istediklerimizi öyle ver, öyle ver ki,
- Sen’den başka herşeyden müstağnî kalalım, sâde sana dönelim”
şekliyle devâm eder.
Her bâbın evveli acziyet ilânı, âhiri ilticâ taleb ve feryâdıdır.
Bir yönüyle Veysel Karâni Hazretleri’nin münacâtı gibi “Allah’ım ben abd-i âcîz, sen ise Rabb-ı Rahîm’sin” haykırışına benzer.
Tevhîdnâme’nin son kısımları ise bu meş’um sürecin dehşetini ortaya koyar vaziyette, âdâya karşı Allâh-u Teâla (azze ve celle) Hazretlerinin varlığına, birliğine, kuvvetine sığınmak, kendi havl ve kuvvetinden vazgeçerek,teberrî ile O’nun havl ve kuvvetine iltica etme îlân, cehd ve isteği ile içinde bulunduğumuz durumdan çıkmaya mâtuf duâ-nidâ, yakarışlarla dopdoludur.
Açıkcası Tevhîdnâme, Yunusvâri (as) ” lâ ilâhe illâ ente sübhâneke, innî küntü min ez-zâlimîn ” feryâdının Büyüğümüzce farklı bir edâ ile söylenişi, aleyhe ittifâk etmiş bütün güçlerin bertarâfı recâsıyla Rabbimizden istimdâd çağrısıdır.
Büyüğümüz, neredeyse bütün duâ saatlerinde o gün okunan duâya ek olarak Tevhîdnâme’yi okumaktadır.
Gecelerini bir kendi, bir Rabbimiz biliyor.
Bizlerden beklenen ise bu yakarışa ortak olmak, her gün okumaya çalışmak, hiç olmazsa son kısımlarındaki, kardeşlerimize-hepimize ait fereç ve mahreç isteğini beş vakit namâzımızda, gecelerimizde muhakkak sûrette dile getirmektir.
Rabbimiz kıymetini bilmeyi, okumayı, yalvar-yakar hüzünlü kalb ve dil ile niyâzı, bizlere nasîb eylesin.
Belki gâfletimiz bu vesîle ile dağılır, inşâAllâh ankarîb-üz zamân, tekrâr rûhlarımızın heykelini ikâme ederiz.
Reklamlar