Ve Kalbimizdeki putları kırmak !
Rûhî-i Bağdâdî ne güzel demiş ;
Sanma ki ey hâce senden zer-ü sîm isterler,
Yevme lâ yenfaû’da kalb-i selîm isterler...
Evet, Rabb-ı Rahim’in insanlardan beklediği altın yada gümüş değil O (cc) insanların kalblerine tâlib.
Kimsenin kimseye faydası olmayan o hesap gününde insan Kalb-i Selîm’i ile kurtulabilir…
Kalb, Mânevi Kalb ;
İnsanın hayâtının zembereği maddi cesedindeki kalbidir, maddi cesette kalb ne ise, manevi cesette de gönül (dîl) anlamına gelen kalb ona denk ve muadildir.
İşte Rabbimiz’in matmah-ı nazarı “Gönül” mânâsındaki bu mânevi kalbtir.
Kalb, eskilerin ifâdesiyle “nazargâh-ı ilâhîdir” Allâh, insana insanın kalbiyle bakar.
“Allâh sizin kalblerinize bakar” fehvâsınca da, insanla muâmelesi kalbe göre cereyân eder.
Efendimiz (sav) ise bizleri şöyle îkaz eder “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” (Müslim)
Evet, Rabbimiz kalblerimize ve amellerimize bakıyor…
Kalblerimizi kaydırma… ;
Kur’an bizlere Sûre-i Âl-i İmrân’da “Rabbimiz kalblerimizi kaydırma…” duâsını öğretir.
“Her Âdemoğlunun kalbi, Allâh Azze ve Celle’nin parmaklarından iki parmağı arasındadır. Onu sebat ettirmek istediği zaman sebat ettirir, çevirmek istediği zaman çevirir. Kalbin misâli, çölde rüzgârın sürekli çevirip durduğu bir tüye benzer.” (Buhâri)
İşte bu sebeble Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimiz kalb ve işlerinde istikâmet için şu duâyı çokça yapardı: “ Ey kalpleri evirip çeviren Allâhım, kalbimi dînin üzerinde sâbit kıl ”
İnsanın en büyük kerâmeti kalb ve işlerindeki, Allâh’ın arzusuna uygunluk manasında olan istikâmetidir…
Tasdik makâmı ;
Rabbimiz nazâr ettiği, elinde evirip, çevirdiği kullarının kalbine kendini “tasdik” makâmını bahsetmiştir, insan “dil ile ikrâr” etse de “kalben tasdik” etmezse Cenâb-ı Hakk’a imân etmiş sayılmaz.
Din üzerinde sâbit bir kalb, varlığı her yönüyle aşikâr olan Allâh’ı tasdîk ile onu seven, emir ve yasaklarına uygun olarak O’na (cc) kulluk eden kalbtir.
Ne âli bir makâm…
Sırr-ı Teklif ;
Bununla beraber Allâh kimseyi “icbâr” etmez insan Teklif Sırrı‘na muhataptır, Rabbine imân etmek yada etmemek teklifini irâdesi ile kabul eder, yahut etmeyebilir…
Rabbimiz her insana aynı cihâzâtı vermiş, fıtrât tarlasına koymuş, aynı şeyle muhatab tutmuştur…
İnsan irâdesi ile seçer, seçimini yaşar, seçimiyle mes’ul olur.
Herkes kendi imtihânını yaşar…
Hüdâ mı ? Hevâ mı ?
Üstâdımız Bedîüzzamân “Tulûat” isimli eserinde insan fıtratına güzel huylar ile kötü huy ve yönelimlerin Kader tarafından berâber konulduğunu ifâde ile ;
Eğer insan fıtratına “Hüdâ” ile su verilirse oradan bir şecere-i tubâ ve cennet, “Hevâ” ile su verilirse oradan bir şecere-i zakkum ve cehennem nebeân edeceğini söyler.
Bizim vazîfemiz irâdemizle bu tarladan Hüdâ‘ya âit güzellikleri çıkarmak, yeşertmek, büyütmektir…
İmân ve nifâk ;
İnsanın bütün duyguları, letâifi mânevi kalbi ile bağlıdır, O insanın vücûd ikliminin sultanıdır.
Bütün mânevi cihâzâtın mahalli olduğu gibi tabii ki imân, nifâk ve küfrün mahalli de kalbtir…
İmânın içinde yerleştiği kalbte ufak tefek hastalıklar baş gösterebilir, bunlar Tevbe ve İstiğfarla derhâl temizlenirse sıhhatlice yola devâm edilir.
Eğer emrâz-ı kalbiye tevbe ve istiğfarla derhâl tedâvi edilmezse bir kanser gibi kalbi karartmaya kaplamaya başlar, işte bu durumda nifâk kalbe oturur…
İnsan bu durumdan Allâh’ın izni ile yoğun tedâvi ve ameliyât-ı cerrâhiyelerle kurtulabilir…
Küfür ve Allâh’ın hatemi ;
Eğer günâh ve hatâlarda ısrâr edilir, arınma kurnasına girilmezse, kararma ve hastalıklar kalbi felç eder.
Kanserin bir hastanın bütün vücudunu metestazla geri dönülemez şekilde kaplaması gibi kalbte kapkara ve kaskatı kesilerek geri dönülemez bir yola girer.
İşte bu merhalede o bahtsızın kalbi harâm, günâhlar ve inançsızlıkta ısrâr neticesinde mühürlenir insan kâfirlerden yazılır.
İnsan kendi eli, kendi irâdesi ile kendisi hakkındaki fermânı imzâlar…
Küfür; kalbe vurulan mührün neticesi değil sebebidir…
Berây-ı malûmat ; Dîl ve dil
“Bir kişinin kalbi (dîl) dosdoğru olmadıkça imânı dosdoğru olmaz.
Kişinin lisânı (dil) dosdoğru olmadıkça da kalbi dosdoğru hale gelmez.”
(el-Müsned)
Yalan; Bütün kötülüklerin ve neticede küfrün giriş kapısıdır.
Hayât kalble istikâmet kazanır ;
“Dikkat edin vücudun içinde bir et parçası vardır; o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir!” (Buhâri)
Kalpler ancak Allâh’ı zikirle tatmin olur ;
O halde küfre düşmekten korkup, kalbi temizleyip, tatmîn edip, îmânla doldurmaya gayret etmeliyiz…
Kalbler ancak zikirle itminâna ererler. (S.Ra’d 28)
Hadis olarak aktarılan bir sözde şöyle buyrulur “Kalblerin cilâsı Kur’an tilâveti, Allâh’ı zikir ve ölümü hatırlamaktır.”
Üstâdımız Mesnevî’sinde “Nakşibendîler, zikir hususunda ittihaz ettikleri zikr-i hafî sayesinde kalbin fethiyle, ene ve enaniyet mikrobunu öldürmeye ve şeytanın emirberi olan nefs-i emmarenin başını kırmaya muvaffak olmuşlardır.” buyurmaktadır.
Büyüğümüz ise “İmân kalbin cânı, ibâdet onun damarlarında akıp duran kanı, tefekkür, murâkabe, muhâsebe ise onun bekâsının esaslarıdır.” demektedir.
Görünen o ki, kalplerimizi duâ, zikir, tezekkür, tefekkür ve ibâdetle besleyip selîm bir kalb sâhibi olmalıyız…
Kalbi Selîm ;
Tamda burada Efendimiz (sav) şöyle buyurur “Allahım, senden selîm bir kalp istiyorum.” (Tirmizî)
Rabbimiz bizlerde senden kalb-i selîm istiyoruz.
Beyt-i Hüdâ ;
Tasavvuf kitaplarımızda sıkça geçen, yere ve göğe sığmayan Rabbimiz’in mü’min kulunun kalbine sığdığını belirten ifâde kutsî bir hadis olarak da rivayet edilir (Aclûnî)
Erzurumlu İbrahim Hakkı ise o sözü nazmen şöyle tercüme eder:
Sığmam dedi Hakk arz-u semâya,
Kenzen bilindi dîl mâdeninden.
Kalb, Allâh’a âittir başka sevgiler ve sevgililerin oraya girişi Rabbimiz adına olmalı.
Tabiki evlâd, iyâli sevmeliyiz, severiz, mevcudâtı severiz, sevmeliyiz. İşte bütün bu sevgiler Mahbûb-u Hakîki için olmalı.
Herşey kalbe Allâh adına girmeli, Allâh için girmeli.
Beyt-i Hüdâ sâhibine teslim edilmeli…
O’nun (cc) izin verdiklerine O’nun için yer açılmalı.
İzâfi Putlar ;
Maalesef günümüz insanının yâni hepimizin bakışı bulanmış halde…
Ahirzaman fitnesi öyle dehşetlidir ki bulaşmadığı kimse kalmaz.
Üstâdımız’ın söylemiyle “Dünya değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyâya prestij eder”
Dünyâ ; Rabbimizden gayrı, aşırı muhabbet hattâ şehvet ile ilgi gösterdiğimiz, kalbimizi kaplayıp, dolduran, bizi gaflete salıp bazen ibâdeti dahi unutturan harşeydir…
Yaşadığımız çağda genel itibâri ile taştan, topraktan yapılıp “reel” olarak tapınılan putlar oldukça azalmış, insanlık bu zinciri nisbeten kırmıştır.
Fakat putperest yaklaşımlar devâm etmektedir…
Bizim için tehlikeli olan “reel putlar” değil bizi Hakk’tan, hakikatten, ibâdetten uzaklaştırılan “izâfî” putlarımızdır…
Evet bizleri insanlıktan, Allâh sevgisi, dâvâsı ve ibâdetinden uzaklaştıran her şey izâfeten putumuz sayılabilir…
Kalpteki putları kırmak ;
Efendiler Efendisi (sav) Mekke’nin Fethi’nde Ka’be’nin içine girmiş ve içerisinde nekadar put varsa hepsini kırmıştır...
Sonra iki büklüm olmuş ve Rabbi için iki rekat namâza durmuştur…
O gün Kabe’nin içerisini kirleten gerçek putlara bedel bugün bizim içimizi, kalbimizi dolduran izâfi putlarımız var…
İş, aş, bâzen eş, havf, tamah, inâd, fesâd, gıybet, yalan-dolan, para, pul, makâm, mansıb, say sayabildiğin kadar…
Hepsini kırıp, kurtulmalı kalbimizi sâhibine teslim etmeliyiz.
Kalb ve rûhun derece-i hayâtına girmek ;
Yalan ile imân aynı kalpte barınamadığı gibi, Allâh sevgisinin hakkı ile girdiği bir kalbte başka sevgiler, takıntılar barınamayacaktır.
Gerçektende itminâna, mârifete, hakîkâte açılan bir kalpte hiçbir mecâzi sevgi barınamaz…
Sadece O’nun (cc) ve muhabbetinin izin verdikleri o mahrem dâirenin misâfiri olacaktır.
Ve insan Kalbin Zümrüt Tepeleri’nden Rızâ Yamaçları’na selîm bir kalble, kalb ve rûhun derece-i hayâtında yürüyecektir.
Kalblerin birliği ;
Kalplerdeki putlar kırılınca herkes sadece Allâh’a dönecek “Kıble” tevhidi sağlanınca kalplerin birliği sağlanacaktır inşâallâh.
Toplu vuran yürekler sinmeyecek, sindirilemeyecek ve insanlık gerçek insanlardan müteşekkil hârika bir toplum olma yoluna girecektir.
İnsanlar insanlık için el-ele garez, kin ve nefreti yok edip, sevgi, şefkât, merhamet ve benzeri duygularla yol almaya başlayacaktır…
Kalblerin Medeniyeti ;
Bugüne kadar hep güç, para ve iktidara dayalı medeniyetler kurulmuştur, belkide artık bir Kalb Medeniyeti kurmak gerekiyor…
Muhatablarını ezmek, yok etmek yerine onları sevgi ile var etmek, beslemek isteyen bir medeniyet…
İnsanlık ve dünyanın saâdeti için din, dil, renk, ırk ayırmayan bir medeniyet…
Sömürmeyen aksine destekleyen bir medeniyet…
Sadece dünyâyı değil dünyâdan sonrasını da îmâr için çalışan bir medeniyet…
Sevgi, vicdan, vefâ, refâh ve paylaşım üzerine kurulan bir medeniyet…
Zannediyorum dünyâ dar bir alanda, kısa bir zamanda böyle bir medeniyeti sâdece Efendiler Efendisi’nin (sav) önderliğinde Asr-ı Saâdet’te tanımıştır…
Gerçektende Asr-ı Saâdet’te numunesi ortaya konulmuş medeniyet tam bir muhabbet ve kalb medeniyetidir…
O (sav) bütün varlığa gönderildiği için onun getirdiği ışıktan bütün varlık istifâde etmiştir…
Yeni Dünya Düzeni’nin tartışıldığı teknik, teknoloji, üst akıl, yapay zekâ ve benzerlerinin insanlara insafsızca dayatıldığı, sermâye sâhipleri ile ulus devletlerin mücâdelesinin konuşulduğu bugünlerde böyle bir muhabbet atmosferine ne kadar muhtâcız…
Yorulduk, hepimiz artık kimsenin kimseye zarar vermediği, dingin, barış dolu, tertemiz bir ortam istiyoruz.
İhlâs ve Uhuvvet ayağı ile yürüyerek vifâk ve İttifâk içerisinde bir muhabbet ve vicdân hareketiyle bütün insanlığın ortak olduğu bir Kalp Medeniyeti kurmalıyız…
Tüm insanlık bir araya gelmeli “mesîhî soluklar” insanlığı kuşatmalı ve cihân kalan ömrünü saâdetle tamamlamalıdır…
Böyle bir medeniyeti kurabilir miyiz ? Elbette, çalışırsak başarabiliriz…
Yaşasın ümit, ölsün yeis !
@MANSURTURGUT
mansurturgutk@gmail.com