Çankırı’nın Çerkeş kazası Müftüsü, Eğirdir’de sorgu hâkimliği yapan oğlunu ziyarete gelmişti. Eğirdir’de bulunduğu sırada Barla’da bulunan Üstad Bediüzzaman’dan haberdar olunca merak edip ziyaretine gider.
Sohbet sırasında Üstad’ın ilmî derinliği ile sakalsız olmasını bağdaştıramaz ve içinden “Bu ne ilim!.. Bu ne sakalsızlık!..” diye geçirir… Üstad, “Kardeşim! Çocukken sakal bırakmadım… Öylece gitti…” diye cevap verir. Bunun üzerine Müftü Efendi, Üstad’a “Efendim himmet buyurun!” der. Üstad da “Himmet Kur’an’dadır. Senin müşkülün On Dokuzuncu Söz’dedir. Eğirdir’de Yüzbaşı Hulusi Bey’e git, sana okusun!” der. Eğirdir’e döndüğünde hemen Hulusi Ağabeyi bulur ve durumu bildirir. Hulusî Ağabey, kendisine On Dokuzuncu Söz’ü okur. Müftünün zihnindeki sorunun cevabı, bu Risalenin sonunda yer alan Kur’an’daki tekrarların hikmeti bahsindedir. Burası okununca, Müftü heyecandan yerinde duramaz. “Yahu bu benim kimseye soramadığım 35 senelik müşkülümdü, şimdi halloldu!” der.
Asr-ı Saaddette de ehl-i kitaptan bazıları, Kur’an-ı Kerim’in iman hakikatlarını insanlığın bütün tabakalarına ders verdiği için, kalblerde ve zihinlerde tesbit etmek, yerleştirmek, iknâ etmek hikmetine binâen zâhiren tekrar ettiği için, bu hikmetli gerçeğe karşı çıkarak, bu meseleyi sanki Efendimizin (S.A.S.) ümmîliğine ve ilminin azlığına sebep sayıp haksızca saldırdılar. Bunun üzerine “De ki: ‘Rabbimin sözlerini yazmak için en büyük okyanus, mürekkep olsaydı, hatta onun bir mislini de takviye olarak gönderseydik, bu denizler tükenir, Rabbinin sözleri bitmezdi.” (Kehf Suresi, 18/109) âyeti nâzil oldu. Üstad Hazretleri bu hususu şöyle yorumlamıştı: “Tahkîk ve iknâ gibi çok hikmetler için ayrı ayrı faydalar nokta-i nazarında çok müteaddit neticeleri bulunan bir hakikatı, umumun, bilhassa avâmın kalbinde yerleştirmek için, imanın altı rüknü ve esası gibi herbir meselesi bin mesele kıymetinde ve binlerce hakikatı içinde barındıran meseleleri ayrı ayrı mucizâne tarzlarda Kur’an’ın tekrarlaması, kelamın sınırlılığından ve azlığından ve zihin kusurundan ve sermayenin noksanlığından değildir. Belki hadsiz, İlahî Ezelî Kelamın nihayetsiz hazinesinden alınan ve gayb âlemi hesabına, şehadet âlemine yönelik olup, cinlerle, insanlarla, ruhlarla ve meleklerle konuşan ve her ferdin kulağında nağmelenip çınlayan Kur’an’ın kaynağı bulunan Ezelî Kelâmın kelimelerini saymak için denizler mürekkep olsa, insan, cin, melek ve ruhanî gibi şuurlu varlıklar kâtip, bitkiler, ağaçlar kalem, belki zerreler kalem ucu olsalar, yine bitiremezler. Çünkü bunlar sınırlı ve nihayetli, Rabbinin kelimeleri ise, nihayetsiz ve sonsuzdur.” (Lâtif Nükteler)
Üstad Hazretleri Yirmi Beşinci Söz’ün Hâtimesinin Birinci Haşiyesinde şöyle diyor: “Bundan on iki sene evvel işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık Kur’an’a karşı suikasdını tercümesi ile yapmaya başlamış ve demiş ki: ‘Kur’an tercüme edilsin, tâ, ne mal olduğu bilinsin.’ Yani lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi O’nun yerinde okunsun diye dehşetli bir plan çevirmiş. Fakat, Risale-i Nur’un çürütülmez hüccet ve delilleri kati isbat etmiş ki: Kur’an’ın hakiki tercümesi kâbil değil ve lisan-ı nahvî (gramer dili) olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’an’ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve her bir harfi, on adetten bine kadar sevap veren Kur’an kelimelerinin mucizâne ve cemiyetli (çok manaları içinde tutan) tâbirleri yerinde insanların âdî (sıradan) ve cüz’î tercümeleri tutamaz. Onun yerinde câmilerde okunmaz diye Risale-i Nur her tarafta neşredilmesiyle o dehşetli plânı akîm bıraktı.”
Hulûsî Ağabeyin Çerkeş Müftüsüne okuduğu On Dokuzuncu Söz’den bir parçayı beraber okuyalım: “Sebeb-i kusur zannedilen tekrarlarındaki mucizelik parıltısına bak ki: Kur’an hem bir ZİKİR kitabı, hem bir DUA kitabı, hem bir DAVET kitabı olduğundan içinde tekrar güzel kabul edilip takdir edilir, belki çok lüzumlu ve edebiyat ve belağat yönünden en uygunudur. Kusur görenlerin zannettiği gibi değil. Zira ZİKRİN işi, tekrar ile nurlandırmaktır. DUANIN işi devamlı tekrarla, sağlamlaştırıp yerleştirmektir. EMİR ve DAVETİN işi, tekrar ile pekiştirmektir. Hem, herkes her vakit bütün Kur’an’ı okumaya muktedir olamaz. Fakat bir sureye çoğu zaman muktedir olur. Onun için (tevhid, nübüvvet, haşir ve adâlet gibi) Kur’an’ın en mühim maksatları, ekser uzun surelerde yerleştirilerek her bir sure bir küçük Kur’an hükmüne geçmiş. Demek hiç kimseyi mahrum etmemek için tevhid, haşir ve Musa Aleyhisselamın kıssası gibi bazı maksatlar tekrar edilmiş. Hem, cismanî ihtiyaç gibi, mânevî ihtiyaçlar da muhteliftir. Bazısına insan her nefes muhtaç olur, cisme hava, ruha Hû gibi… Bazısına her saat: Bismillah gibi hâkezâ… Demek âyetlerin tekrar edilmesi ihtiyaçların tekrar etmesinden ileri gelmiş ve o ihtiyaca işaret ederek uyandırıp teşvik etmek, hem iştiyakı ve iştihayı tahrik etmek için tekrar eder.
“Hem Kur’an; müessistir (kurucudur). Bir Din-i Mübin’in esaslarıdır ve şu İslam leminin temelleridir ve insanların ictimaî hayatını değiştirip, muhtelif tabakalara, tekrar tekrar sorulan suallere cevaptır. Müessise, tesbit etmek için tekrar lâzımdır. Te’kit için devamlı tekrar gerekir. Teyid için sağlamlaştırıp yerleştirmek, tahkik ve tekrarlayıp durmak lâzım gelir. (…) Bununla beraber suretâ tekrardır. Fakat, mânen herbir âyetin çok mânaları, çok faydaları, çok yönleri ve tabakaları vardır. Her makamda ayrı bir mâna, fayda ve maksatlar için zikrediliyor…”
Meseleyi tam anlamak için hem On Dokuzuncu Söz baştan sona, hem de On Birinci Şua olan Meyve Risalesinin Onuncu Meselesi EMİRDAĞ ÇİÇEĞİ, çok iyi mütlaa ve müzakere edilmelidir…