Zannediyorum târih doksanbeşlerdi, Zaman Gazetesi “abonelik sistemi” ile büyütülmeye çalışılıyor, hedefler dağıtılıyor, herkes koşturuyordu.
Niçin ?
Nasıl ?
Neden ? yok, sâdece Hizmet vardı.
Tuttuğumuz altın oluyor, el atılan herşey bir anda nevş-u nemâ buluyordu.
Şimdilerde dönüp bakınca “ihlâs, kardeşlik, vifâk ve ittifâkın bereketi” diyorum…
Bir gündüzde iki güneş olmaz !
İşte o dönem Büyüğümüz üç ağabeye “Hele bir Türkiye’yi dolaşıp gelseniz” der, dolaşırlar ve yolları Erzurum’a uğrar…
Kırkıncı Ağabeyi ziyâret edip “Hocamız ve Üstâdımız niçin görüşemedi” sorusunu tevcih ederler, cevap kısa ve nettir “Kardeşim bir gündüzde iki güneş olmaz”
Bir vahidin iki yüzü ;
Abartıyorsun diyebilirsiniz ama ben acizâne, Üstâdımız ve Hocamız’ı hep “bir vâhidin iki yüzü” gibi gördüm.
İlim, imân, amel, ihlâs, hayât serencamları, geceleri, gündüzleri, evrâdları, çileleri birbirlerine çok benzer…
Evet iki ayrı şahıs, iki ayrı devir değil bir bütünün devâmı gibidirler…
Bir araya gelememiş fakat biri batmadan diğeri doğmuş, birbirinin devâmı iki güneş…
Ahh Üstâdım !
Üstâdımız “Kardaşım” der, “Âlem-i İslâm’ın başına gelenler bende ne iştâh ne uyku bıraktı”
Günleri te’lifât ve hizmet, geceleri ibâdet-ü teât ile geçti.
Evi barkı, çoluk çocuğu olmadı.
Ömrünü milletinin imânına adadı.
Yetmiş yamalı cübbesiyle, “yetmiş yamalı bohça” misâl, delik-deşik bir hayat yaşadı.
Garîb geldi, garîb yaşadı, garîb gitti, mezarına dahi tahammül edemediler…
Sen gittin Üstadım, sen gittin ! Ama biz hâlâ bahâr hediyelerini kabrinin başına getiremedik…
Âh Üstâdım !
Sana “henîen lekum ! müjdeler olsun !” diyemedik.
Ahh Hocam !
Büyüğümüz “Kardeşim” der, “Benim sizler ve Hizmet’ten başka derdim olmadı”
Günleri hizmet-sohbet, geceleri ah-u efgân ve evrâdla geçiyor.
Evi barkı, çoluk çocuğu olmadı…
İnsanlığın iman, irfân ve hayâtına hizmet ediyor, yılmadan, bıkmadan.
Ve gözyaşını dökmeye devâm ediyor.
Âhhh Hocam !
Güzel yüzünü hâlâ yüzünü güldüremedik…
Hüznü’n-Nebi ;
Ebedi Risâlet Sempozyumu’ndan sonra kendisine “en çok hangi tebliği beğendiniz ?” delinince “Hüznü’n-Nebi” demişti.
Peygamber vârislerinin hüznü hiç bitmiyor...
Çileleri hiç bitmedi…
Oğullarımıza, kızlarımıza, gençliğe, insanlığa ağlamak Onlar’a, Allâh afvetsin ağlamamak, evet ağlamamak bize düştü.
İmtihân bitmiyor…
Cennet ucuz değil !
Ben ne yapıyorum ?
Okurken dönüp, cılız idrâkimce kendime bakıyorum, Üstâdım ne demiş ? Hocamız ne diyor ? Ben ne yapıyorum ?
Benlik ve Hürriyet ;
Üstâdımız, Mesnevi-i Nuûriye’de şöyle buyurur ;
“Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî ( ölçü) vazifesini görüyor.
Maalesef (insan) sû-i ihtiyar ile hâkimiyet ve istiklaliyete âlet ederek tam bir “firavun” olur.”
Evet ben, “ene” gerçeğim olan acz ve fakrımla, kullukla hürriyete ereceğime, hâkimiyet sevdâsına düşüp istiklâliyet ilânıyla “firavn” olma yolunda ilerliyorum…
“Ben, ben” dememin, bir türlü orta yolu bulamamın, devamlı birileriyle didişmemin, güç ve iktidar istememin, fırıldak çevirmemin sebebi bu, kahrolası benliğim !
Mala-menâle, makâm-mansîba, dünyâya meftuniyetimin sebebi budur.
İşte ben bunlara tâlip oldukça kardeşlerimle vifâk ve ittifâkı temin edemeyeceğim…
Kaş yapayım derken göz çıkaracağım, yapayım derken yıkacağım…
Attığım hiçbir adımda bereket kalmayacak, tuttuğum her şeyi kuruyacak.
Üstâdım ve Hocam daha çok ağlayacak…
İnsanlık ağlayacak !
İnsan-ı Kâmil ;
Büyüğümüz “Fasıldan Fasıla 4” isimli eserinde şöyle buyurur ;
“Himmetler âlî tutulmalı, hem fert hem de toplum plânında insanlık, “insan-ı kâmil” olma yoluna yönlendirilmelidir.
Aynı zamanda Üstad’ın da ifade buyurduğu gibi azamî takva ve azamî ihlâs gözetilmeli ve hedef de azamî velâyet olmalıdır.”
Eyne’s-Sera ? Mine’s-Süreyyâ ?
Azami zühd, azami takva, azami ihlâs, azami vilâyet nerede ? Ben neredeyim ?
İşte bütün mes’ele bu, beceremedim…
Tebliğ-Temsil ;
Büyüğümüz, temsîli tebliğin önünde görür.
O anlattığı gibi yaşar, fakat ben yaşayamadım.
Şimdi, bana düşen fıtrat ve Hizmet ayarlarına dönüp tam temsil yoluna girmek…
Başkasının aynası ile kendine bakmak ;
Tenkid edenlere homurdanmak yerine dönüp kendime bakmalıyım.
Kendime başkalarının aynası ile bakmak işimi kolaylaştırır.
Göremediğimi görür, bilemediğimi bilerek, eksik ve gediklerimi tedâvi edebilirim…
Omuzumdaki akrebi lisân-ı münasib ile çekip alan kardeşime teşekkür etmeliyim.
Bu olgunluğu gösteremediğimden solvolar giderek artıyor, sıklaşıyor…
Bölük-bölük bölünüyorum…
Rabbimiz yardımcımız olsun !
Âhirzamân fitnesi ;
Ortalık toz duman…
Ne doğrunun doğruluğundan eminim, ne yanlışın yanlışlığından.
Ya toza dumana girip, ise-pasa boğulacağım.
Ya “fitne zamanı” deyip kenara çekilerek tozun dumanın dinmesini bekleyeceğim.
Yanlış adım attırma !
Sen bilirsin Allah’ım, yardım eyle !
Hizmetimiz’in Cihâd-ı Ekberi ;
15 Temmuz’la tavan yapan dış baskılar, dış dünyâ ile imtihânımızı artırdıkça artırdı…
Şimdilerde ise içimize döndük, kardeşin kardeşle imtihânı, hizmetin (bir nev’i) kendi nefs-i emmâresi ile imtihânı bizi hırpalandıkça hırpalıyor.
Corona Pandemik hâdisesi, âhirzamân âlâmetleri, fitneleri ne getirecek ne götürecek bilemiyorum…
Kuvvetle muhtemel geniş dâirede insanlık, husûsi dâirede Hizmetimiz güçlü bir arınma yaşayacak.
İmtihân büyüyecek, derinleşecek…
Doğum çok zor olacak gibi görünüyor…
Ama güneş doğacak…
Bu ağır imtihanda birbirimize yardımcı olmalıyız.
Ben istikâmet üzeri durmayı becererek, Hakk nâmına Hocamız’ın yüzünü güldürmek, Üstâdımız’ın mezarı başına bahar hediyeleri götürmek istiyorum...
Âcilen fıtrat ve Hizmet ayarlarına dönmeliyim…
Rabbimiz yardımcımız olsun !
Yoksa Hocamız’ı ve Üstâdımız’ı daha çok ağlatacağız…
mansurturgut@yepyeni.zamanaustralia.com.au
@MANSURTURGUT