ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Selman yavruyu da kaybettik.
Son anına kadar babası göremedi evladını.
O masum bakışlarıyla, zalim ve gaddarların zindana çevirdiği bu dünyadan göçüp gitti.
Ne yazık ki, babasını göremeden ayrıldı bu keşmekeş diyardan.
Selman Çalışkan’ın kalbi, amansız hastalığa yakalanmıştı.
Anne ve babasıyla birlikte çektiği acılara o minik yüreği daha fazla dayanamadı.
Vefatından önce iki kez kalbi durmuştu.
Hürriyeti elinden alınmış tutuklu babasıyla kucaklaşmaya hasret kanat çırpmıştı.
Yetişkinlerin bile acısına dayanamadığı kanserle mücadele eden bu yavrunun, son anlarını babasıyla geçirilmesine müsaade edilmedi.
Önce kanser ettiler sonra da babayı evlada, evladı babaya hasret bıraktılar.
Hem de acı çektirerek…
Bu acılar, yüreksizlerin vicdanını kanatır mı?
Edebiyat Öğretmeni Baba Rasim Çalışkan, 4 yıldır tutuklu.
Selman bu süreçte beyin kanseri oldu.
EGE’DE VE MERİÇ’TE KIYILAN CANLAR
Tam bir barbarlık.
Furkan’ın tedavisi için yurtdışına izin vermeyerek canına kıydılar.
Ailesiyle zulümden kaçarken Ege’de anne baba ve kardeşleriyle boğulan ve hala naaşlarına ulaşılamayan Maden ailesine ve Feridun’un dramına ‘oh’ dediler.
Kara Efem Ahmet, Ali Yekta, Furkan, Tıp Öğrencisi Ayşe ve son olarak, rejimin kanser eteği Selman.
Stalin’in 20. asırda yaptığının, fazlasıyla günümüzde yaşanıyor.
Komünist Stalin’i aratmıyor, Maocu Perinçek’in işbirlikçi ortakları Siyasal İslamcılar.
Evet abartmıyorum.
Stalin döneminde de yaşandı.
Bilindiği gibi dünya, 20 yüzyılda sivil halka yönelik birçok kitlesel teröre tanık oldu.
Bunların en dramatiği, Stalin’in “Büyük temizlik” ya da “Büyük terör” olarak yaşanan katliamlarıdır.
Sovyetler coğrafyasında, rejim karşıtı ilan edilen yüz binlerce insan, bu siyasi katliamın kurbanı oldu.
Genellikle bu kurbanlar, işlememiş oldukları ağır suçları itiraf etmeye zorlanmış, yok edilmiş ya da toplama kamplarına gönderilerek ağır cezalar almıştır.
Gürcü Josef Stalin, Orta Asyalılara kan kusturdu.
Kazak ve Kırgızların; “Bilge ve dâhi” diye ifade ettikleri çok sayıda aydını öldürttü.
Giyotinden geçirdi, sonra da meçhul yerlerde toprağa gömdü
Uygulanan siyasi katliamlar (political repression) kelimenin tam anlamıyla, büyük bir dram.
Aydınlar, bilim, düşünce ve fikir adamları yok edildi.
1930’lu yıllardaki bu ‘etnik temizliğin’ tek gerekçesi; Sovyet ideolojisini benimsememek.
Hedefte rejim muhalifleri vardı elbet.
Stalin’in politikaları yüzünden zulme uğrayan milyonlar vardı.
Stalin’in önyargıları, somut deliller olmaksızın, binlerce kişi cezalandırıldı.
Bu nedenle Ekim ayı, eski Sovyet coğrafyasındaki birçok ülke için hüzün mevsimidir.
Bu yüzden yurtlarından olan, hapislerde ya da sürgün yolunda hayatını kaybeden 40 milyon insan için hala bu ayda anma etkinliği düzenleniyor.
Polonya asıllılar, Yahudi, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tacik, Ahıskalı, Kafkasya ve Baltık ülkelerindeki halklar, nüfuslarının neredeyse yarısını sürgün yollarında ve çalışma kamplarında kaybetti.
Özgür düşünceyi savunan sanatçılar da benzer kaderi paylaştı.
Bu soykırımı, Bişkek’te Aytamatov’un kendisinden dinlemiştim.
16 yıl önce.
Ev sahibimiz, 1970’lerde yazılan ve filme alınan, Kadir İnanır ile Türkân Şoray’ın başrollerini paylaştığı “Selvi Boylum Al Yazmalım” adlı eserin müellifi Cengiz Aytamov’du.
Edebiyatçı, gazeteci, çevirmen ve aynı zamanda siyasetçiydi Cengiz Aytmatov.
Kırgızların bir millet olduğunu, eserleriyle anlattı, tanıttı.
Babası Torekul Aytmatov, Sovyet döneminde Kırgızistan ’ın da seçkin devlet adamıydı.
Diyalog Avrasya (DA) toplantısı nedeniyle Kırgızistan’da bir araya gelmiştik, onunla.
Yazar, gazeteci, fikir dünyasından katılımcılar vardı, Avrasya’dan.
Kırgızların turizm beldesi Issık Göl‘de.
“Avrasya’da Birlikte Yaşama Kültürü” başlıklı toplantı için, bir aradaydık.
YETİM KALAN AYTMATOV
Dünyaca tanınmış Kırgız Yazar, nemli gözlerle anlatmıştı o zaman.
Yazar Ömer Lütfa Mete’nin gözyaşları içinde de dinlediğini bugün gibi hatırlıyorum.
Dile gelmiş, anlatmıştı, Stalin döneminin faşizmini.
Katılımcılar kulak kesilmişti Büyük Ustaya…
Aydınlarının hunharca yok edilişlerini, hüzünle anlatıyordu.
Babası Törekul Aytmatov’un Stalin döneminde öldürülmesinden sonra annesi Nagima, küçük Cengiz’i büyütmüştü.
Çünkü küçük Cengiz, 1937 yılında yetim kaldı.
Stalin faşizmi, Cengiz Aytmatov’u, henüz 9 yaşındayken babasından ayırmıştı.
Okuduğumda kendimi büyük hüzün sarmalında bulduğum ‘Toprak Ana’ isimli romanında. o günlerde yaşananlar ustaca kaleme getirmişti.
Stalin, baba Torekul’u, meşhur “1937 yılı kıyımı”nda, Kırgız milliyetçiliği suçlamasıyla öldürmüş, naaşını bile vermemişti.
Sadece babası değil, amcası da bu gadre uğrayanlardandı.
4 binden fazla Kırgız aydın, eli kanlı diktatör Stalin tarafından öldürüldü.
Tüm bu acılarla birlikte Aytamatov’a, 2. Dünya Savaşı’nın getirdiği ağır koşullar çok zor bir çocukluk yaşamasına neden oldu.
POSTACININ GETİRDİĞİ ÖLÜM HABERLERİ!
O yıllarda kendi kasabasında ilk ve orta eğitimini tamamladığında ve okuma yazması olduğundan postacılık yapmaya başlar.
Mektupları hem teslim eder hem de okur; ama bir süre sonra bir kişi Cengiz’i elinde mektupla kendisine doğru geliyor görse olduğu yere yıkılıverir oldu.
Zira artık o postacıdan ziyade savaştan ölüm haberi getiren bir felaket olarak görülür hale geldi.
Aytmatov, “Toprak Ana”da köye getirilen şehit künyelerinin binbir acıyla köye varışını anlatılır.
“Daha postacı sokağın başında göründü mü evlerden çığlıklar yükselmeye başlardı.” diye söze başlamıştı Kırgız Yazar. Sokaktaki evlerden birine daha ateş kor olup düşermiş.
‘Bir kınalı kuzunun şahadet haberi daha geldi’ denerek, köyün sokak ve meydanı ağıt ve feryatlarla çınlarmış adeta.
Devlet babasını almakla kalmaz, hayatın başında yükselmesini engeller.
Doktora yapmasına müdahale eder.
Polis şüpheli bir aile gibi Aytmatov’ların peşindeydi hep.
Günümüz Türkiye’sindeki cadı avının aynısı değil mi?
Ama o mücadelesinden vazgeçmez.
İşte böyle bir mücadele Aytamaotv’u dünya klasmanına soktu.
76 yaşında vefat ettiğinde, 176 dile çevrilmiş 128 eseri bulunuyordu ünlü yazarın.
1990’ın başında, Gorbaçov’la başlayan Glastnost (açıklık) ve Perestroyka (Yeniden Yapılandırma) süreciyle birlikte, tüm mezalimler ışık yüzü gördü. Kapalı ve demir perdede yaşatılan acı su yüzüne çıktı.
BUGÜN TÜRKİYE’DE YAŞANANLARIN NEREDEYSE AYNISI
O döneme ait resmi belgeler de yaşanan acıların büyüklüğünün dramını ortaya koydu. Mesela, Sovyet’lerin istihbarat kurumu KGB, 30 yıl önce yayınladığı raporda;1930 ile 1953 yılları arasında, eski Sovyet Coğrafyasında, 786 bin kişi “halk düşmanı” suçlamasıyla idam edildiği, 3 milyon 800 bin kişinin de “devlete karşı suçlar” nedeniyle hüküm giydiği şeklindeydi.
Raporda söz edilen hükümlülerden çok azı gönderildikleri çalışma kamplarından sağ olarak çıkabildi. Bu nedenle, Stalinli Sovyet yılları; dünya tarihine milyonlarca insanın açlıktan öldüğü, yüz binlerce kişinin de, rejim karşıtlığı gibi suçlarla idam edildiği bir dönem olarak geçti. Zira o yıllarda, baskıya maruz kalanların sayısı 40 milyon gibi rakamlarla ifade ediliyor. Bugün, o yıllar hep lanetle anılıyor. Ruslar bu dramı, ders kitaplarında, “büyük terör” olarak yeni nesle öğretiyor.
Bugün başta Türkiye, Mısır kısacası İslam coğrafyacında, ‘din iman, Kuran, kitap’ diyen zalim yöneticiler, Slatin’i aratmıyor. Çin, Myanmar ve diğer Müslüman olmayan coğrafyalarda da benzer trajedileri yaşıyor Müslümanlar.
ACILAR, TÜRKİYE’Yİ AYTMATOV’UN KÖYÜNÜ ÇEVİRDİ
Muharrem ayında bile dur-durak bilmeyen bu acılar Türkiye’yi, Aytmatov’un köyü gibi Kerbela’ya çevirdi adeta.
Aynen böyle bir dönemden geçiyoruz.
Her gün ülkemizden yeni bir feryat kopuyor.
Zulüm paletleri dönmeye devam ediyor…
Tutuk evlerine düşüp, bu kara zindanlarda hastalığa yakalanan her bir arkadaşımızın durumu için böyle hazin bir durum yaşıyoruz.
Aytmatov’un postacısı, o günün şartlarında dağ bayır aşarak ulaştırırdı hiç şüphesiz kara haberlerini.
Bugün kara haberler, tezden ulaşır oldu.
Aralarındaki fark?
Aytamov dünyaca tanınmış fikir adamı.
Stalin ise lanetle annılan diktatör.
Cengiz Aytamov ile Minik Selman’ların kaderi sizce de benzerlik oluşturmuyor mu?
Sahi, nedir insanlığın bu “Gürcü” diktatörlerden çektiği?
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au