Aralık 2019 tarihli Çağlayan dergisinin başyazısı “Hayatın Gayesi” başlığını taşıyordu.
Bu yazıdan anlamaya çalıştığım ve hissedebildiklerini ifade etmeye gayret edeceğim: Hayatın gayesini anlamayan, herşey bir hayal gibi görenlerden, bir kaos zannedenlerden, bu yüzden bazı filozofların kendilerini Etna Yanardağına atıp intihar eden inançsızların yanında, Alexis Carrel gibi inancı olduğu halde çözüme tam ve doğru bir isabetle yardımcı olacak rehberliklerden mahrum olduğu için “İnsan bu meçhul” diyenlere kadar pek çoklarının üzerinde durduğu bir husus bu…
Hayatın gayesi bilinmezse, insanlar çalkantılar içinde kalır ve inkârın girdaplarında boğulup giderler.
Bu yazıda M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Bediüzzaman Hazretlerinin “Katiyen bil ki: Yaradılışın en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi Allah’a imandır. İnsaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, Allah’a iman içindeki mârifetullahtır.
Cinlerin ve insanların en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ruh-u beşer için en halis sürur ve kalbî insan için en sâfî sevinç, o muhabbetullah içindeki ruhânî lezzettir.” (Yirminci Mektup) sözlerinin bir nevi açılımını gerçekleştirmektedir.
Hocaefendi bu ufka ulaşmak için “ancak ve ancak sistemli bir düşünce ve disiplinli bir aksiyon” gerektiğini söylemektedir. Ayrıca bu aksiyonların daha komplike düşüncelere doğru geniş zaviyelere ulaşıp düşüncelerde de daha büyük PROJELERE dönüşerek devam etmesi için “Kalbin lâhûtî ufkuyla aklın hikmet aydınlık parıltıları arasında bir sürü salih dairelerin yaşanması” gerektiğini hatırlatır.
Bu büyük projeler için de “En muhteşem üstadın, en güçlü rehberin, en bâriz karakteristiğinin de sağlam bir iman, şuurlu bir amelde ENGİN BİR MUR KABE anlayışı olduğunu vurguluyor.
Engin Murakabe anlayışı işe de, hayatın gerçek manasını temâşa imkanını veren câzip hayat cereyanlarının birer RASATHANE’ye dönüşeceği müjdesini veriyor. Böylece batılı bir düşünürün ifade ettiği gibi, sıradan insanlar hayatta bir defa büluğa ererken, bunlar defalarca yeni yeni buluğlara ererler.
Yani Hocaefendinin ifadesiyle “Aksiyonu yeni fikir çileleriyle derinleştirir ve her gün farklı bir doğum sancılarıyla kıvranır durur, kıvranır durur ve ancak ızdırapla zonklayan beyinlerin doğurgan olacağına inanırlar.”
Cenab-ı Hak bize İRADE vermiş. Aslında bu iradeyi, İSTEYİP DİLEMESİNE BİR DAVETÇİ yapmış. Bize düşen bu iradenin hakkını vermektir. Yani madem biz varız ve Allah’ın yarattığı dünyalar dolusu nimetler var “Elbette bu nimetleri devşirme, değerlendirme ve onları başka nimetlerin basamağı haline getirme bize düşmektedir.”
Evet biz insanlar İRADÎ VARLIKLAR olduğumuzu ortaya koyarak: “Bu engin VARLIK ÇAĞLAYANI içinde, kendi yerimizi, kendi sorumluluklarımızı, kainat ve kainat ötesi münasebetlerimizi düşünmek ve RUHÎ MANTIĞIMIZI, varlığın perde arkası değerlerini araştıran bir HİKMET KAYNAĞI haline getirmemizdir. Bunu yaptığımız takdirde kendimizi daha farklı duyacak, daha farklı görecek, daha derin hissedecek, derken bütün VARLIK ve HADİSELERİN DİLİNİN ÇÖZÜLDÜĞÜNE, bize bir şeyler anlattıklarına ve bizimle DİYALOGA geçtiklerine şâhit olacağız.”
Bazıları “Bir damla kan ve bin bir ızdırap” diye hayatın dış yüzüne bakıp böyle bir değerlendirme yapsalar da “Biz kainatın EN ÖNEMLİ BİR AKSESUARI, hatta ruhu, özü, usâresi; topyekün varlık da bu özün bir inkişafı ve inbisatı… Öyle ise, denebilir ki, asıl sorumluluğumuz, konumumuzun gerektirdiği bir açıdan, varlığın bütün satır ve sayfalarını okuyup değerlendirerek, ruhumuzun derinliklerindeki HİKMET AKTİVİTEMİZİ ortaya çıkarmaktır… Çıkarıp ve dış yüzü itibarıyla doğmak-ölmek arasında ızdıraba çekmekten ibaret olan CİSMANÎ YAŞAYIŞIN dağdağalarından sıyrılıp, kalbî ve ruhî hayata vaad edilen MANEVÎ ENGİNLİKLERİDE, tecelli ve zevk avlamaktır.”
Kainattaki daimî faaliyetin sırrı üzerinde dururken Bediüzzaman Hazretleri faaliyette bir lezzetin bulunduğunu, aslında faaliyetin zaten bizzat bir lezzet olduğunu ifade ediyor.
Hocaefendi de “Aslında bu elemli hayatı yaşamaya değer hale getiren de, herhalde bu fani yolculuğun her merhalesinde, ayrı bir NEŞVEYE ulaşmak ve farklı bir lütfa mazhar olsa, gerek. Bunu başarabilen kimseler, her an ayrı bir tecelli ile mest ve sermest; ruhlarının tıpkı bir şiirin, bir musikinin kendi mecrasındaki akışının cezbesiyle pür-heyecan karar noktasına koşması gibi haz yudumlayarak, zevk soluklayarak hep O’na koşarlar.”
Seherlerde Cennetten tatlı bir NESİM salıverilir. Uyanık vicdanlar birer AVCI ve birer GAVVAS’tırlar. “Bizim bu günkü nesilleri böyle bir iman ve anlayışa, böyle bir yorum ve neşveye yükseltecek REHBERLERE ihtiyacımız var GENÇ NESİLLER ancak, bu ufkun erleri arkasında koşarken, gençliklerini de, o gençliğin gaye ve hedefi çizgisinde doya doya yaşayarak… ruhlarının sonsuzla bütünleştiği ufuklarda, fenâ ve zevâli aynı bekâ gibi duyacak… ömürlerinin saniye ve saliselerine cihanların sığabildiği hayretle temâşa edecek… ve herşeyin çehresinde ayrı bir ebediyet televvünü müşahadesiyle ayrı bir bekâya erecek… ve bu hayatın gerçekten yaşamaya değdiğini anlayacaktır ve herşeyin kendi ruh semalarında doğup battığını müşahede ederek, galaksiler arası seyahat ediyor gibi sürekli kendi derinliklerinde, sonsuzun temâşa menfezleri arasında gelip gidecek ve bu fani hayatı pek çok boyutlarıyla birden yaşamaya çalışacaklardır.”
Bu başyazının, tekrar tekrar mütalaa ve müzakeresini ısrarla tavsiye ediyorum.