ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
12 Eylül’ün yıldönümündeyiz.
Tam 40 yıl önce Türkiye, tırmandırılan şiddetle ihtilal ortamına sürüklenmiş, nihayet 12 Eylül vahşetiyle yüz yüze kalmıştı.
O günkü devletlûlar, 12 Eylül darbesini bahane ederek, binlerle ifade edilen gencin hayatını kararttı.
Akla hayale gelmedik uygulamalara ve muamelelere maruz kaldı memleket insanı.
İşkenceye maruz kaldı, bilhassa gençler.
Önce sağ ve sol diye iki mahalleye ayardılar.
Aynı karanlık anlayış, ülkenin geleceğini zindanlarda ve işkence merkezlerinde un gibi öğüttü.
40 YIL SONRA GELİNEN ÇUKUR…
O karanlık düşünce ve eli kanlı anlayış, o gün, bugündür yakamızdan ayrılmadı.
Bugün şekil değiştirse de yapılanların o gün yapılanlardan pek farkı yok.
Adına OHAL denen karanlık bir tünele tekrar sokulduk.
Karanlık dehlizler, birbirini takip ediyor.
Baksanıza şu İzmir ve Uşak’taki ahlaksızlığa.
Aradan neredeyse yarım asır geçmiş, lakin bu ülkede çuvaldız boyu yol alınamamış.
40 yıl önce indirilen, inmeye devam eden, debelenip durulan çukur.
23’ü kız öğrenci olmak üzere toplam 27 kişi gözaltına alındı.
Hizmet Hareketi ile ‘iltisaklı olabilir(!)’ gerekçesiyle.
Beş gün boyunca parti rejiminin, kolluk güçlerince sorgulandılar.
Tehdit edildiler.
Devletin gözü dönmüş polisleri; tehdit, şantaj ve işkenceyle ifadelerini aldı.
Avukatlarıyla görüştürülmediler.
Aileler, günlerce Uşak’ta, parklarda geceleyerek, bu gencecik çocukların hayatlarından endişe ederek beklediler.
İşkence, gözdağı ve psikolojik baskıdan sonra suçsuz oldukları ortaya çıkınca serbest bırakıldılar
Sonra öğreniyoruz ki; tertemiz, iffetli kızlar, akla hayale gelmedik muamelelere maruz kalmışlar.
Emniyet Müdürlüğünde üniversiteli öğrencilere; namussuzca davranışlarda bulunulmuş.
Şöyle diyor mağdur kızlardan biri;
“İki kez çıplak aramaya maruz kaldım.
Pantolonu tamamen çıkarttırdılar.
İç çamaşırımı dizlerime kadar indirip otur-kalk yaptırdılar.
Hem İzmir’de hem de Uşak’ta yaşadım.”
Hem de üst aramalar ve tüm bu uygulamalar, erkek polislerin de bulunduğu ortamlarda gerçekleşiyor.
Koca ülkede, bu iğrençliğe ses çıkaran namuslu bir yetkili maalesef yok. Ömer Faruk Gergerlioğlu, ülkede alçaklıkta sınır tanımayanlara karşı, tek başına mücadele ediyor.
Son 150 yıl hep benzer muamele ve kâbus.
Benzerlikler, tekerrürler, değişmeyen makus talih.
Ahlar, eninler ve inlemeler…
Facialar, ocaklara düşen ateşler, kanayıp duran yaralar.
Hortlayan karanlık zihniyet, yeniden meydanda.
POSTALLILARIN YERİNİ, SİVİL GÖRÜNÜMLÜ ZORBALAR ALDI!
Yarım asır önce askerin postalıydı yürek dağlayan, bugünküler ise sivil görünümlü şarlatanlar.
Askeri cunta, sağ sol demiyor, ayrım yapmaksızın kinle zulüm çarkını işletiyordu.
Sözüm ona günümüzün dindarları, yani din bazları, muktedir olduklarını zannedenler; iffetli, masum insanların peşine düşmüş, kan kusturuyorlar.
Bütün köşebaşlarını tutmuş, her yerde pusuya yatmış din-diyanet, hak-hukuk ve insanlık düşmanları, türlü türlü bahanelerle, menfur emelleri doğrultusunda mazlumları inletiyorlar.
Hem de din soslu ambalajlarla.
Sineleri nefret ve adavetle dolmuşlar, gayızla köpürdükçe köpürüyorlar.
Evet, 12 Eylül muktedirleri gaddardı, 28 Şubatçılar zalimdi.
Ama AKP, karanlık ortakları MHP ve diğeri hem zalim, hem gaddar, hem de zorba.
Hem dinbaz, hem yobaz, hem hokkabaz, hem hak tanımaz.
‘28 Şubat 1000 yıl sürecek’ diyenlerin mirasını, bugünküler ‘hakkıyla’ sürdürüyor.
Hem de gaddarca yöntemlerle.
Memleket, bu kadar zorba iktidar dönemi hiç görmedi.
Acı olan, 40 yıl önce benzerine maruz kanlar, cezaevinde ekmek yerine, insan dışkısını yiyenler, bugün yaşanan iğrençliklere hararetli tempo tutuyor.
O gün, o acıyı yaşayanlar, celladına âşık olmuş vaziyette.
Hatta aynı zihniyetle yol alanlarla, bugün “dava arkadaşlığı” yapmaktalar.
İffetli insanlara yapılan işkenceleri az, eli sopalı devletlileri de ‘merhametli’ görecek kadar, şirazeden çıkmış durumdalar.
‘Ülkü ve ülke’ bekası zırvasıyla kadın, kız demeden yapılan işkencelere göz yumuyor veya fiilen destek veriyorlar.
O karanlık günleri tez unuttular, bugünkü şakşakçılar.
Neler yapılmıyordu ki?
Balgamlar tahlil için toplatılır, yemeklere karıştırılırdı.
Ekmeğe, krem deterjan sürülür, toz deterjanlı sular verilirdi.
Bu rütbeli zalim zabitler, cezaevlerinde iftiraya maruz kalmışlara bunları yapmaktan zevk alıyordu.
Elektrik vermek, elleri sırıklara bağlayarak saatlerce havada ‘Filistin Askısı’nda tutmak, falakaya yatırmak, daha nice nice gaddarlıklar.
Kendisini devlet zanneden sadistlerin, insanlara reva gördüğü hunharlığın haddi hesabı yoktu.
Lağım suyunda günlerce çırılçıplak bekletilen gençler, onuruyla haysiyetiyle oynanan yeni yetme delikanlılar, 40 yıl önce memleket hapishanelerinde bu acıları yaşadılar.
(Devam edeceğiz…) e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au