• ANA SAYFA
  • GÜNDEM
  • YAZARLAR
  • DÜNYA
  • POLİTİKA
  • EKONOMİ
  • RÖPORTAJ
  • SPOR
  • ZULÜM GÜNLÜĞÜ
  • VİDEO HABERLER
  • DİĞER
    • UZAK DOĞU
    • AVRASYA
    • AVRUPA
    • AMERİKA
    • AİLEM
    • TEKNOLOJİ
    • KONUK YORUM
No Result
View All Result
  • ANA SAYFA
  • GÜNDEM
  • YAZARLAR
  • DÜNYA
  • POLİTİKA
  • EKONOMİ
  • RÖPORTAJ
  • SPOR
  • ZULÜM GÜNLÜĞÜ
  • VİDEO HABERLER
  • DİĞER
    • UZAK DOĞU
    • AVRASYA
    • AVRUPA
    • AMERİKA
    • AİLEM
    • TEKNOLOJİ
    • KONUK YORUM
No Result
View All Result
No Result
View All Result
Home Manşet

Yarın Daha Güzel Doğar

Kasım 25, 2019
in Manşet, YAZARLAR
2
Görüntüleme
Share on FacebookShare on Twitter

BU HABERLER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

İran’dan ABD’ye misilleme: Katar’daki ABD üssünü füzelerle vurdu

Uzanan eller

Çağlayan Adliyesi karıştı: Mehmet Pehlivan’ı savunmak isteyen avukatlara polis engeli

İskandinavya’da gün batımı…
Bir gün daha geride kaldı. Gece, bütün varlıkların üzerine usulca siyah şalını örtüyor.
Ruhlarda derin bir burkuntu…
Bu demlerde bütün varlıkların tek arzusu yeniden güneşe kavuşabilmek…
Onun için uzun bir gece yolculuğu gerekiyor.
Kuzey ülkelerinde bu mevsimde havalar hep sisli bulutlu…
Güneş, gündüzleri de görünmüyor.
Ercüment Ekrem “Gün Batarken” romanına oğlu Muvakkar Ekrem’e yazdığı ibret dolu bir mektupla başlıyor…
“Sen doğduğun vakit oğlum, Nüfus sicilinde kayıtlı bulunmakla gurur duyduğun bu Devlet-i Muazzama’nın hudutları Adriyatik Denizi’nden Basra Körfezine uzanıyordu…
Bir gün… Nasıl ve niçin olduğunu tarihlerde okursun… Meşrutiyet ilân ettik.
Yine bir gün, âlemi kana boyayan, ateşe yakan, yaman bir muharebeye, beşeriyyeti zebun düşüren meş’um bir savaşa sürüklendik…
Şu nâçiz eser, baskıya verildiği zaman, fezay-ı beşeriyeti altı buçuk asırdan beri aydınlatan muhteşem güneş gurûb ediyordu.
Allah azîmü’ş-şandır!.. Yine parlak bir gün doğacağına ve senin o günleri göreceğine imanım var oğlum!”
Gün Batıyor romanı, Osmanlı güneşinin gurubunu anlatıyor.
1900’lü yılların hicran dolu günlerini…
Vefasızlığın ve vahşetin bu kadarından milletçe ürperdiğimiz, hayret ve dehşetten dona kaldığımız günleri.
Dünkü bahçelerimizdeki çiçeklerin zehir saçtığı, “dostların düşmanlarla barışıp” gittiği, umutların bir bir söndüğü günleri.
Cihan harbinin sonunda, bütün bir milletin; “Eyvah bunca şehide, bunca acıya rağmen artık her şey bitti” dendiği yılları…
Şairin,
 
Yine hicran dolu günleri andım
Yıllar gözyaşlarına karışıp gitmiş
Ürperdim ve yerimde kalakaldım
Dostlar düşmanlarla barışıp gitmiş” dediği hicran dolu günleri…
Âlem-i İslam’in üzerine koyu bir karanlığın çöktüğü katran dolu geceleri… 
Geçerken ağladım geçtim, dururken ağladım durdum
Duyan yok ses veren yok, bin perişan yurda başvurdum.
Ben Risale-i Nurlarla 1970’lerde tanıştığımda füsunlu ışıklar gibi en karanlık gecelerin bağrından fışkıran Bediüzzaman, Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmet Zahit Kotku, Necip Fazıl ve daha nicelerinin akıp giden yıllar içinde güneşe yolculuğun ihtişamlı destanını o sessiz çığlıkları ile yazmaya çalıştıklarını fark ettim.
Sıradağlar gibi her zaman tipiye, borana meydan okuyan bu fecir süvarileri, sürekli karla-buzla savaşmış ve her mevsim meyve veriyor olmanın sırrını keşfederek, şartlar ne olursa olsun hep gül yetiştirmiş ve gül türküleri söylemişlerdi.
Bulunduğumuz şehirde birkaç arkadaşla, ülkemizde neler olup bittiğine anlam veremesek de karanlığa kandil yakan yüce ruhları yakından takip etmeye çalışıyorduk.
Ama o günlerde en güçlü ışık İzmir taraflarında parlıyor, İzmir camilerinden, minare gölgelerinden gelen bir ses, gür ormanların uğultusu gibi yüreğimize doluyor, güneşin doğuşu öncesi güçlü bir ışık Anadolu afakını aydınlatıyordu.
Işığı yakından görmekti muradımız.
O günlerde öyle bir yolculuğa muktedir değildim.
O vakitler, rahmetli babamdan beş lira harçlık alabilmek için, yazın sıcağında atların çektiği saman arabasının peşinden saman tozlarını yutarak saatlerce gitmek zorunda kalan fakir bir köy çocuğu idim.
Sanırım 1973 yılıydı…
Bir cuma günü güneşin doğuşunu beklemeden iki kafadar düştük Ege’nin yollarına…
Küçük bir caminin kürsüsünde konuşurken gördüm onu ilkin. İlk duyduğum sözler; “Analar anası Hazreti Aişe Anam” oldu. Sanırım İfk(iftira) hadisesini anlatıyordu.
Sanki yüz yıl geçti aradan fakat öylesine aşkla yaşandı ki her şey, bu yüzden öyle berrak ve dün gibi gözümün önünde. Asrımızı aydınlatan güneş, mânâ âleminde gördüğü hakikate, bütün benliğini hiçe sayarak gözyaşları içinde çırpınarak çağırıyordu bizi.
İnsanlığın kaderini değiştirecek bir hakikate koşmaya çağrıydı bu. “Gördüğümü görmekle uğraşıp ateşlere yanarak zaman kaybetmeyin, ben yandım, hepiniz adına yandım, siz koşun!” diyordu.
Gözlerim, küçük çocukların gözleri gibi hayretten iri iri açıldı.
Ağlıyordum…
Ömrümde ilk defa bir camide ağlıyordum. Hem de hıçkıra hıçkıra… Ama ağlayan sadece ben değildim, koca koca profesörler, hâkimler, öğretmenler, öğrenciler, işçiler… Hasılı her kesimden insan çocuklar gibi ağlıyordu.
Şimdi geçmişe bakarken o günleri günün saltanatlı saatlerine, fecirlere benzetiyorum. Nereden geldiğini bilmediğiniz ama hissettiğiniz bir geleceğin, kader olan bir geleceğin, bir talihin acılarla, yaralarla, dikenlerle yürünen saltanatlı yoluna. Çoğu zaman endişe verici olsa da yalnız yürümediğinizi bilmenin, dahası kendi adınıza yürümediğinizi bilmenin tesellisi oldu hep.
Aşağı yukarı böyle başlamıştı geçmişi kadar geleceği de uzun yürüyüş…
Nice âlimler, hatipler dinlemiştim ama bu ses başkaydı…
O gün bugün hayallerim, düşlerim, sevdalarım değişti.
Onun bakışlarında bütün bir insanlığa yetecek güneşi gördüm. Yaşamak değil yaşatmak idealiydi onunkisi. Onun için o günleri bir ömre bedel bilirim.
Ege’nin camilerinden yükselen bu seslerle diriliş türküleri küresel bir besteye dönüşmüş ve ufuklar birbirine sevgiyle seslenmeye başlamıştı.
Önce Anadolu sonra bütün bir dünya o ölümsüz bestelerle coştu.
Gencecik delikanlılar o besteler eşliğinde düştüler yollara…
Ellerinde, dünyalarını sığdırdıkları birer bavul, arkalarında ayrılığın acıları…
Gün Batarken romanındaki Estekzade sokağından kopan kahramanlar gibi  doğup büyüdükleri toprakları, bakıma muhtaç yaşlı anne ve babalarını yaşlı gözlerle bırakmışlardı geride.
Bu yiğitleri, Boğazın büyülü güzelliklerini bırakıp, Asya steplerine, Afrika çöllerine düşüren neydi?
Gelinliğini bile giymeden, genç ecelerimizi yollara düşüren sevda neydi?
Neden gittiler?
Hayalleri, aşkları, sevdaları yok muydu?
Bu nasıl bir sevda ateşiydi, nasıl tutuşmuştu?
Simurg kuşları gibi dönüşü olmayan kızıl ufuklara kanat çırpmışlardı.
“Evet, candan-canandan geçmiş bu yiğitler ne kendilerine takıldı, ne de önlerini kesen engeller karşısında dize geldiler; yüreklerinde renk atmayan tek sevda Hak rızası ve Hakk’a vuslat arzusu ile yürüdüler dünyanın en ücra köşelerine. Onlar yürüdü; yollar övündü, ruhaniler sevindi ve tabii bütün şeytanlar da dövündü… 
Yürüdüler ne atları vardı, ne arabaları, ne silahları vardı, ne de cephaneleri. Güç kaynakları, sinelerinde her zaman mağmalar gibi köpürüp duran o müthiş iman ve heyecan, ufuklarında insanlığın mutluluğu ve tabii rıza ve rıdvan; bahtları sahabe ve havari bahtına eş; iffet ve ismetleriyle de ruhanilerle kardeş haline geldi ve destansı birer konu, solmayan birer hatıra oldular.”
Bu aydınlık ruhlar sayesinde kupkuru çöller İrem Bağları’na döndü. Mazlum milletlerin afakana bir şafak aydınlığı gibi doğdular.
Onların çocukları gurbetlerde, hizmet onların sırtlarında büyüdü.
Ama ne oldu ise bir anda o meşum hadise oldu.
Kendi ülkelerinde hor görüldüler, dövüldüler, işkence gördüler, sürüldüler, terörist ilan edildiler, hapse atıldılar, ülkelerinden kaçmak zorunda bırakıldılar, can verdiler…
Kendi ülkelerinde gün ortasında karanlıkta kaldılar.
İskandinavya’da yine bir gün batımı…
Gün Batarken’deki Yüzbaşı Hulki Bey gibi guruba bakıyorum.
Gece, bütün varlıkların üzerine usulca siyah şalını örtüyor.
Yüzbaşı Haluk Bey gibi hüzünleniyorum.
Ufukta son ışıklar da bütün bütün kaybolunca, gönlüne büyük bir ümitsizlik ve pişmanlık dolan ve mukaddes vatanın vakitsiz gurubunu düşünerek hüngür hüngür ağlayan Haluk Bey gibi…
Anam yok ki “oğlum niye ağlıyorsun?” desin.
Ama Yüzbaşı Haluk Beyin var.
Annesi Sadberg Hanım seccadenin üzerinden kalkıyor ve elinde tesbihi ile balkon kapısında görünüyor. Oğlunu ağlıyor görünce şefkatle soruyor:
“Ne ağlıyorsun oğlum?”
“Günün batışı hüznüme dokundu da…”
“İlâhî çocuk! Bugün battıysa yarın daha güzel doğar.”
haruntokak@gmail.com
PAYLAŞTweet
ÖNCEKİ HABER

Kültürel soykırımın kanıtı: Çin’in Uygur Türklerini tuttuğu kamplara ilişkin yeni gizli belgeler

SONRAKİ HABER

BİR GARİP ÖĞRETMENLER GÜNÜ

BENZER HABERLER

İran’dan ABD’ye misilleme: Katar’daki ABD üssünü füzelerle vurdu
Dış Haberler

İran’dan ABD’ye misilleme: Katar’daki ABD üssünü füzelerle vurdu

Haziran 23, 2025
Sırlı zarf!
Manşet

Uzanan eller

Haziran 23, 2025
Çağlayan Adliyesi karıştı: Mehmet Pehlivan’ı savunmak isteyen avukatlara polis engeli
Gündem

Çağlayan Adliyesi karıştı: Mehmet Pehlivan’ı savunmak isteyen avukatlara polis engeli

Haziran 23, 2025
HRS’nin bisiklet eylemi Almanya’da devam ediyor: Gönüllüler Türkiye’deki hukuksuzlukları anlatacak
Manşet

Erzurum’da tutuklu Mahsum Yüksekbağ’a işkence: Beyin hastası mahpusa kelepçeli anjiyo dayatması

Haziran 23, 2025
HRS’nin bisiklet eylemi Almanya’da devam ediyor: Gönüllüler Türkiye’deki hukuksuzlukları anlatacak
Manşet

HRS’nin bisiklet eylemi Almanya’da devam ediyor: Gönüllüler Türkiye’deki hukuksuzlukları anlatacak

Haziran 23, 2025
Kazakistan’da acı gün:Eğitim Gönüllüsü Cenker Tekin Almatı’da vefat etti
Manşet

Kazakistan’da acı gün:Eğitim Gönüllüsü Cenker Tekin Almatı’da vefat etti

Haziran 22, 2025

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    • All
    • Manşet
    İran’dan ABD’ye misilleme: Katar’daki ABD üssünü füzelerle vurdu
    Dış Haberler

    İran’dan ABD’ye misilleme: Katar’daki ABD üssünü füzelerle vurdu

    by zmnaus
    Haziran 23, 2025
    0

    ABD’nin İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislerini bombalamasının ardından İran’da misilleme olarak Katar’daki ABD üssünü füzelerle vurdu. İran, ‘Büyük...

    Sırlı zarf!

    Uzanan eller

    Haziran 23, 2025
    Çağlayan Adliyesi karıştı: Mehmet Pehlivan’ı savunmak isteyen avukatlara polis engeli

    Çağlayan Adliyesi karıştı: Mehmet Pehlivan’ı savunmak isteyen avukatlara polis engeli

    Haziran 23, 2025
    HRS’nin bisiklet eylemi Almanya’da devam ediyor: Gönüllüler Türkiye’deki hukuksuzlukları anlatacak

    Erzurum’da tutuklu Mahsum Yüksekbağ’a işkence: Beyin hastası mahpusa kelepçeli anjiyo dayatması

    Haziran 23, 2025
    HRS’nin bisiklet eylemi Almanya’da devam ediyor: Gönüllüler Türkiye’deki hukuksuzlukları anlatacak

    HRS’nin bisiklet eylemi Almanya’da devam ediyor: Gönüllüler Türkiye’deki hukuksuzlukları anlatacak

    Haziran 23, 2025
    Kazakistan’da acı gün:Eğitim Gönüllüsü Cenker Tekin Almatı’da vefat etti

    Kazakistan’da acı gün:Eğitim Gönüllüsü Cenker Tekin Almatı’da vefat etti

    Haziran 22, 2025

    İLETİŞİM

    info@zamanaustralia.com.au australiazaman@hotmail.com

    Sydney Ofisi telefonu

    +61 02 96496006

    27 Queen Street Auburn NSW 2144 Australia

    AVUSTRALYA REHBERİ

     

      • Yurtdışında yaşam şartları ve göçmen alan 8 ülke
      • Ücretsiz tercüme hizmetinden nasıl faydalanabilirim?
      • Avustralya Hakkında Genel Bilgi
      • Avustralya’daki Kutsal Kaya: Uluru
    • ANA SAYFA
    • GÜNDEM
    • YAZARLAR
    • DÜNYA
    • POLİTİKA
    • EKONOMİ
    • RÖPORTAJ
    • SPOR
    • ZULÜM GÜNLÜĞÜ
    • VİDEO HABERLER
    • DİĞER

    Welcome Back!

    Login to your account below

    Forgotten Password?

    Retrieve your password

    Please enter your username or email address to reset your password.

    Log In

    Add New Playlist

    No Result
    View All Result
    • ANA SAYFA
    • GÜNDEM
    • YAZARLAR
    • DÜNYA
    • POLİTİKA
    • EKONOMİ
    • RÖPORTAJ
    • SPOR
    • ZULÜM GÜNLÜĞÜ
    • VİDEO HABERLER
    • DİĞER
      • UZAK DOĞU
      • AVRASYA
      • AVRUPA
      • AMERİKA
      • AİLEM
      • TEKNOLOJİ
      • KONUK YORUM