Prof. Dr. Suat Yıldırım
Ali Bayram’ın irtihalinden sonra onun şahsiyetini, millî ve içtimaî hizmetlerini dile getiren arkadaşlar oldu. Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan, Harun Tokak, Orhan Keskin gibi. Onlara teşekkür ediyorum. Ben de bu yazımda onun özellikle ilmî yönü üzerinde durmak istiyorum. Fedakâr, görgülü bir hanım olan annesi ile dindar, irfan ehli babası Seyfettin Efendi onu, küçük yaşta hafızlık kursuna vererek, Kur’an hamelesi rütbesine yükselttiler. Böylece aklını ve hafızasını faniyatla doldurmadan önce Rabbülâlemin’in bütün insanlığa gönderdiği altı yüz sayfalık rehberin nûruyla, kalbinin ve aklının parlamasına vesile oldular. Kendisi ile eşi Azime hanım da, bu nimetin şükrünü ifa etmek için, ilk evlatları Sümeyra’nın da hafızlığına vesile oldular. Köy ilkokulundan sonra, dinî ilimleri öğrenme kulvarına girdi. Hafızasındaki Kur’an’ın mânalarını da öğrenmek için, özel olarak Arapça öğrenimine yönlendirildi.
Erzurum’da Kurşunlu cami ve benzeri medreselerde Emsile, Bina, Maksut, Avamil, İzhar, Kâfiye, fıkıh dersleri aldı. Ufku geniş olduğundan, bu formasyonununa işlev kazandırma düşüncesiyle, devam etmeksizin ortaokul ve lise bitirme imtihanlarına girerek lise diploması kazandı.
Türkiye’nin Doğusunda ilk üniversite 1957’de Erzurum’da açıldı. İstanbul’un ender yetiştirdiği bir bibliyograf, bir kitap uzmanı Seyfettin Özege vardı. İsmail Saip Sencer gibi evlilik yapmayıp kitaplarla evlenen bu zat, kırk yıl boyunca seçerek topladığı kırk bin civarındaki koleksiyonunu 1961’de Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne bağışladı. Gayesi, öyle anlaşılıyor ki Doğudaki tek üniversiteyi bilimsel yönden desteklemekti. Bu zatın hedefi, matbaanın girmesinden itibaren 1729’dan başlayarak, özellikle eski harflerle ne kadar periyodik (süreli yayın) varsa onları toplama idi. Bu seçkin koleksiyonu bağışlarken başlıca şartı, makul bir sürede koleksiyon için bilimsel bir kataloğun hazırlanması idi. Fakat Üniversite Osmanlıca ve Arapça’ya vakıf uzman bulmadığından bu iş sürüncemede kalmış, neredeyse unutulmuştu.
1960’lı yılların sonunda Ali Bayram ile kendisi gibi özel öğrenim yapmış ders arkadaşı M. Sadi Çöğenli, Seyfettin Özege Kütüphanesine uzman memur olarak giriyorlar. Bu iki müstesna kabiliyet burada büyük gayret gösterdiler. On senede yapılamayan katalog hazırlığını, bir-iki senede yoluna koydular. Bağış şartını yerine getirmeyen Üniversite’yi mahkemeye vererek koleksiyonunu geri almayı düşünmeye başlayan Sayın S. Özege’yi İstanbul’da ziyaret ederek onunla şahsî irtibat kuran bu sempatik ve güven veren uzmanlar, onun gönlünü kazandılar. Daha sonra onların çalışmasından da yararlanan Seyfettin Özege “Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu”nu, altı cilt halinde yayınladı.
Ali Bayram Üniversite Özege kütüphanesinde uzman olarak çalışırken o yıllarda açılan İslamî İlimler Fakültesi’ni kazanıp öğrenci olarak devam ettikten sonra 1970’li yılların sonunda mezun oldu. O sıralarda Erzurum’da başlayan Hizmet hareketi ile ilgilenip daha sonra Aziziye koleji olacak öğrenci yurdu binasının inşaatını yürüten birkaç gönüllüden biri olarak çalışıyordu. Çok geçmeden gelen 980 darbesi döneminde Belediye, yarım kalan inşaatı durdurdu. Ali Bayram üç yıl kadar devam eden bu süreçte inşaat ruhsatını almak için Erzurum’da ve başkent Ankara’da uzun çalışmalar ve keza peşinden de binayı tamamlamak üzere gerekli maddi destekleri sağlamak yolunda büyük gayretler gösterdi.
Bu işleri yaparken bir yandan da, ikiz kardeşi gibi kadim dostu-sonradan da bacanağı- M.Sadi Çöğenli ile kitap telifi çalışmaları yaptı: “Muhammed Abdüh, M. Reşid Rıza ve İçtihad”, “Aylar ve Rü’yet-i Hilal”, “M. Hamidullah’ın İslam Peygamberi eserine Tenkit” “Erzurum’da Bulunan Meşhur Ziyaretgâhlar ve Kabir Ziyaretinin Âdabı”, İmam Gazzalî’den “Âbidler Yolu” tercümesi gibi kitapları hazırlayıp yayınladılar. Bu çalışmaları arasında en meşhur olanı, Abdülğani Nablusî’den “Rüya Tabirleri Ansiklopedisi” adıyla yaptıkları çevridir (ilk basımı: İstanbul, 1977). Bunlar, hemen her ilim ve kalem erbabının, yaptıkları amatör denemeler kabilinden sayılabilir. Zaten M. Abdüh, Reşid Rıza, M. Hamidullah gibi allameleri tenkide cür’et işine de, ancak böyle gençler girişebilir. Bu kabil çalışmalar, her yönü ile tutarlı olmayabilir. Ama önemli olan, araştırma yolunda devam edip tecrübe ve birikimi geliştirmektir.
Hatırıma gelmişken şunu da belirteyim: Ali Bayram hem islamî ilimlere vakıf, hem de kütüphane uzmanı olduğu gibi çok seri daktilo yazan biri idi. 1972’de beş karbon kâğıdı koyarak altı nüsha doktora tezimi (Hz. Peygamber’in Kur’ân’ı Tefsiri), 1977’de “Kur’an’da Ulûhiyyet” adlı doçentlik tezimi daktilo etme işimi de o yapmıştı. O beraberlikten güzel hatıralarımız kalmıştı.
Seksen darbesinden sonra demokratik ortama girildiği dönemde Erzurum’un hiçbir ilçesinde özel öğrenci yurdu yoktu. Hasankale’den başlayalım denildi. Bina araştırması yaparken Belediye’ye ait metrûk bir yapı bulunmuş. Belediye on küsur yıl önce termal dinlenme te’sisi olarak inşa ettirmiş, fakat işletilemeyince harabeye yüz tutmuş bir bina bulundu. Yaz aylarında mevsimlik işçilerinin kaldığı bir yer olarak kullanılıyormuş. Aslında binaya sahip çıkacak bir kiracıyı cana minnet bilecek bir ortam var. İhya edip yurt binası olarak kullanmak üzere Belediye’ye müracaat ettik. “Kör ölür, badem gözlü olur” babından Belediye, değerinden çok yüksek kira ücreti talep etti.
Ali bey gibi arkadaşların uzun girişimlerinden ve biraz pazarlıktan sonra yine yüksek sayılabilecek bir ücretle kiralamaya karar verildi. Ali Bayram vakıf adına imza atacaktı. Randevu tarihinde onun arabasıyla ikimiz Hasankale’ye gittik. Resmî formalite tamamlanamadığından imza öğleden sonraya kaldı. Acıkmışız. Ama ilçede selam vereceğimiz kimse yok. Benim yanıma para almayı unuttuğum bir zamanıma rastladığından, yiyecek alma için teklifte bulunamıyorum. Sonra açığa çıktı ki Ali bey de aynı durumda imiş. Bu ortaya çıkınca bayağı gülüştük . “İki milyonluk kiraya imza atan kişiler iki liralık yiyecek alamıyor” diye, sonraki yıllarda da bazen o olayı hatırlayıp gülerdik. İmzadan sonraki üç ay kadar zaman zarfında, başta Ali bey olarak, İbrahim, Yunus, Alaettin, merhum Prof. Sabri Çolak gibi arkadaşlar hummalı bir çalışma ile öğretim yılı başına yetiştirip “İbrahim Hakkı” yurdunu öğrenci almaya hazırladılar. Eğitim Fakültesi mezunu İlyas bey adlı bir genç, müdürlüğüne getirildi. Çok geçmeden yurt eğitim ve ahlak yönünden iyi ün kazandı. Öyle ki, yurtta kalan öğrenci sayısı kadar öğrencileri, velileri yurt programına katmak istediler. İlyas bey onlara özel yurt kimlik kartı vererek programa dahil etti.
Ali Bayram, Kütüphane uzmanı olarak yirmi yıla yakın devlet hizmeti yaptıktan sonra, yeni nesle Hizmet gerektirince, emeklilik maaşını hak etmeye beş yıl gibi az bir zaman kalmışken istifa edip, kendisini tamamen hizmete adadı. Altı çocuklu bir baba için bu büyük bir fedakârlıktı. Bütün hizmetlerinde ve çocuklarının eğitiminde eşi Azime hanımın büyük payını hiç unutmamak gerekir.
Sakarya, İstanbul, Azerbaycan, Kazakistan… Gereken her ülkede hizmete gitti. Kazandığı birikim ve tecrübe vesilesi ile ve bilhassa Allah’ın lütfu ile Kazakistan’da 25 kadar kolejin açılmasını sağladı. Orada iken İslam düşüncesi alanında doktora yaptı.
Yurt dışındaki kazanımlarını müteakip İstanbul’a döndükten hemen sonra, hayatının en önemli akademik çalışmalarından birini başlattı. “Akademik Araştırmalar Dergisi”ni yayınlamaya girişti. Bu dergi kısa zamanda uluslararası bilimsel atıf indekslerine girdi. O dönemde devlet üniversiteleri ve fakültelerinin çoğunun çıkardığı bilimsel dergiler bu dereceyi kazanmamışlardı. Liyakatli akademisyenlerden oluşan bilim kurulları, yayın kurulu, hakem heyetlerini oluşturan sayısı yüz civarındaki akademisyenleri çalıştırma…Bütün bu işleri nasıl becerebildi bilemiyorum. Ama bu dergi 1999-2016 gibi uzun bir dönemde, -kanunsuz olarak dikta yönetimince kapatılıncaya kadar-yılda dört sayı yayınlanarak devam etti. Üniversitelerde bilimsel çalışmalarda yurt dışında geçerli referans almak ön planda olduğundan, yüzlerce akademisyen doçentlik ve profesörlüğe yükselmek için bilimsel makalelerini bu dergide yayınlatmaya çalıştılar. İstanbul’un 2010’da Avrupa kültür başkenti seçilmesi vesilesiyle yayınlanan 47 ve 48. sayıları, özellikle dolgun ciltlerinden oldu.
Milletimize ve insanlığa bu dâsitanî hizmetlerinden sonra, ağır hasta olarak yetmiş yaşına ulaştığı bir sırada, zalimlerin işini kolaylaştırmamak ve imkân ölçüsünde hizmetlerine devam etmek için, Ali bayram büyük güçlüklerle Mısır’a hicret etti. Orada, Erdoğan diktasının son elli yıllık eğitimli ve güzel ahlaklı nesil yetiştirme hareketini imha uygulamasını ve yetişmiş yüz binden fazla aydına çektirdiği zulmü, Dr. Dursun Ali Erdem adıyla eleştiren yazılar yazdı. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’a açık mektubunda, 25 akademisyenle beraber Nijerya’da katıldığı kutlu doğum programını, oradaki güzellikleri dile getirmede baş rolde olduğunu hatırlatarak şimdi işlediği cürümden geri dönmesi gerektiğini bildirdi. Hasan el-Basrî, Abdullah b. Mübarek, Ahmed b. Hanbel, Muhammed Şeybanî, Fuzayl b. İyaz, Rabiatü’l-Adeviyye, İbn Hacer, Süyutî gibi bir çok Müslüman âlim hakkında inceleme yazıları yayınlayarak Müslümanları şuurlandırmaya vefat edinceye kadar devam etti. Kendisi Kahire’de iken 2018’de , tüm dünya bilim âleminin tanıdığı Prof. Dr. Fuad Sezgin vefat etti. Bu zat doçent iken 1960 darbesinden sonra 147 akademisyen gibi görevinden atılarak Almanya’ya çıkmaya mecbur kalmıştı. Orada Frankfurt Üniversitesinde çalışmaları sonucunda, dünyaca ünlü 18 ciltlik Almanca “İslam Bilim tarihi” projesini gerçekleştirmişti. 2008’de de İstanbul Gülhane parkında “İslam Bilim ve Teknoloji tarihi Müzesi”nin açılmasına vesile oldu. Kendisi Frankfurt’ta yaşamaya devam ediyordu. Ali bey onunla bu müzede karşılaşmasını şöyle anlatıyor: “Ona : “Muhterem Hocam! İyi ki sizi Almanya’ya sürmüşüz. Yoksa siz bugünkü Fuad Sezgin olamazdınız” dediğimde güldü ve : “Doğru söylüyorsun Ali bey” dedi.
Şahsımla ilgili bir ilmî hizmetini anlatmadan yazıma son vermeyeyim: Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi profesörlüğüne atandığımda, o tarihten az önce tamamladığım Açıklamalı Kur’an Meali, Zaman gazetesince, 1998 yılı Ramazan ayında abonelere promosyon olarak verilmek üzere 450.000 kadar bastırıldı. Dizgi hataları çok diye bir algı ortaya çıkmış, Zaman Yönetimi de bu şekliyle dağıtmak doğru olmaz diye düşünmeye başlamış. Böyle bir karar, Türkiye’nin her tarafında bu sayıda aile karşısında mahcubiyete ve fiyaskoya sebep olacak, diğer taraftan Gazeteyi büyük bir maddî zarara sokacaktı. Ali bey beni haberdar edip bu endişesini ihsas etti. Ben hataları görmek için mümkünse e-mail ile gönderebileceğini söyledim. Ben de Malezya Üniversitesinde akademisyen bir arkadaşın cesaretlendirmesi ve kurs vermesi ile o günlerde bilgisayar almış, ilk defa e-mailden haberdar olmuştum.
Ali bey sayfalar dolusu dizgi hatalarını gönderdi. İnceledikten sonra önemli sayılabilecek hataların yirmi küsur olup bir sayfalık yanlış-doğru cetveli ile düzeltilebileceğini bildirdim. Bu kadar dizgi yanlışı maalesef defalarca basılan meallerde de bulunuyordu. Böylece Meal o Ramazan’da dağıtılıp maddî ve manevî zararlar önlendi. O zaman dedim ki: “Bilgisayar almam ve e-mail kullanmayı öğrenmem, bundan sonra hiçbir işe yaramasa da sebep olduğu bu kazanç bana ebediyyen yeter!”. Buna da Ali bey’in teşebbüsü vesile olmuştu. İnşaallah bu hayırdaki büyük ecirden, hadis-i şerifin müjdesiyle, sebep olarak, işi yapanlar kadar ecir alacaktır.
Ömrünün tamamını yurduna hizmetle geçirenlerin, bazen ömürlerinin son dönemini sürgünde yaşayarak mükâfatlarını taçlandırmaları gerekiyor. Yazdığı İstiklal Marşı, yüz seneden beri hâlâ okunan Mehmed Âkif, Mustafa Sabri, Zahid Kevserî ve emsali gibi Ali Bayram da son dönemini Mısır’da tamamladı. Allah mekânlarını cennet eylesin.Kanada, 20 Temmuz 2020