Onu kamuoyu bir fotoğraf karesiyle tanıdı. Kelepçeli ama başı dik, gülümseyen bir kadın fotoğrafıydı. Fotoğraf, hem kelepçeli ‘dik duruş’ hem de başörtülü bir kadının başörtülü bir polis tarafından kelepçelenmesiyle “28 Şubat devam ediyor” bağlamında çok konuşuldu.
CEVHERİ GÜVEN-BOLD ÖZEL –
Ajanslara düşen fotoğraftaki kelepçeli kadının kim olduğu bilinmiyordu. Haberlerde sadece Konya’da cemaate yönelik operasyon yapıldığı belirtiliyordu. Çok konuşulan fotoğraftaki kadını uzun bir arayışın ardından bulduk. O kişi, beden eğitimi öğretmeni Semra Polat’tı. Semra Polat’la hem o fotoğrafı, hem 28 Şubat’tan 15 Temmuz’a yaşadıklarını hem de bir mülteci botuyla ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı süreci konuştuk.
O FOTOĞRAF ÇEKİLDİĞİNDE KOCAM TUTUKLUYDU
Tenkil Süreci’nde hayatı alt üst olan Semra Polat’ın önce çalıştığı okul kapatılmış. Karı koca tarlalarda işçilik yaparak hayata tutunmaya çalışmışlar bir süre. Sonra akademisyen kocası inşaatlarda çalışmaya başlamış:
“O fotoğraf çekildiğinde kocam tutukluydu. Kocamın tahliyesini beklerken, beni de gözaltına aldılar. Çocuklarımı bırakacak kimsem yoktu. İçim yanıyordu ama en güzel kıyafetimi giyerek çıktım evden. İnsanlar benim özellikle ismini söylemek istemediğim örgüt suçlamasıyla alındığımı bilsinler istedim. Ve gülümseyerek ilerledim. Çünkü korkmadım” diyen Semra Polat, 28 Şubat’tan beri baskıya alışık bir isim. Kapıyı açtığında gördüğü başörtülü polis önce bir rahatlama hissi oluşturmuş ama en çok baskıyı da o polisten görmüş.
“O da bir annedir eminim o bayan polis, ‘Çocuklarına ümit verme, niye çocuklarına ümit veriyorsun, akşam geleceğini nereden biliyorsun’ dedi. Ve azarladı beni çocuklarımın yanında. İnsanların başörtüsü kendi tercihleridir. Yani başörtülü diye herhangi bir şeye sokmak istemem ama ben kapıyı açtığımda başörtülü polis görünce kendimi bir anda çok güvende hissettim açıkçası. Açık polis gelse de kendimi güvende hissederdim o ayrı konu ama hani halimden anlar diye düşündüm. Ama davranışları çok kabaydı. Çocuklarımın gözünün önünde, çocuklarına verme ümit vs.
Ama o sırada bakıyorum, başörtüsü mağduriyeti yaparak bir yerlere gelmiş, İslamı kullanan insanlar, başörtüsünden dolayı yeri göğü inleten insanlar, orada ben de başörtülü bir insanım, beni tutuklayan polis de başörtülü bir polis ama bana yapılan zulmü görmüyorlar.
28 ŞUBAT’TA DA ZULÜM GÖRDÜK BUGÜN DE
Üniversitenin son iki yılında daha yoğun yaşadım 28 Şubat’ı, kampüs yasağı vardı, içeri almıyorlardı. Ana giriş kapısından girmeden başörtülü biçimde gitmeye çalışıyorduk ama sürekli okulun güvenliği tarafından siren sesiyle uyarılarak, açın başınızı diyerek herkesin içerisinde bağırarak başlarımızı açtırıyorlardı. Yani o dönemde de zulüm gördük bu dönemde de zulüm gördük.
O dönem başörtülülere yapılan bir zulüm vardı başörtüsünden dolayı yaptıkları, diğer grubun. O zulüm yapılan kişiler, şimdi tam tersinden başörtülü bir şekilde başörtülüye zulüm yapmaya başladılar. Ve buna hiç kimsenin sesi çıkmadı. Başörtüsü benim için o kadar değerli bir şey ki. Kendimi bayanlar arasında eşit hissettiğim, yani başörtülü olduğum için ezik hissetmediğim eşit hissettiğim bir kıyafettir benim için başörtüsü. Ben malum şahsa Tayyip Erdoğan’a ellerimi açıp o kadar dua ederdim ki, başörtüsü serbestisi geldiğinde. Başörtülü çalışmaya başladığımda. Meğerse böyle bir kural vs. kanun hiçbir şey yokmuş, kağıt üzerinde olan hiçbir şey yok. Sonrasında bakıyorum, bu serbestliği yaşayan bir memur tarafından koluma kelepçe takılıyor ve sert davranılıyor ve buna hiç kimsenin sesi çıkıyor. Kabataş’ı duyuyorduk yani insanlar neler yaptılar. Hala görüntülerini beklediğimiz. Ama orada hiç kimsenin sesi çıkmıyor ve dindar bir şehir olarak adlandırıldığımız yerde.”
ARKADAŞIMIN EVİNİ TAŞLADILAR
Kocasının çalıştığı üniversite ve kendi çalıştığı okul kapatılınca Semra Polat, iki çocuğuyla beraber zor günler geçirir. İlk zorluk ekonomiktir ama sonrasında daha büyük zorluklar gelecektir:
“15 Temmuz’dan önce başladı bizim hayatımızın zorlukları. 17/25 Aralık olaylarından sonra ciddi baskılar görmeye başlamıştık. Okullara kayyım atandı. Hiçbir şekilde maaşlarımızı vermiyorlardı. O yaz okul kapandıktan sonra tatile gittik. 15 Temmuz’dan bir hafta önce evimize döndük. Bir hafta içerisinde yeni seneye dönük neler yapabilirim diye yıllık planlamamı çıkarmaya başladım. Bir gecede selalarla uyandık. Sabah arkadaşlarımı aradım, nasılsınız diye. Bir arkadaşımın evini taşlamışlardı. Camlarını yerle bir etmişlerdi. Ve hastaydı çocuğu. Gırtlak kanseriydi. Çıkmadık hiç dışarıya, çocuklarımı camın kenarından uzak tutuyordum.
23 Temmuz’da da genelgeyle okulun kapatıldığı, çalışma izinlerimizin iptal edildiğini duyduk. 7 yaşında karar vermiş bir çocuktum ben öğretmenliğe. O zamandan beri her şeyinizi, hayatınızı belki de verdiğiniz bir meslek. Bir anda gitti. Ben kendime sordum; ne hissediyorsun şu anda? Dedim ki, ne olursa olsun ben yanlış bir şey yapmadım. 3-4 gün sonra eşimin çalıştığı üniversite kapatıldı ve biz beş parasız kaldık ortada. Çünkü maaş alamadan çalışıyorduk zaten. Ve paramız bankada kaldı. Bayram tatilinden döndüğümüz için çocuklarımın 25 lira bayram harçlıkları var bir de arabamızın deposu benzin dolu. Dolabımda kış için koyduğumuz malzemeler var.
“FETÖCÜLERİN EŞLERİ SİZE HELALDİR”
Sonrasında o kadar çok eylem oluyor, insanlar sokaklardalar ve sürekli bizle alakalı propaganda yapıyorlar. Beni en çok korkutan şey, “Fetöcülerin eşleri size helaldir” kelimesi beni inanılmaz korkutmuştu. Burada güvende değiliz diye düşündük ve bir sabah erkenden çıktık.
Gittiğimiz yerde de aynı şekilde hiç paramız yok. Tarımın yoğun olarak yapıldığı yerdi gittiğimiz yer. Eşimle birlikte tarlada çalışmaya karar verdik. Sabah çok erken vakitte kalkıyorduk, çilek dikmeye gittik beraber ama hiç anlamıyoruz. Nasıl yapılabileceğini bilmiyoruz. Gece 2’de kalkıp, sabah namazında gidip güneş doğmadan geri dönmemiz gerekiyordu o sıcakta çalışmamak adına.
İlk indim işçi minibüsünden, çeltik tarlası, pirinç ekilen yerdi indiğimiz yer ve bir anda milyonlarca sivrisinek bana hücum etti. Talan etti derler ya, meğer ki işçiler bunu biliyormuş, herkes sinek ilaçlarını getirip üzerlerine sıkıyorlarmış ama ben bunu bilmiyordum. Hiç görmedim. Ve o kadar sinekler tarafından arı sokulmuş gibi bütün vücudumu mahvettiler. Her tarafım sinek ısırığı oldu.
İşin yöntemini bilmediğim için çamurlara bata çıka o tarlada çalıştım. Kredi kartımızın borcumuzu orada çalıştığımız parayla ödedik. Günlük 30 liraya çalışıyorduk. Sonra odunculuk yaptık birlikte. Sırtımızdan dağlardan odunları taşıyarak, odunculuk yaparak geçindik bir müddet.
TARLADA ÇALIŞIRKEN BİLE “OH OLSUN” DİYORLARDI
Bir gece damda yatıyoruz, ayın aydınlığıyla yatsı namazını kıldım. Tanıdığımız insanlar da operasyon geçirmeye başladılar. Çocuklarıma baktım, eşime baktım, yakınlarıma baktım. Allah’ım dedim ben de tutuklanırsam gözaltına alınırsam, iki yavrumu emanet edebileceğim hiç kimse yok. Çok utanıyorum sonradan bunu söylediğim için. Allah’ım dünyaya bakıyorum şu an, bu çocukların güvenli olabilecekleri tek yer toprağın altı altı. Bir gün ben bir şey yaşarsam sana emanet ediyorum onları. O kadar ki herkes sizden nefret ediyor. Sokağa çıkıyorsunuz, tarlada çalışırken bile bizim ihraç olduğumuzu öğrenince insanlar “oh” işte. Yaşadınız başınıza bunlar geldi. Sonrasında okul açıldı. Benim için en zor günlerden biriydi. Çocuklarımı alıp okula götürdüm. Zil çaldım zil sesi. Ben de bir öğretmendim nihayetinde. Sıralarda başlarında öğretmen olmayan sınıflar vardı. Hepsi ihraç edilmiş öğretmenlerdi. Bir yerde sigortalı iş başvurusunda bulunamıyorsunuz kimse sizi almıyor. Yani yaşam hakkı tanımıyorlar size. Böyle bir ortam.
EŞİMİN AYAKLARINDAKİ ÇATLAKLARDAN HARÇLARI AYIKLIYORDUM
Eve gittim eşime dedim ki, köşe başında bir nalbur var onun önünde inşaat işçilerini gördüm, istersen git kendini tanıt, onlarla da çalışabilirsin. Eşim de hiçbir şekilde eline kürek kazma almış birisi değil. Hiç bilmiyor bu tarz şeyleri. Hiç tereddüt etmeden olur dedi, gederim çalışırım yaparım. Gitti inşaatta başladı çalışmaya, çok uzak bir inşaat ama evden yürüyerek gidiyordu. Ayaklarının altı patladı böyle su topladı. Tabi işin usulünü bilmediği için o inşaattaki harçların hepsi ayaklarının içine girdi. Ben akşamları onun ayaklarındaki harçları çıkartıyordum.O uzanıp ayaklarını uzatıyordu, ben içindeki çatlaklardan harçları çıkartıyordum. Ama diyordum helal lokma. Hiç şikayetçi değilim. Sonuçta ben üniversite hocasının da eşiydim, onun da güzelliklerini yaşadım. İnşaat işçisinin de eşi olabilirim, oldum. Hiç problem değildi. Ama onu o halde görmek, elleri patlamıştı. Çünkü bilmiyordu işin ehli değil.
EŞİMİ 1.5 DAKİKALIK DURUŞMADA TUTUKLADILAR
Bir gün sabah namazını kıldım, tam geri çocukların yanına gittim kapı çaldı. Tabi sabah namazında çalan kapı, otomatikman tahmin ediyorsunuz polisler geldi diye. Kapıyı açtılar, zaten çocuklarım uyanmışlardı. Duvarın kenarına çöktüler korkuyla. Dediler eşinizi arıyoruz. Eşimden itirafçı olmasını istiyorlar, hemen diyorlar evine geri dön, bize sadece beş isim ver yeterli. Eşim de diyor ki ben suçsuzum, beni neyle suçladığınızı söyleyin. Daha sonra hakim 1,5 dakika süren mahkemede ‘beni ikna edemedin’ diyor ve tutukluyor. Gitti. 2107’ye girdiğimiz gün gitti.
Eşim tutuklandı cezaevine götürüldü, bizim için zor günlerin başlangıcıydı. Cebimdeki son inşaattan kalan parayla dedim ki eşime gidip daha güzel kıyafetler alacağım, mutlu olsun orada. Hatta konuşurken arkadaşlarıma eşim şimdi mektup yazıp ne kadar çok para harcamışsın diyecek. Gerçekten de öyle oldu, eşyaları aldığında ne kadar çok para harcamış bu ya demiş. Hatta espri yapmış, bizim hanım bana müebbetlik eşyalar göndermiş şeklinde.
İLK GÖRÜŞTE KENDİMİ VELİ TOPLANTISINDA HİSSETTİM
İlk görüşe gittiğimde kaldırıma baktığımda kendimi veli toplantısında hissettim, o kadar çok öğrencim oradaydı ki, ilk göreve başladığım yıldan son yılıma kadar. Onlar bana bakıyor ben onlara bakıyorum, onlar kafalarını çeviriyorlar ben çeviriyorum. Utanıyoruz birbirimizden, biz ne yapıyoruz burada.
Görüş salonuna geldiğimizde iki tane öğrencim yanıma geldiler. Yıllardır ben onlara öğütler verdim yol gösterdim. Dedi ki bana çocuk, onlar ikinci açık görüşü yapıyorlar Ağustos ayında alınmış babaları, “Hocam, birinci kural ağlamayın, eşiniz sizi çok güçlü görsün” bunu diyen küçücük bir çocuk. Diğeri de dedi ki hocam birazdan içeriden çıktıklarında aileler birbirlerine sarılacaklar ve ağlayacaklar. Onlara bakmayın. Onlara baktığınız zaman ağlarsanız. Eşiniz sizi öyle görmesin. Tamam dedim.
Tabi tutamıyorum, karşımda öğrencilerim babalarıyla sarılıyorlar ve hüngür hüngür ağlıyorlar. Kapıya durdum bekliyorum eşimin gelmesini. Böyle geliyor mahkumlar, mahkum dediğimiz insanlar, aslında mahkum değiller Yusuflar onlar. O kadar vakarlı, o kadar terbiyeli. Düzgünce sıraya giriyorlar, imzalarını atıyorlar. Böyle baktım, Allah’ım dedim ne olursun Efendimiz’in ‘Ahir zaman kardeşlerim’ dediği insanlar ne olur bu insanlar olsun. Yani nurlu, tertemiz, en güzel kıyafetlerini girmişler ve hepsi başları dik bir şekilde geliyorlar.
POLİSLER BENİM İÇİN GELDİ
30 Ocak 2018 yine sabah namazımı kıldım. Çocukların yanına gittim. Tak diye asansör sesi. Ben hemen fırladım zaten. Geldi eşim geldi mutluluğuyla bir anda. Sonra kapı çaldı. Önce bir irkildim. Kapımın deliğine baktım. Bir parmak var. Çığlık attım eşim geldi diye. O herhalde kapatır parmağıyla. Sonra sakin ol dedim. Kim o diye sordum. ‘Polis’ dedi. Ben yıkıldım kaldım. Polis niye gelir. Eşimi aldınız zaten. Kendime hiç ihtimal vermiyorum.
Çocuklarım, o an o manzarayı hiç unutamıyorum. İkisi de kalkmışlar uyku mahmurluğu, küçücük çocuklar bunlar ikisi de duvara yaslanmışlar, korkmuş şekilde duruyorlar. Ve titriyor küçük kızım. Hiç kimsem yok çocukları bırakabileceğim. Çocukların annesi babası kimsesi olmayınca Çocuk Esirgeme Kurumu’na götürüyorlar. Bir anda ondan korktum. Eyvah dedim çocuklarımı elimden alırlarsa.
Telefonumu elimden aldılar, hemen evimi paldır küldür aradılar. Arkadan ekip başka ekip otosu geldi, polisler evin içine doldu. Ben böyle bakıyorum. Ne oluyoruz diyorum.Benim dedim aileme haber vermem lazım, çocuklarımı birine emanet etmem lazım, avukatıma söylemem lazım. Hayır alamazsın telefonunu dediler. E dedim ben ne yapacağım o zaman çocuklarımı.
SEN DE Mİ ANNE..
Ev araması devam ederken, çocuklarım oturma odasına geldiler. Büyük kızım oturma odasına geldi. ‘Anne ya sen de mi anne’ dedi. ‘Sen de mi gideceksin. Anne sen gitme. Anne babamı zaten götürdüler. Sen de mi gideceksin.’ Dedim kızım hiç merak etme ben geleceğim, korkma. Bak sana kardeşini emanet edeceğim. Ben geleceğim.
Ve o polis. O da bir annedir eminim o bayan polis, ‘Çocuklarına ümit verme, niye çocuklarına ümit veriyorsun, akşam geleceğini nereden biliyorsun’ dedi. Ve azarladı beni çocuklarımın yanında. Dedim hayır ben inanıyorum, ben çocuklarımı bırakmayacağım.
Ben de biliyorum hemen gelemeyeceğimi ama çocuklarıma onu söylemek zorundaydım. Korkmalarını engellemek için, zaten 1 yıldır babaları yok. Çocuk ağır bir şeydi evimden polisler eşliğinde çocuklarımla ellerinden tutup çıkmak. Polis arabasına bindirdim çocuklarımı. Çocuklarım şaşkın. Etrafa bakıyorlar, herkes apartmandan çıkmış bakıyor. Çocuklarla beraber polis otosuna biniyorsunuz ve sizi götürüyorlar. Ama o esnada, şu şey çok fazla. Kalben o kadar rahatım ki, suçsuzluğun verdiği güven var içimde. Ben bir şey yapmadım. Beni istediğiniz yere götürebilirsiniz, ben suçsuzum.
Gidiyorum ama ya diyorum Allah’ım bunlar beni niye gözaltına alıyor olabilirler. Operasyondaki isimlere baktım, hiçbirini tanımıyorum. Eşime çok ciddi baskılar vardı itirafçı olması adına. Dedim acaba bunlar beni götürüyorlar, ‘eşin elimizde konuş’ diye baskı mı yapacaklar.
Çocuklarımı geride bıraktım, kimsem yok, ne yapacaklar, ne edecekler düşüncesi var. Sonra dedim ki bu araba benim için tabut da olabilirdi. Ben şu an ölü de olabilirdim. Geride bıraktıklarımı sonuçta Allah’a bıraktım. O esnada, nefsiniz, rabbiniz, siz ve şeytanınız oluyor. Başka hiçbir şey yok, hiç kimse yok.
BİR İTİRAFÇININ İFADESİYLE GÖZALTINA ALINDIM
Ve şunu dedim hep, Allah’ım ne olursun, sıratı dünyada geçer insanoğlu. Ben şu an sıratı geçiyorum. Beni kimsenin hakkına girmeden akşam evime ulaştır. Kimsenin. Çünkü daha sonradan öğreniyorum, bir itirafçının ifadesiyle gözaltına alınıyorum. O esnada gökyüzüne baktım. Belki bir daha göremem. Çünkü ölürüm herhalde dedim, bunlar işkence yaparlar. Götürüyorlar çünkü. Evlere bakıyorum, apartmanlara bakıyorum, gökyüzüne bakıyorum. Buraları bir daha ne zaman görürüm bilmiyorum. Çünkü zaten eşinizi almışlar, 1,5 yıldır adam zaten yok.
KORKMADIM
Hastanenin kapısında basın sizi hazır bekliyor. Dedim ki, bunlar beni haberlere çıkaracaklar. Servis edecekler. Ve kelepçeli bir şekilde çıkaracaklar sizi oradan. İnsanlar beni adli bir suçlu olarak algılamasınlar. Allah korusun bir katil, bir hırsız, bir arsız, farklı şekilde algılamasınlar diye. En güzel kıyafetlerimi giyip çıktım evden ilk başta bu düşünceyle. Çıkarken de gülümsemem gerektiğini hissettim. Ama içim yanıyor. Acaba eşim ne yapacak benim haberimi alınca. Çocuklarım dışarıda ne yapacaklar. Çocuklarımı çocuk esirgemeye alabilirler, şu an kimse olmadığı için yanlarında. Ama buna rağmen dedim ki hayır ben suçsuzum, ben masumum. Korkan kişi yüzünü gizler. Korkarsan orada üzgün durursun. Korkmadım. Çünkü ben bir şey yapmadım. Arabadan indirilir indirilmez, etrafınız bir basın ordusu karşılıyor. Ve ben hepsine selam vererek ilerledim, gülümseyerek ilerledim. Acile girdiğimde herkese selam verdim, gülümseyerek selam verdim. Çünkü ben kötü bir insan değilim.
İnsanlar kelepçeli gördüğü zaman meraklı gözlerle bakıyor. Ama benim anlım ak başım dik. Yanlış bir şey yapmadım. Özellikle de anlaşılmasını istedim, malum örgüt, ismini telaffuz etmek istemiyorum, kendime küfür gibi geliyor o isim. Bundan alındığımı anlasınlar diye.
BİZİ ETKİN PİŞMANLIĞA ZORLAYACAKLARINI ANLADIM
Bizi aldıklarında, içeriye girdiğimde, hiç tanımadığım bir sürü bayan vardı. Hiç tanımadığım. Çoğu sağlıkçıydı, diş hekimleri vardı. Sonrasında bir polis memuru geldi. “Sizinle benim çok işim yok. Sizden ulaşmam gereken yerler var” dedi. Ben hemen anladım. Bunlar bizi etkin pişmanlık için çok zorlayacaklar. Ve ben çok dikkatli dinledim polisi. Çünkü eşimden de biliyorum. Sorgu nasıl oluyo neler yapıyorlar. Sonrasında avukatım geldiğinde, bu polis memuru diyor ki, ‘Bu polis memuru diyor ki, senin müvekkilin çok konuşacak bir insan gibi duruyor, çok bilgiye sahip bir insan gibi duruyor. Git ikna et konuştur onu’.
Sonrasında avukat odasında görüşürken nezarethaneden o kadar çok çığlıklar geliyordu ki, bayanlar. Ağlıyorlar. Çıkarın bizi buradan diye bağırıyorlar, çocuk sesleri. Polis önce tuzak sorular yöneltiyor size. Önce çay falan getirdiler. İçmedim çaylarını vs. Ben biraz dik dik konuşunca hangi diziyi izliyorsun diye sordular bana. Ben de Fazilet Hanım ve Kızlarını izliyorum dedim. Belli belli, Fazilet gibi biraz şeysin.. manasında. Oradan bana Diriliş izliyor musun Payitaht izliyor musun? Oradan benim devletle ilgili düşüncelerimi ölçmeye çalışıyorlar. Dedim bakın ben niye buradayım? Benim iki tane gözü yaşlı çocuğum kaldı orada, hemen sorunuzu sorun, beni niye getirdiniz buraya ben bunu öğrenmek istiyorum.
BANA 15 TEMMUZ’U SORUN
Sorguya geçildikten sonra, zaten size hiç 15 Temmuz sormuyorlar. Kurban verdin mi, burs verdin mi, sohbet yaptın mı, sohbete gittin mi?
Polis bunları dedikçe, ben ona diyorum ki, bana 15 Temmuz’u sorun bana niye 15 Temmuz’u sormuyorsunuz. Madem beni terörist olarak buraya getirdiniz, vatan haini olarak buraya getirdiniz, bunun en büyük şeyi 15 Temmuz. Bana 15 Temmuz’u soracaksınız. Ben ne yaptım 15 Temmuz’da. Bir öğretmen olarak, bir bayan olarak, bir anne olarak. Tamam tamam ona da geleceğiz dedi.
BÜTÜN ŞALTERLERİM ATTI
Tabi ben polis sorgusunda bir bayanın itirafçı olan bir bayanın işte beni belli bir vazifeli olarak gösterdiğini öğrendikten sonra benim zaten bütün şalterleriniz atar ya, ağzıma geleni saydım orada. Sonrasında hatta polis dedi ki, ‘seni aşağıya atarım, bir ay sonra sorguya alırım. Bir ay boyunca nezarethanede kalırsın’.
İsterseniz beni bin yıl bile atabilirsiniz oraya hiç umurumda değil ama bir başkasının yalan beyanından dolayı beni burada tutamazsınız. Sonrasında bayan ifadesini geri çekiyor. Yanlış bir ifade olmuş diye ama o yanlış ifade yüzünden kaç bayan içeride biliyor musunuz? Yüz tane bayan. Yüz tane bayan yanlış ifade yüzünden benim yaşadıklarımı yaşadı. Ve benim eşim üç günde cezaevinde yaşadığı şeyler. Bir deri bir kemik kaldı benden haber alıncaya kadar. Yanlış ifadeden yüz tane çocuğun göz yaşı. O sabah benim çocuklarım o yanlış ifadeden dolayı ağladılar. Ve ben o yanlış ifadeden dolayı buradayım.
SUİZANNA DÜŞÜYORLARDI
Bayan ifadesini geri çekmesine rağmen mahkeme kuruldu. Tam 7 tane mahkeme kuruldu. Ben etkin pişmanlığı kabul etmediğim için çok baskı görmüştüm. Hatta polis ifademi evin bir köşesine koydum arkadaşlarım geldikleri zaman korkarak bakıyorlardı bana. Hani çabuk çıktın neden? Merak ediyorlardı, suizanna düşüyorlardı. Önce ifademi okuyabilirsiniz, sonra benimle konuşabilirsiniz. Ben kimseyi satmam, dedim.
KADERİN HÜKMÜNÜ KARDEŞLERİNDEN SORGULAYAMAZSIN
İnanın şunu söyleyeyim; benim eşim de itirafçıların iftirasına uğradığı için bu yaşadıklarımızı yaşıyor, yaşadı ve çok ağır bedeller ödedik. O an da yaşadıklarınızı insan düşmanınıza dilemez. O gözaltı süreçleri, o cezaevi süreçleri. Yani ben anlam veremiyorum, insanlar nasıl bir başkasına iftira atabiliyorlar. Nasıl yapabiliyorlar bunu? Sen onu yaşadın. Ben çocuklarımın göz yaşlarını gördüm. Halimi gördüm. Ve ben buna rağmen aynı şeyi bir başkasının yaşamasına nasıl vicdanınız el veriyor. Anlattığınız şeyin istediğiniz kadar doğru olduğunu düşünün.
Bir şiir var ya “Kaderin hükmünü kardeşlerinden sorgulayamazsın.” Kaderde o var, o çile var, o cezaevi var ama sen onun sebebini kardeşlerinden bilemezsin. Tutuklanmadım ama adım adım her gün polis tarafından takip edildim. Dışarıya çıkıyorum, siyah camları olan beyaz bir pikap beni takip ediyor sürekli. İlk başta korktum. Ne oluyoruz yani. Ne oluyoruz yani.
Sonrasında mahkemeler devam ediyor sürekli. Gidiyoruz geliyoruz. Ha bire dosyaya bir şeyler ekleniyor. Ha bire birileri benimle ilgili şeyler söylüyor. Hiç yapmadığım şeyleri söylüyorlar, bir de enteresan tarafı. Sonrasında düşündük, ceza alacağım kesinleşiyordu hani. Bir şekilde tutuklayacaklar bunlar beni. Çünkü eşimi ben kendim gönderdim ve 1.5 yılına mal oldu. Bir çok değerini, birçok şeyini kaybederek döndü oradan. Ve dedim ki artık ikinci kez bu delikten bir kez daha ısırılmayacağım ve teslim olmayacağım. O yüzden dedim bize yol gözüktü. Biz gidelim..
Türkiye’yi terk etme kararı aldık, çünkü bir geleceğimiz yoktu artık orada. Eşimin cezası onandığında gidecekti yine terk edecekti bizi, ben cezaevine girecektim çocuklarımız yine ortalıkta kalacaklardı. Velev ki cezamız bitti, yattık çıktık, sayılı gün geçer ama bu sefer çocuklarımıza bir hayat bırakmayacaktım. Sonra karar verdik. Çok zor bir karardı benim için.
KAPKARA BİR GECEYDİ
Kapkara bir geceydi bizim yola çıkışımız. Soğuk yağmurlu. Hiçbir yıldızın olmadığı, ayın olmadığı bir gece. İki saat boyunca nehre kadar yürümek zorunda kaldık. Hiçbir şekilde gözümüzün önünü hiçbir şey görmüyor. Bir bilinmeze doğru yola çıktık. Bota bindik, çocuklarıma dedim kapatın gözlerinizi. O ana şahit olmalarını istemedim. Ama titriyorlar. Kedi kalır ya soğukta öyle titriyorlar. Sonra bir tane çalı ucu vardı. Son anda fark ettik onu. Fark etmeseydik, botumuzu delip bizi o su alıp götürecekti. Çünkü girdap girdap akıp gidiyor ve debinin yüksek olduğu bir zaman dilimi. İlerledikten sonra bir anda pat diye bir ses geldi. Eyvah dedik batıyoruz. O anda gözüm hiçbir şey görmedi kendimi suyum içine attım hemen. Baktım kenar, görmüyorum da neresi olduğunu, sonra baktım elimle ilerledim, yer burası. Sonra botu çekip çocuklarımı indirdim. Nerede olduğumuzu bilmiyoruz şiddetli şekilde yağmur yağmaya başladı. O kadar şiddetliydi ki göz gözü görmüyor. Gücümün tam tükendiği bir andı.
BAĞIRA BAĞIRA ARKADAŞLARIMA DUA ETTİM
Eşim arkamdan geldi omzuma dokundu. Dedi bak bütün peygamberlerin yaşadıklarını yaşamaya çalışıyoruz. ‘Hazreti Yusuf’un yaşadıklarını yaşadık zindan gördük, Hazreti Yunus Aleyhisselam gibi balığın karnından çıktık, çok zor bir yolculuktu, su, gece, karanlık. Şimdi Nuh Aleyhisselam’ın tufanı gibi bir tufan var üstümüzde. Sonra açtım ellerimi “Allah’ım ne olur bunun adı hicret olsun, yalvarırım sana. Biz gerçekten hicret etmiş olalım. Ve bağıra bağıra inleye inleye, arkadaşlarımın isimlerini saya saya, çocuklarının ne olur dedim tüm mazlumları kurtar.’. Saatlerce 6 saat boyunca o yağmurda yürüdük. Takatimiz kalmadı. Bir köyün ışıkları gözüktü. Köye dik olarak gidemiyoruz bataklık bir yer. Köye paralel olarak gidiyoruz. Ama bakıyorum biz gidiyoruz ışıklar da gidiyor. Telefonlarımız çekmiyor.
Köyün içine girdikten sonra bekliyoruz ki polis gelsin bizi alsın. Kapıları çaldık uyanın bizi polise şikayet edin haber verin. Kendi aramızda espri yapıyoruz. Türkiye’de polise yakalanmamak için uğraşıyoruz, burada polise yakalanmak için uğraşıyoruz. Oluktan akan yağmur suyunu içerek ayakta durabildik. Kimse bize kapıyı açmadı.
Baktık herkes arkadaşlarımız herkes orada. Herkes bizi karşıladı. Yatakları filan yapmışlar. Her yeni gelene izzet ikramlar böyle. Etrafı kapatmışlar aileler için. İşte burada kalabilirsiniz. Herkes bize yatağını verdi siz yatın dinlenin. Onlar gidince biz yeni gelenlere yaptık. Dedik her yerde iyiler var.
HER ŞEYİ SIFIRLADIM ŞİMDİ YENİDEN İNŞA EDECEĞİM
Şimdi insan onurunu koruyacağı garanti edilen, anayasalarının ilk maddelerine konulmuş bir ülkedeyim. Korkmadan yaşayabileceğim bir yerde yaşamak istedim. Ona da ulaştım. Şu anda sıfırım. Koskacaman bir sıfırım. Şu ana kadar anlattığım hikayede her şeyini kaybetmiş bir insan var karşınızda. Mesleğimi kaybettim, diplomamı kaybettim, malımı mülkümü kaybettim, hayatımı sıfırlayarak geldim buraya. Buradan da yeniden inşa etmeye başlayacağım