MAHMUT AKPINAR -TR724.COM
Dünyada siyasi liderlikte kaht-ı rical (nitelikli insan sıkıntısı) yaşanıyor. Justin Trudeau, Angela Merkel, Yeni Zelanda başbakanı Jacinda Ardern gibi sınırlı sayıda siyasiyi çıkarırsanız dünyada son 10-15 yılda dürüst, kaliteli, ufuk sahibi lider bulmak zor. Demokratik ülkelerde de liderlik problemi var. Popülist, otoriter eğilimli, mafyatik tarafları öne çıkan, yalan söyleyen liderler öne çıkıyor.
Türkiye’de ise kaht-ı ricalin yanında Tek Adam’ın her alanı kontrol etmesi mevzu bahis. Erdoğan’ın ilkesizliğine, çelişkilerine rağmen hala en etkili siyasetçi olmayı sürdürmesi, gündem belirlemesi önemli oranda muhaliflerin başarısızlığından, etkisizliğinden kaynaklanıyor. Bu kadar çok malzeme veren bir lidere muhalefet etmek için karizma gerekmiyor. Ama muhalefet söylem geliştiremiyor, gündem oluşturamıyor.
Suç sadece muhalefette mi?
Muhalefetin beceriksizliği, toplumun hissiyatını yakalayamaması, ülkenin ihtiyaçlarını görmemesi elbette etkili. Partiden sık sık halkın inançlarını, değerlerini aşağılayan açıklamalar gelmesi önemli kesimin CHP’ye peşinen mesafeli durmasına neden oluyor. Ama son 20 yılda siyasette tıkanmanın başka önemli bir sebebi daha var: Erdoğan’ın gerek parti içinde, gerek diğer partilerde kendisine alternatif olabilecek kişileri bir şekilde elimine etmesi.
1980 darbesinden sonra bile Erdal İnönü, Tansu Çiller, Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Murat Karayalçın, Muhsin Yazıcıoğlu gibi siyasetçiler çıkmıştı. Ama ilginç şekilde Erdoğan iktidara geldikten sonra ona alternatif olabilecekler satın alındı veya elimine edildi (Muhsin Yazıcıoğlu gibi). Bazıları ise itibarsızlaştırıldı. Erdoğan AKP içini zaten kontrol ediyor. “Kardeşim Abdullah!”, “Bülent abi!” dahil kimsenin kendisini dengeleyecek kadar etkili olmasına müsaade etmedi. Eskileri kulvar dışına itti, ama gençlerin de önünü açmadı. AKP’nin 289 milletvekili arasında militanlık yapma, Erdoğan goygoyculuğu ile öne çıkma dışında, “ülke için gerekli ve yararlı” dediğiniz bir siyasetçi aklınıza geliyor mu?
Son on yıldır AKP’ye, son beş yıldır devlete tek adam hakim ve bu adam çevresinde ot bitirmiyor. En yüksek oyu almış Davutoğlu’nu itibarsızca (bir rivayete göre dövdürüp kolunu da kırdırarak) biçti. “Prens” olarak düşünülen damadını önce dövdürdü, sonra siyasetin dışına itti. 1.5 ay oldu damat nerde bilen, gören yok! Belki de hayatın dışına atıldı?
Dünyada farklı sebepler olabilir ama Türkiye’de siyasetin lider üretememesinin nedenlerinin başında Erdoğan’ın satın alma veya yok etme stratejisi geliyor. Bunu sanki tek başına da yapmıyor. Baştan bu tarafa görünmez ellerin umulmadık zamanlarda Erdoğan’a destek olduğu, önündeki engelleri kaldırdığı herkesin malumu.
Demirtaş’ın hapiste olması tamamen Erdoğan’ın siyaset tarzıyla ilgili. Eğer Demirtaş silik, sadece etnik Kürt siyaseti yapan bir lider olsaydı Erdoğan’ı bu kadar germezdi. Ama Demirtaş her tür seçmenden sempati topladı, oy aldı. Etkili liderlik sergiledi. Erdoğan’ı rahatsız eden söylemler geliştirdi. HDP, Türkiye partisi gibi hareket etmeye, Kürtlerin hakları yanında Türkiye’nin sorunlarına eğilmeye başladı. Demirtaş’ın ve arkadaşlarının liderliği HDP’yi etnik siyaset alanından kurtardı. Demirtaş, Erdoğan’ın kimyasını bozan, karizmasını çizen, 15 Temmuz’daki karanlık noktaları sorgulayan söylemler geliştirdi. HDP, Kürt kökenli olmayan, değerli, önemli pek çok insanı milletvekili yaptı ve TBMM’ye soktu. Ömer Faruk Gergerlioğlu, Hüda Kaya gibi insanlar hukuksuzluklar, insan hakları ihlalleri karşısında vicdanlara hitap ettiler. Yaygın zulme, talana, adaletsizliğe karşı çıktılar.
Demirtaş, PKK ile ilişkili olduğu için değil, aksine belki Dağ’a teslim olmadığı için Erdoğan’ı rahatsız etti. Erdoğan’la benzer kişiliğe sahip Öcalan’ı da rahatsız ettiğini düşünüyorum. Erdoğan’ın tehditlerine boyun eğmemesi, satın alınamayışı, sadece saz ‘çalabilmesi’, hitabeti, zekaveti rahatsız etti. Demirtaş tespit edilmiş bir suçtan dolayı değil, etkili liderliğinden dolayı hapiste. Siyasi görüşlerinin çoğuna katılmıyorum. Ama onu ülke için gerekli ve yararlı görüyorum. Her şeyden öte, yok yere hapsedilen yüzbinler gibi, tutsaklığının sona ermesi gerektiğini düşünüyorum.
HDP’li değilim. Kürt değilim. Kürt siyaseti yapan partilere hiç oy vermedim. Etnik siyasete karşıyım. Ama Kürtlerin ağır hak ihlallerine maruz kaldıklarını hep ifade ettim. Kürtlerin temel insani, kültürel haklarını hep savundum. Elinde silah tutan, şiddet kullanan PKK dahil her tür terör örgütüyle hukuk içinde kalarak mücadele edilmesini, ama sivil siyaset alanının açık kalması gerektiğini her fırsatta dile getirdim.
Maalesef Türkiye’de PKK ile mücadele edilirken, sivil/siyasi alanı açık tutmak yerine, her defasında bütün Kürtlerin üzerine gidildi. Belirli periyotlarla siyasi, kültürel haklar yok edildi. Çözüm döneminde ise konjonktürel nedenlerle — hukuka/yasalara rağmen — PKK’nın Kürtler üzerindeki baskısına göz yumuldu. AKP, “Her yeri silahlarla, bombalarla doldurdular, bunu biliyoruz ama…” deyip PKK’nın kentleri ele geçirmesini yok saydı. Sonra da o silahları ve militanları temizlemek için şehirleri ağır silahlarla dümdüz etti.
Devletin Kürtlerin siyaset yapmasının önünü sürekli tıkaması, seçilmiş siyasetçileri aşağılaması, hapsetmesi, belediyelere çökmesi Kürtlerde sivil ve siyasi çözüm umudunu ağır şekilde tahrip etti. Sorunu çözmede ortaya konan tutarsızlık ve sivil/siyasi çabaların baskılanması nedeniyle, Kürt gençler silaha, dağa yönelmeyi daha etkili yöntem olarak gördü. Uygulamalar, PKK’nın Kürtlere telkin ettiği, “Silah yoksa Kürt’ü dikkate almazlar” söylemini doğruladı. Her baskı dönemi PKK’ya desteği artırdı, Kürtlerin ülkeyle bağını zayıflattı.
Demirtaş’ın özgür bırakılması sadece bir hukuksuzluğu telafi etmeyecek, aynı zamanda Kürtlerin sivil siyaset yapma umudunu ve ülke içinde çözüm arama isteğini artıracaktır. Demirtaş’ın içerde tutulması Erdoğan’ın kendini güvende hissetmesini sağlayacak, ama ülkeye zarar verecektir. Demirtaş’ı hapsetme, HDP’ye siyaset yolunu tıkama HDP’yi bitirmeyecek, ama Dağı, silahı, bölünmeyi öne çıkaracaktır.