Rivayetin sıhhatini bilemiyorum ama Hz İsa hakkında darb-ı mesel olmuş bir söz var. Adamın biri Hz İsa’ya ölüyü diriltmekten daha zor şey nedir, demiş. Hz İsa, anlamayana laf anlatmak, buyurmuş.
Bu süreçte yapılan bazı yorumlar basit bir analize tabi tutulduğunda, insanda, ya bu arkadaş yolun kaderi meselesini kavrayamamış veya konuyu başka bir nedenle çarpıtıyor izlenimi oluşturuyor. Meseleyi bu iki şık açısından değerlendirdiğimizde, yolun kaderi kavramını, herşeyi akışına bırakma, geriye yaslanıp olacakları bekleme, dolaysıyla, başa gelen kötülükleri sus ve kabullen şeklinde yorumlayanların, birinci şık içinde olmalarını tercih ederim, çünkü ikinci şık, İslamda eleştiri kültürünün sınırlarını aşmak manasına gelir.
Aslında akademik dünyada eleştirinin çok önemli bir yeri vardır. İnsanı her zaman daha iyisini başarmaya zorlar. Fakat saygın akademisyenler, eleştiri yaparken bile seviyeye büyük önem verirler ve öne sürdükleri argümanı, falanca şöyle diyor ama filanca da böyle diyor, diye savunurlar. İslam kültüründe de eleştirinin kendine has prensipleri varır. Bunlardan en önemlisi seviye denkliğidir. Örneğin, Tabi’inin Sahabeyi, Tebe-i tabi’inin de tabi’ini eleştirmesi edep açısından uygun değildir. Bunun nedeni ise, bu tip eleştirilerde hızını kesemeyen insanlar, yukarı doğru yol aldıkça, şeytan ağızlarına bal çalar, bugün ulemayı eleştiren, yarın tabi’ini, ertesi gün Sahabeyi, sonra Maazallah, Allah Resulünü bile eleştirmeye başlarlar. Bu nedenle eleştiri yapıcı bile olsa, muhatabın ilmi ve manevi seviyesi göz önünde bulundurulmalı ve edep sınırları asla aşılmamalıdır.
Şimdi dönelim yolun kaderi meselesine….
Yolun kaderi nedir?
Yolun kaderi Nuh’un kapı kapı dolaşırken yüzüne tükürükler savrulmasıdır.
Yolun kaderi İsmail’in bıçak altına yatırılmasıdır.
Yolun kaderi Yusuf’un kuyuya atılmasıdır.
Yolun kaderi İsa’nın çarmıha gerilmek istenmesidir.
Yolun kaderi Allah Resulünün boynuna sarık dolanması, mübarek başından aşağıya boğazlanmış bir devenin iç organlarının dökülmesidir.
Yolun kaderi İmam-ı Azam’ın zindanlarda kırbaçlanmasıdır.
Yolun kaderi Bediuzzamanın sürgünden sürgüne, hapisten hapise dolaştırılması ve defalarca zehirlenmesidir.
Evet, zaman ve mekanın sahibi “Bakara suresinde (Ey müminler) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız”, (Kur’an, 2:214) buyuruyor.
Bediuzzaman hazretleri zaman gösterdi ki cennet ucuz değil, cehennem de luzumsuz değil, ifadeleriyle ne demek istiyordu, acaba?
Hoca Efendi, Yunus’un diliyle bu yol uzaktır, menzili çoktur, geçidi yoktur, derin sular var derken, ne anlatmak istiyordu?
Tarih şahittir, bu yola baş koyanlar her zaman çile çekmişlerdir, çilenin büyüğünü de peygamberler çekmiştir. Hatta, en büyük zorluklarla karşılaşan beş peygambere, Cenab-ı Allah Ulu’l Azm ünvanını vererek, onları Kitab-ı mucizu’l beyanında onurlandırmıştır.
Demek ki yolun kaderi budur ve başa gelen çekilecektir.
Fakat bu yorum, zulmün direk muhatabı olmayanlar, yani bir yolunu bulup hicreti gerçekleştirmiş olanlar için, yan gelip yatma, işi oluruna bırakma anlamına gelmez. Tam aksine, yol arkadaşlarının dertleriyle dertlenme, yaralarına merhem olma ve onlara muavenet etmek için şartları olabildiğince zorlama anlamına gelir.
Bunun büyük bir imtihan olduğunu akıllardan hiçbir zaman çıkarmamak gerekir. Evet, mazlum ve mağdurlar sabır ile imtihan olurken, selamette olanlar da mal, mülk, samimiyet ve sebat ile imtihan oluyorlar. Dolayısıyla, bu imtihanı başarıyla tamamlamak isteyenler, vakitlerini masa başında kahvelerini yudumlayıp, bir yandan da sosyal medyada onu bunu çekiştirerek harcamamalı.
Vefanın gereğidir ki, mağdurların derdine nasıl derman olurum mülahazasıyla uykular kaçmalı, şakaklar zonklamalı, yürekler inlemelidir.
Herkes fıtratının gereğini yapar. Son çıkarılan infaz yasasından da anlaşıldığı gibi zalimler zulümlerinde ısrar edecek, edecekler ki mazlumun ahı Gayretullah’ı harekete geçirsin.
Bu noktada “ne zaman” diyenlere, yukarıdaki geçen ayetin devamıyla cevap verelim, “onlara yoksulluk ve sıkıntı öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki nihayet peygamber ve beraberindeki müminler Allahın yardımı ne zaman gelecek demişlerdi. İyi bilin ki, Allahın yardımı yakındır” (Kur’an, 2-214).
Burada bizlere düşen, dinen de caiz olmayan, Allah’ın yakın dediği zamana vakit tayin etmekten, yani fal bakmaktan kaçınmaktır. Çünkü bu ve benzeri yorumlar, nusretin tehir edilmesine, yani ertelenmesine neden olabilir.
Evet, hiç şüpheniz olmasın, Allahın yardımı gelecek…yeter ki biz önünde set oluşturmayalım.
Birlik ve beraberlik içinde hareket edelim.
Bu kısa analizimizi Akif’in sözleriyle bitirelim “girmeden tefrika bir millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”
omeratillaergi@yepyeni.zamanaustralia.com