Bugünlerde, yaşanan felâket sebebi ile herkes ağır bir travma yaşıyor.
İnsanlar her zamankinden daha fazla konuşuyorlar, rahatsız değilim-değiliz, tabiki konuşacaklar.
Fakat, devrin hastalığı hepimize sirâyet etmiş gibi görünüyor, eleştiriler, atf-ı cürümler, su-i zan, gıybet almış başını gidiyor.
Cemaatimiz hiç olmadığı kadar kargaşa içerisinde görünüyor.
Hepimiz zükkâm olmuş haldeyiz, üzüntüm bu.
Husûsi konum ise dozajı ayarlanamayan akılcılık dayatması.
Evet, üzerinde durmak istediğim konu, sanki hepimiz
- olmadık duâya âmîn diyen,
- ütopyalar peşinde koşan,
- hayaller dünyasında yaşayan,
- gerçeklik ve aklı unutan, insanlarmışız gibi,
yapılan eleştirilerin üzerine binâ edildiği akıl–akılcılık dayatması.
İrrasyonellik izâfesi, göndermesi.
Rasyonalizm kabaca, her şeyi akılla ölçüp, akılla değerlendirmek, varlığı, yahut her olguyu akılla irdelemek, incelemektir.
Rasyonalistlere göre dünyâda neredeyse akıldan başka gerçek yoktur, her şey eninde sonunda aklın ölçülerine, aklî olmaya dayanır, akıl kabul ederse vardır, kabul etmezse yoktur, maddecilik gibi bir şey, görüyorsan vardır, görmüyorsan yoktur.
Bence, salt aklîlik-akılcılık birâzda maddenin-maddeciliğin sert kalıplarıyla çepeçevre kuşatılmış, esir alınmış durumdadır ve aklın mânâ-mânevî boyutunu görememektedir.
Aslında rasyonalizm, materyalizm ve ateizm birbirini tetiklemektedir.
Her şeye akıl adesesinden bakıp akledebildiğin kadarını kabûl etmek, akledemediğini, aklını aşkın şeyleri ise inkâr etmek, ne kadar sakîl ve insân için izzet kırıcı bir durum.
Halbuki, kendilerince aklını kullanabilenler “üstün varlık” oldukları zehâbıyla etrâflarını beğenmeyerek, kibirli tavırlarıyla göze batmaktadırlar.
Ne büyük bir tezât.
Pozitif ilimlerle izah edilemeyen, fizik alemde görülemeyen, akılla ihâta edilemeyen her olguyu inkâr sıhhatli bir rûh haleti değildir.
Akıl adına birşeyleri reddederken, tek başına aklı kutsamak ise aklın bir oyunu olsa gerek, çünkü fizik alemde aklın da karşılığı yoktur.
Akledebilenler, akletmediğini düşündüklerine aklîlik-akılcılık üzerinden baskı kurarak onları bilerek ya da bilmeyerek cehâlet ile ithâm etmektedirler.
Bazen okumuş, üflemiş, titr elde etmiş, akademik kariyer yapmış kimseler, bazen de herhangi bir titri, akademik kariyeri olmayan, fakat kendini âkil zanneden kimseler başkaları üzerinde “akıl” yada “akıllarını kullanamamak ithâmı” ile büyüklük taslamaktadırlar.
Bunu hep eleştirerek, yol göstererek yaparlar, iş tarif ederler, doğru dâima kendilerine aittir, başkaları yol bilmez, iz bilmez, onlar olmasa, herkes yolda kalır, kendilerince herkes onlara muhtaçtır.
Neredeyse egosantirizma sınırlarında gezmektedirler.
Aslına bakılırsa bunlar sadece görebildikleri kadar, maddi gerçeklerle sınırlı bilirler, göremedikleri, mânâya ait gerçekleri kabûl etmedikleri için, asla o ufka açılamazlar-bilemezler, cesedin dar kalıplarında kalıp, kalb ve rûhun geniş alemine seyahatle, hakiki insanlık burcuna yükselmeye muvaffak olamazlar.
Yazık ! halbuki âkil olduklarını zannetmektediler.
Peki nedir akıl ?
Akıl, iyi ve doğruyu, kötü ve yanlıştan ayırt etme aracıdır, Cenâb-ı Hakk, ilâhî bir armağan olarak insana bahsetmiştir, tâbi tuttuğu imtihânda elindeki argümanlarla doğruyu bulması, hakka hakikate yönelmesi için, Rabbimizden ilâhî bir hediyedir akıl.
Aklın araçları ;
Yine Cenab-ı Hakk insana, zekâ, hâfızâ ve her nev’i duyguyu akla yadımcı olarak vermiştir.
a) Zekâ :
Aklın kavrama, tanıma, değerlendirme, bilme aracıdır.
- Sözel – Dilsel Zekâ
- Mantıksal – Matematiksel Zekâ
- Görsel – Mekansal Zekâ
- Bedensel – Kinestetik Zekâ
- Müziksel – Ritmik Zekâ
- Kişisel – İçsel Zekâ
- Kişilerarası – Sosyal Zekâ
- Doğa – Varoluşcu Zekâ
Bununla berâber, bugünkü bilime göre ölçülebilirlik ve kullanım açısından zekâ üç bölüme ayırılır.
IQ, EQ, SQ
IQ : Allah vergisi, Cenâb-ı Hakk’ın her insana belli miktarda ihsân buyurduğu, zekâ katsayısını ifâde ediyor, müstakil olarak geliştirilemez olduğu üzerinde duruluyor.
EQ : duygusal zekâ,olumlu şekillerde duyguları yönetme, etkili iletişim, tepkime aracı,
SQ : ruhsal zekâ, insanın birçok hayatî tecrübeleri neticesinde kazandığı tekâmül neticesinde edindiği “kavram ve şuur genişliği” dir, geliştirilebilir, gelişmesi ile IQ ve EQ’da geliştirilebilir.
SQ = IQ+EQ şekilde formüle edilebilir.
SQ yâni ruhsal zekâ, kul ile sâhibi arasında en önemli köprülerden biridir belkide.
b) Hafızâ : insanın karşılaştığı Her nevi olguyu, bilgiyi depoladığı bir nevi networküdür. Dolayısıyla bu Network olmadan zekânın işleyebilmesi, akla uygun bir araç olarak kullanılabilmesi mümkün olmayabilir.
İnsandan insana kuvvetinde farklılıklar gösterebilir.
c) Hissiyat, duygular :
Sevgi, kaygı, nefret ve benzerleri aklın çok kontrolünde olmayan fakat seçiminde rol oynayan olgulardır. EQ (duygusal zekâ) ile ilgili ilintilidirler.
Bütün bunları bilim söylerken birde halkın kabullerine göz atmak lâzım.
Halk katında akıl türleri,
• eyyamcı akıl, gününü yaşar başka şeyle ilgilenmez
• nemelazımcı akıl, gemisini yürütür etliye-sütlüye karışmaz
• uyuşmacı akıl, uygun bir fikir görürse destekler, uyumludur
• teslimci akıl, uygun bulduğuna tam teslim olur sorgulamaz.
• araştıran akıl, herzaman daha iyinin peşindedir, en iyi için sorgular.
• özgürlükçü akıl, herkesin sorgulamasını ister, araştırır, teslimiyeti reddeder.
• provokatif akıl, teslimiyetçi değildir, başkalarını da peşinden sürüklemek ister
• isyancı akıl, birazda benliği ile en ufak meselelerde dahi baş kaldırır, devamlı yerli-yersiz eleştirir.
• sadece “ben” diyen akıl, kendisinden başkasını beğenmez, illâ ben der, herşeyi bildiği davasındadır.
Anadolu’da güzel bir mesel vardır derler ki, akıl pazarı kurulmuş herkes kendi aklını beğenmiş ve almış.
Evet, herkes kendine göre, dünyadaki en akıllı, en âkil kişidir.
Yani herkes kendisini aklın en ileri seviyesi olan, şimdiye kadar saydığımız bütün akıl türlerini, araçlarını kullanabilen “dehâ” mertebesinde görmektedir.
Bir de akılların bir araya gelerek birliktelik oluşturup, istişâre ile meseleleri çözümlemesi vardır ki ona ortak akıl diyoruz.
Ortak akıl ; bir araya gelen akılların oluşturduğu akıl, ki şimdiye kadar zikrettiğimiz bütün akıllardan daha kuvvetlidir.
Ortalıkta bu kadar akıl, bu kadar dehâ olunca, her dâhi de iddiâlı olunca, elbette Akıllar Çatışması olacak, herkes en akıllı olduğu düşüncesiyle başka akılları beğenmeyecektir.
Peki, akıl mı ? ötesi mi ?
“Allah Allah buda ne demek?” dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Basiret ve firâsetten, ötelerinden bahsediyorum, aklı aşan, irrasyonellik suçlamasına bizleri muhatap eden şeylerden bahsediyorum.
Hocaefendi, “Akıl enson kavrama seviyesi iken, basiret ruhun ilk mertebesidir, zirvesi hikmettir.” der ve devâm eder.
- Düşünmek aklı aşkınsa, basiret düşüncenin çok ötesinde, üzerindedir.
- İlim akılla, irfân basiretle elde edilir.
- Akılda şüphe tereddüt kararsızlık
- Basirette emniyet ve kararlılık vardır
- Akıl gözle, basiret gönülle görmektir.
Evet, akıl şekli görür, basiret ise manayı derînce görür.
Hemen belirtmeliyimki basîret ile, bilinçli öngörü yahut bilinçsiz hissi kabl-el vukû, altıncı his karıştırılmamalıdır. Basiret daha ziyâde mânâ ile bağlı, ilâhî te’yidâtlıdır.
Basîret “Kalb gözünün açıklığı, idrâk genişliği, daha başlangıçta iken neticeyi görüp-sezme ve yarınları bugünle beraber değerlendirebilme melekesi” olarak tarif edilmiştir.
Bir adım yada birkaç adım sonrası firâsettir.
Sezme, anlama mânâlarına gelen firâset ise, idrâkin iz’ânlaşması ve basîretin daha da derinleşmesi demektir.
Mü’min firâsetle muttasıftır.
Bir başka açıdan akılın ötesindeki sıralama şu şekilde ortaya konulabilir.
- Şuur (aklı kullanma yetisi)
- Basîret
- Fark (varlığın mahiyetini derûnunu kavrama yetisi)
- Firâset
- İlhâm (Rabbimizin hak dostlarına en doğru yolu bizzat kendisinin ihsân buyurması, tâlim etmesi, yönlendirmesi)
- Hikmet, hikmet bir nurdur ki, hak ile batılı ve hayır ile şerri birbirinden tefrik eder. O öyle faydalı bir ilimdir ki, insanı, salih amellerle Cenab- Hakk’a yaklaştırır. O’nun sevgisine ve rızasına mazhar eder. Allah’tan hakkıyla korkup, yasaklarından sakındırır. Zira, “hikmetin başı Allah korkusudur.” (M.Kırkıncı)
Bütün bu güzelliklere kulun kesb gayretinin, Rabbimizce inâyet, kerem ile vehbe, bazende tamamen ikrâmen vehbe evrilmesi neticesinde ulaşılabilir.
Bütün bunlara amel-i sâlih, evrâd-u ezkâr, duâ, mânevî hayât ve ilâhi inayât ile ulaşılabilirken, birde Allâh-u Teâla (azze ve celle) Hazretlerinin sâdece peygamberlere verdiği bir özellik vardır ki gerçekten haddi aşkındır.
Fetânet;
Hocaefendi şöyle ifâde eder “Fetânet tamâmen aşkın peygamberî sıfât….
Fetanet, akılla aklı aşma demektir. Ona, peygamber mantığı da diyebileceğimizi arz etmiştim. Bu mantık; ruh, kalb, his ve letâifi bir araya getirip, mütalâa edilecek şeyi, öyle mütalâa etmenin adıdır.“
Yine devamla, “Peygamber ilhamı ve peygamber mantığıdır, başka değil… O mantık ki, vahyi telakkî edebilecek bir çapta yaratılmıştır. Ve yine o mantık ki, hisse, muhakemeye, kalbe, letâife ve hikemiyât mânâsına felsefeye de açıktır. O, mantık üstü bir mantıktır veya tek kelime ile “Fetânet-i A’zam”dır.” (S.Nûr)
Fetânet dehânın üzerindedir…
Akıl ne kadar derîn bir mesele.
Netice :
Ve fakat, malesef herşeyi bugünkü rasyonel akıl anlayışıyla ölçmeye kalkanlar, bizleri anlayamayacak, ellerindeki adese kifâyetli olmadığı için, mânâya dönenleri ham hayâlcilik, boş ümniye sahibi olmakla ithâm edeceklerdir.
Belki de “insan izzetine yakışmayan inanışlar” diyeceklerdir, fakat herkes inandığını söylemekte serbest.
Son tahlilde, bir de aklın akl-ı mead, akl-ı meaş, akl-ı küll olarak ayrımı vardır ki meseleyi onunla bağlamak istiyorum.
Akl-ı meaş, İnsanın aklını Dünya hayatını kazanmaya yönelik kullanma ameliyesidir.
Akl-ı mead, İnsanın aklını sadece dünya için değil, hem dünyâ ve ağırlıklı olarak ahireti kazanmak için kullanma ameliyesidir.
Akl-ı küll ise, kamil akıldır. Kendi yaradılış gayesini kavramış ve buna uygun hareket eden, Allâh’ın yeryüzündeki halîfesi olan kamil insanın aklıdır.
Bugünkü pozitif addedilen bilim dahi aklın, zekânın sâhibini bir yere kadar taşıyabildiğini, belli bir yerden sonra duygusal zekâ, ruhsal zekâ ile farklı bir boyut ve buuda açıldığını kabul etmektedir. Şu halde gerçekten akıllı insanın işi aklı tek bir boyuttan görerek ona tabi olmak değil, aklı geliştirerek, aşkın kullanmaya çalışmak, basîret, firâset, hikmet buudunu kavrayarak, o ufka ulaşmaya çalışmaktır.
Bütün bunlarla berâber “fetânet ehline” tebâiyet gerekmektedir.
Rasyonalizm ve materyalizme kuşatılmış, sakatlanmış mâlül, salt akıl-akılcılıkla meselelerimizi yarım yamalak çözmeye gayret edip, kafa karışıklığı ile yuvarlanma ihtimâli yerine Rabbimiz, akl-ı küll ile aklı külliyen kavrayıp, kendine dönmeyi bizlere nasîb eylesin.
Hâlâ akletmeyecek misiniz ? diyerek bitirelim.
mansurturgutk@gmail.com