Gergerlioğlu: Kaçırılan kişileri Meclis’te gündeme getirdim. AKP’li Zengin; “Niye gözümün içine bakarak konuşuyorsun. Biz mi kaçırdık?’ dedi… Bostancı’ya “Kaçırılanlar sizin başınızda patlar” dedim… Ne kadar mücadele edersek o kadar geri adım atacaklar…
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ile yeni yargı paketinin ardından gelen tahliyeler, ortaya çıkan kayıplar ve güncel siyaseti konuştuk. Kendisini “Türkiye’den umudu kesmiş insanlardan değilim” diyerek anlatan Gergerlioğlu’na göre; “Demirtaş başta olmak üzere tahliyeler sürecek, kayıp vakalarında kalan bir kişi de ortaya çıkacak ve bir daha bu vakalar yaşanmayacak.”
Türkiye siyasetinde Kürt sorununda yaşanan çatışmalı süreç için sürmesinin eşyanın tabiatına aykırı olduğunu ifade eden Ömer Faruk Gergerlioğlu sadece iktidarı değil partisine de eleştiriler yöneltiyor: “Türkler ne kadar müreffeh, ferah bir hayat istiyorsa Kürtler de istiyor. Diyarbakır’ın bir kısmı daha modern bir kısmı daha kimlikçidir. Kimlikçi olmayan yerde insanlar, tek dertlerinin kimlik olmadığını daha modern, müreffeh, çocuğu en iyi okullara gitsin istediklerini, çatışma istemediklerini söylüyor. Bunları söylüyor ama Kürt kimliğimden vazgeçerim de demiyor. Sadece tek derdi bu değil. Bunu da Kürt partilerinin, HDP’nin iyi anlaması gerekiyor. Kürtler, modern bir hayat içerisine kimliklerinden koparılmadan yaşayacakları bir hayatı özlüyor. Bölünme, parçalanma peşinde koşmuyor. Birlikte eşit bir yaşam sürmek istiyor. Fakat bu politikalar bunun aksini körüklüyor. Türkiye, siyasetinin HDP’nin de bunu anlamamız lazım. HDP olarak da bize biçilen tuzağa düşmememiz gerektiğini düşünüyorum.”
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından ilan edilen OHAL’le birlikte birçok gazeteci, akademisyen, siyasetçi tutuklandı. Yeni yargı paketiyle birlikte ve önce de tahliyeleri gerçekleşiyor. En son Eren Erdem ve Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak tahliye edildi. Bu tahliyeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
OHAL dönemi maalesef Türkiye Cumhuriyeti’nin en ağır hukuksuzluklarının yaşandığı bir dönemi oldu. Zaten demokrasi ve hukuk yönünden oldukça kötü bir yerdeydi ama OHAL’le birlikte çok daha kötü bir yere indi. Afrika ligine indik. Erdoğan, darbeyi fırsat bilerek yargıyı, yasamayı eline alarak bir takım kararlar verdirtti. Biz bu kararların apaçık siyasi olduğunu düşünüyoruz. Birçok aydına verilen cezalar siyasiydi ve çok ağır cezalardı. Dünyanın başka bir tarafında düşüncelere verilen bu cezaları anlatsanız insanlar inanamaz. Zaten yurtdışından gelen temsilcilere anlattığımızda çok büyük bir şaşkınla karşıladıklarını görüyoruz. Selahattin Demirtaş’ın ifadeleri tamamen düşünce özgürlüğü kapsamında olan ifadeler. Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, her kesimden örneğin Alparslan Kuytul’un da ifade özgürlüğü kapsamındadır. Tutukluluk ceza olarak uygulanıyor. Bu cezalar her kesimden düşünceye vurulmuş darbelerdir. Her kesimden insanın beyninin vurulması, beyin kanaması geçirmesidir. İnsanlar kimliklerini söylemekte, iletişim kurmakta çok zorlanıyorlar.
Yeni yargı paketinin yürürlüğe girmesi ve ardından peş peşe gelen tahliyelerle birlikte anlattığınız sürecin değiştiğini söylemek mümkün mü?
Her şeye olumlu ve iyimser bakmaya çalışırım. Gerçeği de yakalamaya çalışırım. OHAL, çok zorlama bir dönemdi. OHAL sonrası da adı konmamış bir OHAL dönemi daha yaşatmaya çalıştılar. Tabi nereye kadar? Dünya buna müsaade edecek mi? 21. yüzyılda Türkiye buna müsaade edecek mi? Türkiye ancak buralara kadar gelebildi. Hiç bırakılmaz denilen Ahmet Altan’lar, Nazlı Ilıcak’lar bırakılmışsa elbette bunun üzerine düşünmek gerekir. Yaşanan zulüm ve hukuksuzluk geri adım atıyor.
“Geri adım atıyor” derken?
Mecburen geri adım atılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan mı “geri adım atıyor”?
Evet. Geri adım atıyor. Bakın bu yargı kararlarının ondan bağımsız gerçekleştiğini düşünmüyorum. Mahkûmiyet kararları verildiğinde de bağımsız değildi şimdi de değil. Bakın şu an KHK zulmü biraz daha etkili bir şekilde konuşulmaya başlandı. OHAL’le ilgili haksızlıklar daha etkili konuşulmaya başlandı. Aydınların cezaevlerinde duruşu konusunda geri adım atılmaya başlandı ve bence devam da edecek.
Mesela, Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın da tahliye edilmesi mümkün mü?
Bir müddet sonra tahliye edileceklerini düşünüyorum. Bu yılsonuna kadar Sayın Demirtaş’ın tahliye edilebileceğini düşünüyordum ama olmadı. Yine de artık çok fazla uzamayacaktır. Bu hukuksuzluğu çok fazla sürdüremeyecekler.
Yargı paketinin içeriği bunu sağlayacak nitelikte mi? Bunun için mi böyle düşünüyorsunuz?
Bu paketteki önemli bir madde istiaf kararlarının Yargıtay’a gitmeseydi. Bu önemliydi. Çünkü İstinaf’lar yerel mahkeme kararlarını okumadan onuyordu. Birçok dosya inceledim. İnanılmaz vakaları onadılar. Usulü hatalar bile görülmemişti. Bu dosyaların şimdi Yargıtay’a gitmesi haksızlıkları nispeten azalttı. Yargıtay kararlarının İstinaf’a göre biraz adil ve hukuki olduğunu görüyoruz. Şu ana kadar tahminimce 15-20 bin kadar insan Yargıtay kararlarıyla tahliye oldu. Bu az bir sayı değil. Bizzat tanıdığım, ilgilendiğim bir sürü insan tahliye oldu. Örneğin, engelli bir adam çok basit bir suçtan 5-6 yıl kadar ceza almış ve bu ceza kesinleşmiş. Çok büyük zorluklar çekiyordu. Şimdi tahliye oldu. Buna benzer maddi-manevi sıkıntı çeken birçok insan tahliye oldu. Sayın Selahattin Demirtaş’ın da Yargıtay’a giden bir davası oldu. Bundan dolayı tahliye olması gerekiyordu ama özellikle şüphelisi olmadığı bir davadan tutukluluk kararı verilerek cezaevinde kalması sağlandı. Şimdi her ne kadar istediğimiz kadar olmasa da nispeten zulümde hafifleme oluşturdu. İktidar da zaten suretten bu tutuklulukları savunsa da içeride huzursuzluk yaşıyordu. Biz siyasetçi olarak hissediyorduk.
Bülent Arınç’ın ifadelerini bu kapsamda mı değerlendiriyorsunuz?
Tabi. Bakın insanlar kaçırıldı, işten atıldı, işkenceler oldu; suretten bunları savunmayı çalışıyorlar ama az çok kulağımıza değdiği kadarıyla içeride sıkıntı unsuru. Ahmet Altan’ların, Nazlı Ilıcak’ların böyle insafsızca ve düşman hukuku uygulanarak içeride tutulması nasıl izah edeceklerini bilemedikleri bir olaya döndü. Dışarıda bir şeyler söylüyorlar ama içeride bunu kendi kendilerine izah edemiyorlar. Yargı Reformu Strateji Belgesi zaten bunun için oluştu. Bize gelen yabancı heyetlere anlattık, onlar hükümetle görüştü. İç muhalefetle, dış muhalefetle ister istemez geri adım atmak zorunda kalıyorlar. Muhalefet ister istemez geri adım attırıyor. Biz ne kadar muhalefet edersek, o kadar geri adım attıracağız. Buna çok inanıyorum. Kitap imzalatmak için buraya gelen KHK’lılar oldu. Bir platform kurmuşlar. Çalışıyorlar, umutlular. Adeta bir depresyona girip hayatın dibini görmüşlerdi ama şimdi yükselişteler, hayatla kucaklaşmışlar. Çok da iyi işler yapıyorlar. Onlar iyi işler yaptıkça gündem oluyorlar. Gündem oldukça Bülent Arınç gibi, Mustafa Yeneroğlu gibi isimler bile onları anmak zorunda kalıyor. Erdoğan istediği kadar Yeneroğlu’nu kovsun, Arınç’ı azarlasın, bunu durduramayacak. Yoğun bir şekilde iç eleştiriler aratacak ve adım atmak zorunda kalacak. Bu bize bağlı. Muhalefetimizi ne kadar her alanda arttırırsak o kadar geri adım atmak zorunda kalacaktır.
OHAL sırasında yaşanan hak ihlalleri takip eden önemli isimlerden birisiniz. Örneğin kayıp vakalarını gündeme en sık getiren siz oldunuz. Kayıp vakalarında bir azalış gözlemliyor musunuz? En son Mustafa Yılmaz bulunmuştu. Bulunmasıyla birlikte yaşananları aktarmanız mümkün mü?
Bu sabah biri (Gökhan Türkmen’den söz ediyor) daha bulundu. Yine Ankara Emniyeti’nde ortaya çıktı. Göya eşine Antalya Emniyeti telefon edip, “Eşinizi bulduk, Ankara Emniyeti’nde” demişler. Nedense tüm kaçırılanlar Ankara Emniyeti’nde ortaya çıkıyor. Edirne’de, İstanbul’da kaybolan da Ankara da kaybolan da hepsi Ankara Emniyeti’nde ortaya çıkıyor.
Bunun nedenini neye bağlıyor, nasıl açıklıyorsunuz?
Eski 90’lar Türkiyesi oluşturuldu. Sadece bu altı kişi değil üç buçuk yılda 28 kişi kaçırıldı. Bunlar hem Gülen grubundan hem de sol camiadan Ayten Öztürk isimli bir kadın idi. Çoğuyla konuşma şansım oldu. Direk bana cezaevinden mektupla müracaat eden de oldu. Kaçırılanların işkence görüdüğünü anlıyoruz. Uzun bir süre bir yerler tutulup, işkence görüyorlar. Kaçıranlar kendilerini devlet görevlisi olarak tanıtıyor. Bakanlıklara kendilerini devlet görevlisi olarak tanıtanlar kimdir, araştırıyor musunuz diye soruyoruz. Tek bir cevap alamıyoruz. Kamera görüntüleri araştırması yapın diyoruz, cevap alamıyoruz. Savcılıklar son derece ağırkanlı, hiçbir şekilde harekete geçmiyor. Emniyet görevlileri isteksiz, hareketsizler. Ulusal mekanizmalardan bir şey çıkmayınca bu insanlar AİHM’e, BM’ye başvuruyor. Oralardan Adalet Bakanlığı’na sorular geliyor. Gerçekten o soruları okuduğunuzda ülke adına üzülürsünüz Nasıl olurda bu insanlar ilkel bir şekilde kaçırılır ve niye aramıyorsunuz yollu sorular. AİHM Mart ayında sordu, Eylül’e kadar izin istendi. Çünkü cevap veremiyorlardı. Eylül ayı gelmeden aniden dört kişi ortaya çıktı. Mustafa Yılmaz vakasında da aynı şey oldu. Ulusal mekanizmalar hiçbir şey yapmadı ve AİHM ve BM sorunca istediği süre bitmeden bu insanlar ortaya çıkmaya başladı. Apaçık bir şekilde bir şeyleri kapatmak ve gizlemek istiyorlar. Bu insanların eşleri, çoluk çocuğu, annesi, babası ne yaşıyor buna bakan var mı? Düşünün, eşiniz kaçırılmış, çocuğunuz kaybedilmiş, maddi manevi çok büyük zorluklar yaşıyorsunuz. Günleriniz cebinizde beş kuruş olmadan bakanlıklarda, emniyetlerde, savcılarda geçiyor. Bir iz bulamayınca basın açıklaması yapmak istiyorsunuz. O noktada karşınıza bir polis çıkıyor; “O yurtdışına kaçtı, vatan haini” gibi cümleler söyleme cüreti gösteriyor. O zaman sekiz aydır aradığımız yerini sen biliyorsun. Belki onu sen kaçırdın. O adamın hain olduğunu nereden biliyorsun? Mahkeme misin sen? Sonuçta bu sosyal baskılar olmasaydı bu kişiler ortaya çıkmayabilirdi, çıktı. Siyasetçilerin, sivil toplum kuruluşlarının baskılarının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu kayıplar en ağır yaşam hakkı ihlalidir. Edirne’de eşinin yanından “Biz devletiz” diyen insanlar kaçıyor. Hatta eşini de evine bırakıyorlar. Demek ki bunlar haydut değil. Yahut Ankara’da iki insanı 50-60 tane sivil polis evinden kaçırıyor. Bu iki kişinin evini buldum, mahalleyi araştırdım, ev sahibini buldum; “Ne oldu burada” dedim. Adam; “Benim söylememe gerek yok ki tüm mahalle ne olduğunu gördü” dedi. İçişleri Bakan Yardımcısı’na, “Nerede bu insanlar” sordum. “Biz de bilmiyoruz, bizde araması gözüküyor” dedi.
Anlattıklarınız akla Cumartesi Anneleri’ni getiriyor. Yıllardır anlatıyor, yıllardır çocuklarının cesetlerini arıyorlar… Dolayısıyla akla bir zamanlar Bülent Ecevit’in dediği Kontrgerilla veya 90’larda halen var mı yok mu diye tartışmasının yapılabildiği JİTEM geliyor. Böyle bir yapılanma mı var? Sizin buna ilişkin bir araştırmanız oldu mu? Olduysa ne gibi bulgulara ulaştınız?
Ya bize bu bilgileri söyleyen İçişleri Bakanlığı yalan söylüyor ya da devlet içinde illegal bir yapılanma var. Sorumlusunun kim olduğu bir yapı var anlaşılan ki bu olaylar oluyor. Başka bir izahı yok. Çünkü bu insanları mafya ya da haydutlar kaçırmıyor. Apaçık eşinizin yanında sizi kaçırıyorlar. Kendilerine “devletiz” diyorlar. Bu bir iddia değil. Mahallenin gözü önünde götürüyorlar. Eşi kaçırılanın eşkâlini çizdiriyor, bu kişiler diyor ve kimse araştırmıyor. İçişleri Bakanlığı da haberimiz yok diyor. Eğer İçişleri Bakanlığı yalan söylemiyorsa demek ki işin içinde başka bir şey var.
Siz hiç böyle bir yapılanma olup olmadığına ilişkin bir soru yönelttiniz mi?
Sormadım. Bizim bildiğimiz onların devlet mekanizması olarak cevap vermesi gerektiğidir. Onlar da cevap vermedi. Tabi çok değişik rivayetler var. Bir takım illegal merkezlerde işkence yapıldığı, Ankara’da bu yönde bir takım tesisiler olduğu yönünde çok fazla iddia var. Bu tür iddialar kimlik belirtilmeden bana birçok kez geldi.
Nerede olduğuna ilişkin yer belirtildi mi?
Evet.
Kontrol ettiniz mi? Ya da burada bunlar yapılıyor şeklinde ihbarda bulundunuz mu?
Şöyle, açıkçası bize tarif eden yerlerin MİT tesisi olduğu yönünde iddialar var. Olay buydu. Ben gidip tetkik etmedim ama edenler oldu. İsim vermeyeceğim ama oralara kadar gidip, kapıda resmi görevliler tarafından “Siz nereden çıktınız, burayı nasıl buldunuz, defolun” denilerek kovulan kişiler olduğunu biliyorum.
İsim vermeyeceğim dediniz ama milletvekili midir?
Gazetecisi de var, mağduru da var. İsim vermeyeceğim. Çok meraklı ve canı çok yanan insanlar var. Bir yerlere kadar gidip oradan ilerleyemeyen insanlar var. Çok çarpıcı hikâyeler var ama onların izni olmadan sizinle paylaşamam.
Peki, en son ortaya çıkan kayıpla ilgili gelişmelere ilişkin bilginiz varsa paylaşabilir misiniz?
Şimdi bu kayıplar konusunda bir toparlama yapmak istiyorum. 28 kişi kaybolduğunda bir komisyon kurulmasını teklif ettik. Kabul edilmedi. Bu komisyon teklifinin reddedilmesinin artından altı yeni kayıp vakası yaşandı. Meclis’te böyle bir durumdan şikâyetçi oluyorsunuz, İnsan Hakları Komisyonu’na Zorla Kaçırılanlar ve Kaybedilenler Alt Komisyonu kuralım diyorsunuz ama bu kabul edilmiyor. Bu çok çarpıcı bir şeydir. Bunu Meclis’te söz alıp gündeme getirdim. AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin; “Niye gözümün içine bakarak, niye bize doğru dönerek konuşuyorsun. İlgili bakanlıklığa sordunuz mu? Onlar cevap versin” dedi. Sorduğumu ve cevap verilmediğini söyledim; “Peki niye bizim gözümüzün içine bakıyorsun, biz mi kaçırdık? İnsan Hakları Komisyonu var, oraya başvurun” dedi. Başvurduğumu ve alt komisyon kurulmasını engellediklerini anlattım. Bu konuşma üzerine Hakan Çavuşoğlu’na tekrar gittim ama çok bilinçli bir şekilde bu komisyonu kurdurtmadı. Ardından İçişleri Bakanı Yardımcısı’nı çağıralım, soralım denildi. Bir heyet oluşturulmasını ve bir rapor hazırlanmasını söyledim, yapılmadı. İçişleri Bakan Yardımcısı da trajik komik cevaplar veriyor. Altı ay önce kaçırılan insandan haberinin olmadığını söylüyor. Sonra Naci Bostancı’ya gittim. Amerika, Kanada, Almanya, Kuzey Avrupa ülkelerinden birkaçının daha büyükelçilerinin bana kayıpları sorduklarını söyledim. AB temsilcilerine de anlattığımı söyledim. “Bütün dünyaya anlatıyorum, siz burada ilkel bir şekilde üstünü örtmeye çalışıyorsunuz. Bu bir şekilde sizin başınızda patlar” dedim. O da “Bilmiyorum” dedi. Bir süre başka kim bilecek diye baskı yaptık ve bir on gün kadar sonra dört kişi ortaya çıktı. Kalan iki kişi için bir araştırma yapılmaması üzerine yine önce Hakan Çavuşoğlu’yla, ondan sonuç alamayınca Naci Bostancı’yla görüştüm. Bostancı ile görüştükten yine bir 10-15 gün sonra bu kez Mustafa Yılmaz çıktı ortaya. İlginç değil mi?
Siz ne diyorsunuz?
Bilemiyorum… Biz ne zaman baskıyı arttırsak bu kayıp kişiler ortaya çıkıyor. Bunu yaşayarak görüyorum. Mustafa Yılmaz’ın annesini benimle görüşmeye geldiğinde Meclis’e sokmadılar. Meclis önünde bir açıklama yapmış, yasaklıymış. Devlet dediğimiz şey bu kadar mı soğuk, bu kadar mı kaba, bu kadar mı mekanik bir şeydir? O anneyi Meclis’e sokmayan devlet midir? Çok üzülmüştüm. Ortaya çıkanların hepsi de 20-27 kilo vermişler, zihinleri biraz bulanık, ciltleri bembeyaz –belli ki altı, yedi ay güneş görmemişler- ulusal ve uluslararası bütün başvuruların bitirilmesini söylüyorlar, ezbere sayıyorlar… 20 yıllık eşini tanımayanlar olduğunu biliyorum.
Ortaya çıkmalarının ardından bir de gözaltı süreci var…
12 gün gözaltında kalıyorlar. Özel avukatı geliyor ama emniyet; “Şahıs istemiyor” diyerek içeri almıyor. CMK avukat atamıyor. Göya merdivenlerde yürürken bir tane avukat görmüş ve o avukatı almak istemiş. Bir de bize bu hikâyeyi anlatıyorlar. Bugün ortaya çıkan Gökhan Türkmen’le beraber daha önce ortaya çıkan diğer beş kişi aynı dosyada yer alıyor. Gizlilik kararı var. Eşleri bile hâlâ neden tutuklu olduklarını bilmiyor.
Mustafa Yılmaz’a CMK’dan avukat atandığı basına yansımıştı.
Ondan emin değiliz. Eşine sordum. Öyle söylendiğini ifade etti. Emin değil. Bu yönde resmi bir beyan yok. Tahminen öylesine bulunmuş bir avukattır. Ama diğer dördünde ne oldukları bilinmeyen avukatlar ortaya çıktı. Mustafa Yılmaz’ın gözaltında yaşadığı tuhaflık; eşine gözaltı süresi uzatılacak denilip mahkemeye çıkarılarak tutuklanması oldu. Tutuklamanın nedenine ilişkin yine bir bilgi yok. Ankara’da 34. ACM’de MİT’le ilgili davalar görülecekmiş ve bu kişilerin davalarını da buraya vermişler. Eşleri 34. ACM’nin önüne gidiyorlar, salon açılmıyor. Saatine rağmen salon açılmayınca her yere soruyorlar. En sonunda hâkimin salonun yerini değiştirdiğini ve duruşmanın bittiğini söylemişler. Garabet üstüne garabet. Tüm dünyaya rezil olmuş bir Türkiye var ortada… Emniyet güçlerinde genel bir pervasızlık, fütursuzluk görüyorum. Buna rağmen bizim baskılarımızın, dış muhalefetin baskılarının bunları artık daha da azaltacağını düşünüyorum.
Birazda güncel siyaseti konuşmak isterim. HDP’nin önce üç büyükşehir belediyesine ardından ilçe belediyelerine kayyumlar atanıyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı ile toplam üç belediye başkanınız tutuklandı. Bu tablo 2023’e kadar ki süreçte Türkiye siyasetini nasıl etkiler? AKP hükümetinin Kürt sorunu konusundaki bu tutumu sürdüğü takdirde nasıl sonuçları olabileceğine ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir? Bu alanda da bir “geri dönüş” söz konusu olabilir mi?
Bu anormal politikaların uzun süre sürdürülebileceğini düşünmüyorum. Seçimlerde Kürt halkına oy verin dediğimizde bize; “Vekilim üç gün sonra kayyum atansın diye mi oy vereceğiz” diyorlardı. Biz onları ikna ederek sandığa gitmelerini sağladık. Demokrasiye olan inancı sağlamaya, küskün bir halkı sandığa göndermeye çalıştık. Bir kısmı yine de gitmedi. Boykot eden bir kesim var. Bu kadar baskıya rağmen bir başarı sağladık. Şimdi bize; “Vekilim biz size kayyum atanır demedik mi” diyorlar. Bıkmış, geleceğe olan inancını yitirmiş, çaresiz, bezgin bir halk görüyoruz.
HDP’nin bunu Türkiye toplumuna iyi açıklayamadığını düşünüyor musunuz? Örneğin, Adnan Selçuk PKK’ya yardım ettiği iddialarına bunlar tekrar gündeme gelmeyecek açıklıkta cevap verebildiğini düşünüyor musunuz? Toplumu ikna konusunda HDP’yi nasıl değerlendirirsiniz, başarılı mı?
Parti çok ağır baskı altında, çok yoğun çapraz ateş altına alınmış bir parti. Her kesimden insan Kürt’e yapılan saldırı noktasında birleşiyor. Kürtlere saldırı nedense her oy talep eden için popüler ve hoş bir konu. Kürt meselesinde çatışmacı bir tutum alayım, oyum artsın derseniz, oyunuz artar. Oylar artıyor ama Kürt kesimde de içe kapanma ve kopuş artıyor. Bir taş da iki kuş vurmuş oluyor; hem HDP’yi zayıflatmış oluyor hem de Kürtlerle Türklerin arasını açmış oluyor. Bu politikalardan bir süre sonra geri adım atacaklardır. Eşyanın tabiatına aykırı yapılanlar… Sokakta faşizmi arttırıyorsun… Bu sürdürülebilir değildir.
Sorumu İçişleri Bakanı Soylu’nun da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da sıklıkla vurguladıkları; “Bizim Kürtlerle bir sorunumuz yok. Diğer belediyelere niçin kayyum atamadık” açıklamaları var. Ne diyorsunuz?
Türkiye’de çok önemli önyargılar var. Herhangi bir insana sor, “Vardır bir şey de kayyum atanmıştır” yanıtını verir. Bu önyargıları yıkabilmek için sesinizi duyurabileceğiniz bir medyaya ihtiyacınız var. HDP’de bu medya yok. Adnan Selçuk Mızraklı, doktor bir arkadaşımız. Militan bir kişilik değildir. Sivil toplumdan gelen bir insandır. Bu insan bile gayet vahşi bir şekilde tutuklanabiliyorsa ve batıda insanlar buna yönelik eleştiri geliştiremiyorsa önyargıları sorgulamak gerekir. Kürtler zaten neyi açıklayacaksın diye düşünüyor. Ben bir Kürt değilim. Demokrat, insan hakları kimliğimden dolayı HDP’deyim ve Kürtleri çok iyi anlıyorum. Türklere Kürt sorununu anlatmadan bu mesele çözülmez. Şu an artık Kürtlerde bu anlatma isteği kalmamış durumda. Takatleri yok artık. “Ne gerek var” diyorlar. Kürtler, demokrat Türkler bu baskıları Türk kamuoyuna anlatacaklar ki bu baskılar anlaşılabilsin. Toplumsal bir sorun var önümüzde. Yüzyıllık kronik bir yara iki dakikada iyileşmiyor. Yol haritası nasıl olur derseniz, bütün bunlara kanmamak, sapamamak gerekiyor. Ben bu sorunu iyi anlattığımızda çözeceğimize inanıyorum. Bir Güney Afrika gibi Türk’ün Kürt’ü kırıma tabi tuttuğu bir ülke değiliz. Birbirleriyle evleniyorlar. Devlet politikaları, iktidarların politikalarının toplumu getirdikleri nokta oldukça zor bir nokta… Biz yılmadan, güncel siyasetten bağımsız Kürt meselesi tedavisi yapmamız gerekir. HDP şu an bunu da yapamıyor, sağlı sollu bir sürü yumruk yiyor. Her alanda şeytanlaştırılmıştır durumda. Böyle bir parti ne yapabilir?
AKP içinde rahatsızlıklar diyerek siz de bahsetmiştiniz, buradan ayrılıp yeni parti hazırlıkları yürütenler olduklarını biliyoruz. Sizce AKP içinden bu kopuşlar artar mı? Yeni partiler burada ne kadar etkili olur? Buradaki hareketlenmelerle birlikte bir erken seçim yaşanır mı? HDP burada nasıl bir tutum takınır? Meclis kulislerinde neler konuşulmakta…
Çok kesin; AKP içindeki huzursuzluk artacaktır. Yeneroğlu, huzursuzdu. Bir asansörde rastladık; “Genel kurulda pazarcılık yapan profesörden bahsettin. Gerçekten var mı böyle insanlar” dedi. Bir sürü hikâye anlatım. Vicdanı sızlamış. Ondan sonra şu an vicdanlıların kaldığını düşünmüyorum ama bir huzursuzluk olması için illa vicdan olması gerekmiyor. Açıklanamayan olayların olması insanları huzursuz eder. Yeneroğlu, ölüyü pudralayarak düzeleceğini düşünüyordu. Ölüyü pudralama, burası bitmiş demiştim. Ben AKP içindeki depremlerin devam edeceğini düşünüyorum.
Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’na ne kadar şans tanıyorsunuz?
Sonuçta antidemokratik yasaları desteklemiş insanların çözüm olacağına inanmıyorum. Davutoğlu döneminde çözüm süreci bitti, kıyametler koptu, neler yaşandı, sesi çıkmadı. En çok eleştirmesi gereken zamanda Erdoğan’la Konya mitingine katıldı. Babacan ise ekonomi konusunda bilgili ama ülkedeki hak ihlalleri, insan hakları sorunlarında ne kadar bilgili belirsiz. Ne getirir bilemiyorum. Çok ürkek bir şekilde ilerleyen bir hareket. Bu insanlar böyle nasıl çözüm üreteceklereler. Dünkü bir sürü yanlışa onay verenler bize çare olmazlar.
Peki, erken seçim?
Bir erken seçim olacağına inanmıyorum. Çünkü Erdoğan yeni bir seçimde kaybedeceğini çok iyi biliyor. İstanbul seçimleri gibi olacaktır. Şu an Barış Pınarı Harekatı’yla oylarında bir kıpırdanma olduğu da bir gerçek ama bu uzun süreli olmaz. Olay seçime geldiğinde, duygusallıktan uzaklaşıldığında toplum “dur bakalım” der. 2021 de dâhil bir seçim beklemiyorum. Gerçekten Erdoğan için erken seçimin hiçbir anlamı yok. Onun hiçbir kazancı yok.
Az önce “depremler sürecek” dediniz.
Huzursuzluk sürecek. Gidecek insan sayısı az olur. Karnı ağrıyan ama gitmeyen insanlar artacaktır. Bunu kastetmiştim.
Peki, bu “karın ağrıları” Türkiye siyasetini nasıl etkiler, nasıl şekillendirir?
AKP’nin iyice zayıflamasına, milliyetçi cephenin zayıflamasına ve yeni varyasyonların ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktır. Kürt meselesinde de bu çatışmacı yaklaşımlar uzun süre devam ettirilemeyecek. Soylu politikalarının normal olduğunu düşünebilir misiniz? Böyle bir çağda Kürt meselesinin Soylu politikalarıyla halledilebileceğini düşünmek mümkün mü? Bunu Fetret Dönemi olarak görüyorum. Bir süre sonra geçecek. Çünkü eşyanın tabiatına aykırı… AKP’ye başka bir alternatif olmadığından lanet ederek oy verenler sayısı az değil. Bunlar daha çok artacaktır. Bu toplum huzursuzluktan yoruldu…
Aslında Türkler ne kadar müreffeh, ferah bir hayat istiyorsa Kürtler de istiyor. Diyarbakır’ın bir kısmı daha modern bir kısmı daha kimlikçidir. Kimlikçi olmayan yerde insanlar, tek dertlerinin kimlik olmadığını daha modern, müreffeh, çocuğu en iyi okullara gitsin istediklerini, çatışma istemediklerini söylüyor. Bunları söylüyor ama Kürt kimliğimden vazgeçerim de demiyor. Sadece tek derdi bu değil. Bunu da Kürt partilerinin, HDP’nin iyi anlaması gerekiyor. Batı’ya gelen Kürtlerin bir kısmı dejenere oluyor açıkçası. Şöyle diyor; “Niye kavga edeyim, niye Kürtçe konuşayım.” Böyle bir hava oluşabiliyor. Bizim parti olarak yeni Türkiye’ye uygun politikalar üretmemiz gerekiyor. Türk seçmen de Kürt seçmen de baskıcı politikaları uzun süre kabul etmez. Her iki seçmende yalanları uzun süre kabul etmez. Kürt meselesinde Kürtlerin ne istediği önemlidir. Kürtler, modern bir hayat içerisine kimliklerinden koparılmadan yaşayacakları bir hayatı özlüyor. Bölünme, parçalanma peşinde koşmuyor. Birlikte eşit bir yaşam sürmek istiyor. Fakat bu politikalar bunun aksini körüklüyor. Türkiye, siyasetinin HDP’nin de bunu anlamamız lazım. HDP olarak da bize biçilen tuzağa düşmememiz gerektiğini düşünüyorum.