Yuva, neslin devamını sağlayan bir mekandır. Efendimiz (sav), “Mü’minin yuvası, cennetin bir köşesidir.” buyurmuşlardır. Âile, ‘çekirdekten meyveye’ benzetmesi ile ifâde edilmiş, âile bir ağacın çekirdeğine, çocuklar da o ağacın meyveleri olarak değerlendirilmiştir.
Nisa sûresi 1. âyette Cenâb-ı Hakk; “Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden de birçok kadınlar ve erkekler türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının..”
Mü’minun sûresi 12-16 arası âyetlerde ise;
”Şu bir gerçektir ki Biz insanı süzme çamurdan yaratırız.Sonra onu nutfe (sperm) halinde sağlam bir yere yerleştiririz. Sonra nutfeyi (rahim cidarına) yapışan bir hücreye, bunu da mudgaya, yani birçiğnem et görünümündeki varlığa, mudgayı kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip, derken yeni bir yaratılışa mazhar ederiz. İşte bak da Allah’ın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün! Ve bütün bunlardan sonra, siz ey insanlar, ölürsünüz. Sonra büyük duruşma (kıyamet) günü diriltilirsiniz.“ buyurmaktadır.
Âile, aynı zamanda bir mekteptir. Baba o mektepte idâreci, anne de muallime olarak vazîfe yapar. O mektebin talebeleri ise, birinci derecede kendi çocuklarıdır. Âile, henüz çocukları yokken, yaratılış gâyelerine uygun kendilerini çok iyi yetiştirmelidirler. Âile reisi olarak baba, evvelâ kendisi çok iyi okumalı, çok iyi tanımalıdır. Sağlıklı bir yuvanın sağlıklı fertlerden oluşacağı unutulmamalıdır.
Âlak sûresi 1-5 arası âyetlerde Allah (cc);
”Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı (rahim cidarına) yapışan bir hücreden yaratan. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretendir.“ buyurmaktadır.
Âile fertlerinin birbirine karşı duydukları saygı ve sevgi; herşeyi yoktan yaratıp, insanın emrine veren, kullarına karşı şefkat ve merhameti sonsuz olan Allah’a saygının gereğidir. Karı-koca birbirlerine evvelâ Allah’ın emâneti, sonra da onları binbir zahmetle yetiştiren, istikbâle hazırlayan anne ve babalarını emânetidirler.
Yuvayı kurarken hem kadın hem erkek için, cennete kadar beraber olma duygu ve düşüncesi, hayırlı evlatlar yetiştirme ideali olmalıdır. Bunun için her iki taraf eş seçimini baştan iyi yaparlarsa, âhiret inancına bağlı temel dinamikler kavranarak kurulan yuvalar; -biiznillah- hem dünyada mutluluk ve huzuru, hem de âhiret saâdetini, en önemlisi Allah’ın rızâsını kazanmaya vesile olmuş olurlar.
Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde: “Evleniniz, çoğalınız, çünkü ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim.” buyurmuştur. (Beyhakî)
Yine Allah Rasûlü (sav); “Kadın dört şeyi, yani malı, güzelliği, soy-sopu ve dindeki kemâli için nikâhlanır. Siz dindâr olanını tercih ediniz ki, elleriniz hayır görsün!..” (Buhârî, Müslim) tavsiyesinde bulunmaktadır. Bu diğerleri olmasın demek değildir. Evliliğe, neticesi ve mes’uliyeti düşünülerek karar verilmelidir. Evlilik aynı zamanda bir sorumluluk ve mes’uliyettir.
Allah’ın emâneti olan yavruları; îmanlı, ahlaklı, faziletli, topluma ve insanlığa faydalı, dünya barışına katkıda bulunacak şekilde yetiştirmek gerekir. Yuvayı kuracak âile fertlerinin maddî ve mânevî küfüv olması ihmal edilmemeli ve eşlerin birbirlerini çok iyi tanımalıdırlar. Beraber yapılacak ilim ve irfan sohbetleriyle eksik ve kusurlar telafi edilmeli, fertler birbirlerine âhirette hesap verme duygu ve düşüncesine göre muâmelede bulunmalıdırlar.
Âile problemlerinde karı ve kocaların hissî olmamaları, akıl, mantık ve irâdelerini hislerinin önüne geçirmeleri, birbirlerine ve çoçuklara karşı merhamet, tatlı dil ve güleryüz esas olmalıdır.
Dildir insanı kıymetlendiren veya küçülten. İnsan dil ile helâk olur veya saâdet bulur. Onun için dili iyi kullanmalı! “Ya hayır konuş, ya da sukût et!” (Buhâri) buyuran Efendimiz’in beyânına göre hareket edilmelidir.
Kadın ve erkek bir vâhidin iki yüzüdür. Onlar iki ayrı cesettirler, ama tek bir ruh gibidirler. Kadın bir anadır. Onun makâmına kimse yükselemez. Kâinatın yaratılış vesilesi Efendimiz (sav)’in de annesinin bir kadın olduğunu unutmamak gerekir.
Efendimiz (sav): “Cennet anaların ayakları altındadır.” buyuruyor.(Nesâi)
Lokman sûresi 14. âyette Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:
“Biz insana, anne ve babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer.İnsana buyurduk ki: “Hem Bana, hem de anne ve babana şükret, unutma ki sonunda Bana döneceksiniz.„
İsrâ sûresi 23 ve 24. âyetlerde de Yüce Rabbimiz:
“Rabbin şöyle buyurdu: Allah’tan başkasına ibâdet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin.Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten yüksünme, “öff!” bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle. Şefkatle, tevazu ile onlara kol kanat ger ve şöyle dua et: “Ya Rabbî, onlar küçüklüğümde nasıl beni ihtimamla yetiştirdilerse, ona mükâfat olarak Sen de onlara merhamet buyur!„ buyurmaktadır.
Bir Hak sevdalısının 90 yaşındaki annesi, onu dizine yatırır, saçını sakalını tarar, arada bir de öper. Bir gün, ‘Anne ben 70 yaşında torunları olan bir dedeyim, sen ise hâlâ beni bir çocuk gibi seviyorsun!’ deyince; Ana; ‘Sen ne çabuk büyüdün!’ der ve bir tokat atar.
Yine bir başka insan ise, annesi felç olmuş, yedi yıl yatmıştı. Fakat bu süre içerisinde annesini memnun edemeyip, onu kırarak üzmüştü. Daha sonra ise bu insanın kendisi felç oldu ve yedi yıl, annesinin yattığı aynı yerde yattı. Ve ibretlik şu sözü söyledi: „Ben, annemin bedduasını aldım!“
‘Ana başa tâc imiş,
Her derde ilâç imiş.
Bir evlat pîr (padişah) de olsa,
Anaya muhtâç imiş.’
Evet, analarımız; başımızın tâcı, dertlerimizin ilâcıdır. Anneler günü münasebetiyle, 40 yıldır duâsından mahrum kaldığım anneme ve bütün annelere Rahmet-i Sonsuz’dan mağfiret ve hayırlı uzun ömürler diliyor, hapishanelerde tahammülü zor şartlar altında bulunan annelere en kısa zamanda hürriyetlerini kazanmaları adına duâ ediyorum.