Saruhan Oluç “İktidar HDP’yi sadece kapatmak değil, yok etmek istiyor. Diyelim kapattınız. Aileleriyle birlikte 20 milyona yakın insana ne yapacaksınız? Ne kadarını katledip, ne kadarını yok edeceksiniz? İnsanları buharlaştıramayacağınıza göre mücadelemize devam ederiz.”dedi.
EYLEM YILMAZ-KRONOS
HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç ile Bahçeli’nin partilerini kapatılması yönündeki ısrarlı tavrını, iktidarın tutumunu ve gündemde yerini koruyan sistem tartışmalarını konuştuk. Partilerinin kapatılması yönünde görüş beyan edenler için “Siyasi acizlik içindeler” diyen Oluç, bu gerçekleşse 6 milyon seçmene ne yapacaklarını “soruyor” ve MHP tarafından yapılan bu açıklamalar için suç duyurusunda bulunduklarını hatırlatıyor: “Ruanda soykırımında yapılanla aynı açıklamadır.”
HDP Grup Başkan Vekili Saruhan Oluç, Kronos’un sorularını şöyle cevapladı:
HDP’nin kapatılması tartışması ile başlamak istiyorum. MHP lideri Bahçeli’nin ısrarlı bir tavrı söz konusu. İçişleri Bakanı Soylu da destekliyor. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın net bir açıklaması yok. Neden Bahçeli böyle bir çıkış yaptı ve bu tablo ortaya çıktı?
Parti kapatılması konusunda önce şunu söylemek istiyorum. Türkiye’de bugüne kadar çok parti kapatıldı. Bizden önce toplam beş parti kapatıldı. Fakat Kürt sorunun çözümü konusunda herhangi bir sonuç elde edilemedi. Tersine demokratik siyaset alanında çalışanlar daha da güçlendi. Parti kapatma herhangi bir toplumsal, siyasal sorunun çözümü konusunda olumlu bir sonuç vermemektedir. Aynı şey bugün Adalet ve Kalkınma Partisi ve onun kolları açısından değerlendirirsek de böyledir. Kapatılan çok sayıda partileri vardır. Türkiye kapatılmış partiler mezarlığıdır. Bu herhangi bir sorunun çözümü değildir.
İkincisi iktidar partisi açısından bakarsak, biz kendilerinin siyasi rakibiyiz. Toplumsal ve siyasal alanda iktidara karşı mücadele veren bir muhalefet partisiyiz. Herhangi bir iktidar ortağının, ister MHP ister AKP olsun, siyasi olarak baş edemediği bir partiyi yargı yolu ile tasfiye etme çabası demokratik siyaset açısından kabul edilebilir değildir. Bu HDP’nin başarılı bir siyaset sürdürdüğü anlamına gelir. İktidar bu başarılı muhalefetle başa çıkamadığı için ellerinde bulundurdukları yargıyla bir tasfiye operasyonu gerçekleştirmek istemektedirler.
20 MİLYONA YAKIN İNSANI NE YAPACAKSINIZ, NE KADARINI KATLEDİP NE KADARINI YOK EDECEKSİNİZ?
AKP Sözcüsü Ömer Çelik ‘Hazine yardımı kesilebilir’ dedi…
Hazine yardımı meselesi öyle bir tartışılıyor ki sanki iktidar partisi ve ortakları bir lütufta bulunuyorlar. Yurttaşların ödedikleri vergilerden oluşan bir yardımdır. Biz de gücümüz oranında bu payı almaktayız. Dolayısıyla bu bir lütuf değil, hakkımızdır. Aileleri ile beraber 20 milyon seçmenimiz bu ülkenin yurttaşıdır ve vergi ödüyorlar. İktidar bize para hediye etmiyor. Dolayısıyla bu yollara tevessül eden iktidar siyasi anlamda başarısız olduğunu ilan etmiş oluyor. Parti kapatmak yasakçı bir anlayıştır. Bunun sözcülüğünü dün Doğu Perinçek yapıyordu, bugün Devlet Bahçeli yapıyor. Hepsi de iktidar ortağıdır. Yargı, iktidarın kontrolü altındadır. Kapatma davasını açabilirler ve kapatabilirler de. Fakat şunu söyleyelim, HDP bir bakkal ya da manifatura dükkânı değildir. Bütün kurum ve kuruluşlarıyla, bileşenleri ile bir halk hareketidir. 20 milyon insana ne yapacaklar? İnsanları buharlaştıramayacağınıza ya da Türkiye’den uzaklaştırmayacağınıza göre, elbette ki biz yeniden büyük bir halk hareketi olarak mücadelemize devam ederiz. Bu tehditlere taviz vermeyiz.
Belirttiğimiz gibi bu konuda oldukça deneyimli bir siyasi geçmişe sahip bir partisiniz. Ama Bahçeli erken seçim dediğinde erken seçim oluyor, af istediğinde af çıkıyor. Bu çıkışların zamanı, nedeni ve şekli konusunda ne düşünüyorsunuz?
Semih Yalçın, ırkçı ve insanlık düşmanı bir cümle kurulmuştur. Bunu sadece siyasi olarak söylemiyorum. Hukuki olarak da böyledir. Toplu bir katliam çağrısı yapmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi alanında bir soykırım çağrısı olarak geçer.
Siz de zaten suç duyurusunda bulunmuştunuz.
Evet. Bir Ruanda örneği var. Oradaki gibi aynı benzer kelimelerle bu çağrı burada da yapılmıştır. Ruanda’da gazeteci sıfatıyla bu çağrıyı yapmış olanlar Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde ağır cezalar almışlardır. Bu Milliyetçi Hareket Partisi’nin zihniyetini bize gösteriyor. Sadece partiyi kapatmak değil, yok etmek istiyorlar. 20 milyona yakın insana ne yapacaksınız? Ne kadarını katledip, ne kadarını yok edeceksiniz?
KAPATMA GÜNDEMİ SİYASİ ACZ GÖSTERGESİDİR; ‘BAŞEDEMİYORUZ KAPATALIM’
Yani siz bu çıkışı gerçekçi bulmuyor ve önem atfetmiyorsunuz. Doğru mu anlıyorum?
Evet. Bu sadece politikalarımızla, önerilerimizle, sürdürdüğünüz başarılı muhalefetle baş edemediklerini gösteriyor. Bu siyasi bir aciz göstergesidir. “Baş edemiyoruz, kapatalım” diyorlar. Halkımız bunu elbette takdir edecektir. Bu konuda da bir şüphemiz yok.
1980 ASKERİ DARBE DÖNEMİNDE BİLE TÜRKİYE’YE YAPTIRIM BU KADAR KONUŞULMADI
Bir yandan da yeni ittifak arayışları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İYİ Parti’ye, Meral Akşener’e yönelik davet içeren mesajları var. Bu MHP dışında yeni bir ortaklık arayışı mıdır? Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mesele İYİ Parti meselesi değil. Yapılan büyün kamuoyu araştırmalarına göre Cumhur ittifakı ve Cumhurbaşkanı yüzde 50 artı 1 oy oranını yakalayamıyor. Sonuçlar böyle olunca Cumhur ittifakı kendi alanını genişletme ya da kendilerine karşı oluşmuş ittifakları bozma ya da dağıtma politikası sürdürüyor. Dolayısıyla amaç Millet İttifakı’nı bozabilmek ya da yeni ittifaklar oluşmasını engelleyebilmektir. Cumhur İttifakı’nın, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin bir otokrasi olduğu, bir tek adam iktidarı olduğu, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırdığı, denetim mekanizmalarını işletmediği, hukukun üstünlüğünü yok ettiği, yargı ve yasamayı kontrol altına aldığı görüldü. Biz de bunun böyle olacağını hep söylüyorduk. Bu sistem ekonomide, dış politikada büyük bir krize yol açtı. Türkiye’yi belki ilk kez her ülke ile kavgalı konuma getirdi. Üstelik bütün Batı ittifakı ile kavgalı hale getirdi. İlk kez uluslararası alanda Türkiye’ye yaptırımlar bu kadar çok konuşuluyor oldu. 1980 Askeri Darbe döneminde bile yaptırımlar bu şekilde konuşmamıştı. Bu alanda Herhangi bir değişim adımı olmadığı müddetçe Cumhur İttifakı’nın bu sıkışmışlık durumunu aşabileceğini zannetmiyorum. Oy yoklamaları da bu sistemin yürütülmemesi gerektiği konusunda halkın tepkilere ortaya koyuyor.
ERDOĞAN ERKEN SEÇİM KARARI ALIRSA ‘BEN İKTİDARI BIRAKIYORUM’ DEMİŞ OLUR
Bu aşamada bu yıl içerisinde bir erken seçim öngörüyor musunuz diye hemen sorayım?
Erken seçim olması için Cumhurbaşkanı’nın onayı ve Meclisin erken seçim kararı alması gerekir. Meclis’in şu an erken seçime gitme yönünde karar alabileceği bir çoğunluğu bulunmuyor.
İkincisi bütün kamuoyu araştırmaları şu an iktidarın çok ciddi bir oy kaybı olduğunu gösteriyor. Meclis çoğunluğunu da kaybedeceklerini gösteren çok güçlü işaretler söz konusu. Dolayısıyla ekonomik krizin derinleştiği, dış politikada bu kadar ağır yaptırımların gündeme geldiği koşullarında iktidarın bir erken seçime gideceği kanaatinde değilim. Eğer böyle bir şey yaparsa ben iktidarı bırakıyorum demiş olur.
Bir yandan da “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” çalışmaları söz konusu. En son CHP lideri Kılıçdaroğlu çalışmalarını tamamlamak üzere olduklarını ifade etti. CHP ve HDP’nin bu yönde bir dirsek teması, bir beraberliği var mıdır?
Böyle bir birliktelik yok. Herkes kendi çalışmasını yapıyor. Bizim de kendi çalışmamız söz konusu. Adına Cumhurbaşkanlığı Sistemi denilen bu ucube sisteme karşı ne alternatif ne olabilir konusunda epeydir çalışıyoruz. Bununla ilgili oluşturduğumuz bir model var. Önemsediğimiz başlıklar şunlar: kuvvetler ayrılığının yeniden tesis edilmesi, denge ve denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi, bağımsız ve tarafsız bir yargı oluşması, yürütmenin yargı ve yasama üzerindeki tahakkümünün ortadan kaldırılması, Meclis’in güçlü bir denetim ve yasama organı olarak çalışmasının sağlanması ve yerel demokrasinin güçlü olduğu bir parlamenter sistem. Yerelden ve yerinden yönetim mekanizmaları güçlü değilse, insanlar kendi mahallelerinden başlayarak ilçelerinde, şehirlerinde, ister belediye meclisleri olsun isterse yerel meclisleri olsun, seçemiyorlarsa ve seçtikleri kayyum yolu ile görevden alınıyorsa ya da seçtiklerinin iradesi engelleniyorsa güçlü bir yerel demokrasi yok demektir. Türkiye’de yerel demokrasinin güçlendirilmesi en büyük ihtiyaçtır. Biz güçlü bir yerel demokrasi üzerinde yükselen, yerinden ve yerinden denetim mekanizmalarının güçlendirildiği, hukukun üstünlüğünün, toplumsal adaletin sağlandığı bir parlamenter sistemin önemli bir çıkış yolu olacağını düşünüyoruz. Bunun adını tartışmıyoruz. Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslararası demokratik sözleşmelere uyum sağlayan bir parlamenter sistem istiyoruz.
Bu çalışmamızla ilgili geçen dönemde muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşları ile görüşmelerimiz oldu. Yine bu görüşmeler olmaya da devam edecek. Zaman zaman kamuoyu ile yaptığımız çalışmaları paylaşıyoruz. Önümüzdeki hafta yargının bağımsızlığı konusundaki önerilerimiz konusunda bir açıklamamız olacak. Çalışmalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz.
DEMOKRASİ İTTİFAKİ SADECE CHP VE HDP İLE ALAKALI DEĞİL
Yaptığınız bu görüşmelerde yaklaşım ne yöndeydi? Örneğin Kılıçdaroğlu’nun ağzından “demokrasi ittifakı” ifadesini duyuyoruz. Böyle bir ittifak söz konusu olabilir mi? Bir de yaptığınız görüşmelerde ne görüyorsunuz? Var mı böyle bir birliktelik ışığı?
Buna sadece CHP olarak bakmıyorum. Buna toplumsal muhalefet açısından bakmamız gerekiyor. Demokrasi ittifakı dediğimiz şey sadece bir siyasi parti ile alakalı değildir.
Elbette öyledir. Ancak şu anda Meclis’te iki güçlü muhalefet partisinden bahsediyoruz. Biri ana muhalefet partisi ve üçüncü büyük parti de sizsiniz. Aldıkları oy açısından değerlendirdiğimiz zaman güçlü bir alan ortaya çıkıyor.
Elbette, sorunuzu anlıyorum ama ben bunu tek bir siyasi parti olarak görmüyorum. Olumlu olarak değerlendirdiğimiz şöyle bir durum var, hem meclisteki siyasal muhalefet hem de meclis dışındaki siyasal ve toplumsal muhalefet açısından baktığımızda bir ortak demokrasi zemininin oluşmuş olduğunu görüyoruz. Aşağı yukarı birçok konuda, siyasal ve toplumsal muhalefet birbirine benzer önerilerde bulunuyor. Bu sevindiricidir.
Metropol’ün Başkanı Özer Sencar, erken seçime gidildiği takdirde muhalefetin ortak hareket ederse iktidarı kazanabileceğini ve çıkarılacak adayın kilit rol oynadığını söyledi. Bu aday konusunda HDP ne düşünüyor?
Şu anda isim konusunda konuşma yapabileceğimiz bir durum yok. Çünkü böyle bir aday yok.
‘CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİNİ BEN DOĞRU UYGULARIM’ DİYEN ADAYI DESTEKLEMEYİZ
Elbette, biraz kristal küre sorusu oldu ama en azından nasıl bir aday olmalı konusunda HDP’nin yaklaşımını öğrenmek adına sordum.
Türkiye’de bugün Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin yarattığı tahribatın ortadan kaldırılması ve tekrardan demokratik bir sistemin oluşmasının adımlarının atılması konusunda sağlam bir politikaya, görüşe ve programa sahip olan adaylar önemlidir. Ama şu anda bir isim telaffuz edebilecek durumda değiliz. Böyle bir şey yapmak doğru da olmaz. Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ni ben kazanırsam daha doğru uygularım diyen bir aday bizim destek diyebileceğimiz bir aday olamaz.
Yeniden bir çözüm sürecinin başlayacağına yönelik açıklamalar var. Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya görüşmeler yapıldığını ifade etti. Bu temelde görüşmeler gerçekleşiyor mu?
Açıkçası bizim böyle bir görüşmemiz olmadı ve böyle bir eğilim de gözlemlemiyoruz. Tam tersine HDP’yi bütün kurum ve kuruluşlarıyla demokratik siyaset alanından tasfiye etme çabası söz konusu. Şunu da vurgulamak istiyorum, iktidar HDP’ye bütün kurum ve kuruluşları ile tasfiye ederiz ve böyle bir çözüm yaratırız diye düşünüyorsa bu son derece yanlıştır. Mesnetsiz bir iddiadır. Birileri de, HDP tasfiye edilirse biz iktidarla oturup bir çözüm üzerinde uzlaşırız diye hevesleniyorsa bunun da bir karşılığı yoktur. Üstelik gerçekleşme imkânı da yoktur.
“Kürt sorunu yoktur”, “Ben bunu çözdüm” diyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Böyle bir iktidarın herhangi bir çözüm arayışında olması söz konusu değildir. Türkiye sınırları içerisinde ve Türkiye sınırları dışında, Kürtlerin her türlü hak ve statü arayışına karşı karşısına çıkan bir AKP ve MHP ittifakı var. Bu politikanın sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi hem doğuda hem batıda oy kaybına uğradı. Şimdi bunu gördükleri için Kürt seçmenin güvenini tekrar nasıl kazanabiliriz arayışına girdiler. Yapılan budur.
YENİDEN ÇÖZÜM SÜRECİ GÜNDEMİ AKP’NİN BİR SEÇİM ÇALIŞMASIDIR
Bu aşamada bunun bir erken seçim arayışının sonucu olduğu yönünde yorumlar olmuştu. Siz buna katılıyor musunuz?
Doğrudan bir erken seçime bağlamasak da bir seçim çalışmasıdır. Kürtlerin güvenini yeniden kazanmaya çalışıyorlar. Bunu bir çözüm süreci olarak nitelemek yerine Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kaybettiği Kürt seçmenini geri kazanma çabası diye düşünmek lazım. Belediyelerine kayyum atamaktan seçilen siyasetçileri tutuklamaya kadar sürdürülen bu politikalardan sonra tekrar güvenin kazanılması da mümkün değildir.
AYHAN BİLGEN MAALESEF ŞU ANDA SİYASİ REHİNDİR
Tutuklanan ve yerine kayyım atanan Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen’in “HDP tersine Türkiyelileşiyor” açıklaması var. Parti içinde bir değişim arayışı mı söz konusu mudur? Bilgen’in bu yorumuna katılıyor musunuz?
Ben Ayhan Bilgen’in tam olarak böyle yorumladığını düşünmüyorum. Tersine Türkiyelileşme meselesini kendisi ile yüz yüze tartışmak isterdim. Maalesef şu anda siyasi bir rehindir ve yapamıyoruz. Bu eleştirileri bir örnekle açıklamak isterim. En son bütçe görüşmeleri sırasında hem komisyon aşamasında hem genel kurulda HDP Türkiye’nin bütün sorunlarına ilişkin en ciddi önerilerde bulunmuştur. İşçi ve emekçilerin sorunlarından tutun ekonomik, sosyal, çevre, kadın ve gençlik alanlarında çok ciddi öneriler sundu. Türkiyelileşme ne demektir? Türkiye’nin bütün sorunlarına, sadece bir bölgesinin değil, ya da sadece bir kesimin değil ya da bir inanç grubunun değil, bütün halkın, bütün inanç gruplarının, bütün kimliklerin sorunlarına yönelik politikalar üretmektir. Onların sorunları için mücadele etmektir. HDP, bu konuda üzerine düşen her türlü çabayı sarf etmektedir. Yetmiyor, daha fazla çaba sarf edelim diyebiliriz. Ayhan Bilgen daha önce de bu eleştirileri yöneltti. Bunda haklıdır da. Tabii ki biz de daha fazlasını yapmak istiyoruz.
İKTİDAR HDP’Yİ BÖLGEYE HAPSETMEK İSTİYOR
Daha fazladan ne anlamalıyız? Bunu detaylandırabilir misiniz?
Daha fazla örgütlü bir çaba içine girmek. Türkiye’nin her yerinde daha fazla örgütlenmek. Örneğin Karadeniz’deki örgütlerimiz Ege’de, Marmara Bölgesi’ndeki örgütlenmelerimizden daha zayıftır ve biz tabii ki Karadeniz’de daha örgütlü olmayı hedefleriz. Oradaki halkın HES mücadelesini, yoksulluk alanında ya da tarım alanındaki ihtiyaçlarına çözüm bulabilmek konusunda adımlar atmayı istiyoruz. Ama burada iktidarında karşımıza çıkardığı engeller söz konusu. İktidar HDP’yi bir bölgeye hapsetmek istiyor.
BAHANE OLARAK SÖYLEMİYORUM AMA SON İKİ SENEYE BAKIN BİNLERCE İNSAN TUTUKLANDI
Ve şu an HDP tam da bu konumda değil mi sizce? Yani 7 Haziran’dan önceki HDP ile şu an gördüğümüz HDP arasında sizce de bir fark yok mu? Ayhan Bilgen’in bu eleştirileri de tekrar gündeme getirmesi HDP içinde bir karşılık bulmuyor mu?
Parti içinde bir Türkiye partisi olma konusunda herhangi bir şüphe yok. HDP’nin politikalarına, seçim bildirgelerine, parti programına baktığımız zaman da bunu görüyoruz. Hedef budur. Bu hedef için çalışırken karşılaştığımız zorlukları, bu güçlükleri görmezden gelemeyiz. Bunu bir bahane olarak söylemiyorum. Ama son iki seneye bakın. Binlerce insan gözaltına alındı, tutuklandı. Şu an cezaevinde binlerce il ve ilçe yöneticisi arkadaşımız bulunuyor. Aynı baskı başka bir partiye yapılsaydı şu anda dağılır, ortada kalmazdı. HDP, bütün bu baskılara direnen, Türkiye partisi olma hedefinden vazgeçmeyen bir partidir.
Türkiye Partisi olmak demek bizim için Kürt sorunu ile ilgilenmemek demek değildir. Kürt sorunu, Türkiye’de tarihsel olarak da çözülmesi gereken önemli bir sorundur. HDP, bu sorunun çözümü için adım atmayı önemli bir meselesi olarak görmektedir. Bundan vazgeçmez. Ama Kürt sorununun çözümünü demokratikleşmekten ayrı düşünmez. Türkiye demokratikleştiği zaman Kürt sorununun çözüleceğini düşünür. Kürt sorunu çözüldükçe de demokrasinin gelişeceğini düşünür. Bunlar birbirinin içine geçmiştir. Türkiyelileşme meselesini Kürt sorunundan ayrı tutanlar oluyor. Bu yanlıştır. Biz Türkiye partisi değiliz eleştirilerine, Kürt sorunu Türkiye’nin sorunudur diye cevap veriyoruz. Bu yüzden çözüm yeri Meclis diyerek partilere çağrı yapıyoruz.
Biraz daha açmak adına örnek vermek isterim. Geçtiğimiz günlerde açlık grevleri için sosyal medyada “cezaevlerinden haberiniz var mı” kampanyası yaptınız. Bu yöntemi size oy verenler de eleştiriyor. Covid-19 salgını, ekonomik kriz, sistem krizi tartışmaları… yerine böyle bir kampanya yapmak size yönelik eleştirileri biraz haklı çıkarmıyor mu?
AÇLIK GREVLERİ BİZİM İRADEMİZ DIŞINDA ALINMIŞ BİR KARARDIR
Hayır. Sosyal medyadan örnek verdiğiniz için oradan örnek vermek istiyorum.
Şunu özellikle belirtmem gerekir. Bu örneği özellikle sosyal medya üzerinden vermek durumunda kaldım. Çünkü maalesef sizi ana akım medyada göremiyoruz. Keşke ana akım medyada da sizi görebilsek ve oradan örneklerle bu soruları size yöneltebilsek.
Tabii, ben sizi anlıyorum. Bir örnek vererek cevaplayayım. Verdiğiniz örneğin hemen öncesinde asgari ücret 4 bin TL olsun kampanyası yaptık. O zaman gündemde asgari ücret vardı. Şimdi cezaevleri kampanyası yapmamızın nedeni de orada bir sorun olması. Örneğin, çıplak arama sorundan bahsettik. İktidar önce reddetti ama Anayasa Mahkemesi bile çıplak aramaya maruz kalmış bir kişinin başvurusuna hak ihlali vardır kararını verdi. Cezaevlerinde çıplak arama var, kötü muamele var, işkence var, Covid-19 salgını açısından sorunlar yaşanıyor. Açlık grevleri bizim onayladığınız bir şey değildir. Bizim irademiz dışında alınmış bir karardır.
Ama reddettiğiniz gibi bir görünüm de yok.
Şunu hep söyledik, hep söyleyeceğiz, hiç kimsenin canını tehlikeye atacak bir politikayı biz doğru bulmalıyız. Ama cezaevinde insanlar ancak hayatlarını ortaya koyarak taleplerini dile getirebildiklerinde, bunun dışında başka çareleri kalmadığında bunu yapıyorlar. Bunu elbette tartışıyoruz. Fakat bunun çözümü iktidarın elindedir. Cezaevinde bulunan insanların yaşamlarından sorumlu olan devlettir. Bu sorunları çözmek için birlikte konuşalım, mücadele edelim ve insanların kendi yaşamlarını sonlandıracağı bu eylemleri sonlandıralım diyoruz. O yüzden böyle bir kampanya yaptık. Bunu biz dile getirmezsek, kimse dillendirmiyor.
7 HAZİRAN’DA AĞIR AKSAK DA OLSA İŞLEYEN BİR PARLAMENTER SİSTEM VARDI
Örnek olsun diye verdim. Mesele HDP’nin Türkiye gündemi dışında bir görüntü veriyor olması. Sizin de bahsettiğiniz iktidarın HDP’yi bir bölgeye hapsetme hedefi gerçekleştiği görüntüsü. 7 Haziran’dan önce Türkiye’de gündem yaratan, kemikleşmiş oy oranını dışında bir oy alan HDP vardı. Aynı HDP’yi tekrar göremez miyiz?
Bunun için 7 Haziran’a gelen koşullara bakmak gerekiyor. O zaman Türkiye’de bugünkü Cumhurbaşkanlığı Sistemi, bir otokrasi yoktu. Eksikler ve yanlışlar olmasına rağmen ağır aksak işleyen bir parlamenter sistem vardı. Ağır aksak işleyen bir yargı mekanizması vardı. Daha önemlisi bir çözüm süreci tartışması vardı. İnsanlar hayatlarını kaybetmiyorlardı. Görüşmeler sürüyordu. Bu koşullarda HDP güçlendi ve 7 Haziran sonuçlarını aldı.
Doğru söylüyorsunuz ama bu da aslında devletin veya iktidarın size yani ülkede yarattığı alanla alakalı bir başarı olmuyor mu? Yani iktidarın sunduğu koşullara göre mi HDP bir başarı yakalıyor ya da yakalayamıyor? HDP kendisi bir şey yapamaz mı ne dersiniz?
ERDOĞAN BALDIRAN ZEHRİNİ KENDİ İÇMEDİ HDP’YE, KÜRTLERE İÇİRMEYE ÇALIŞTI
Bunlar iktidarın sunduğu koşullar değil, var olan koşullardı. İktidar bu koşulları ortadan kaldırdı.
Çözüm sürecini iktidar başlattı. Cumhurbaşkanı o zaman “Baldıran zehri de olsa içer, bu sorunu çözeriz” demişti. Hatırlatma ihtiyacı duydum.
Bir sorunun çözümü konusunda adım atılması yanlış bir tutum değildi. Partilerden bağımsız olarak söylüyorum hangi iktidar bunu yaparsa doğru bir adım olur. Ama baldıran zehrini kendisi içmedi HDP’ye, Kürtlere içirmeye çalıştı.
HDP BİR BARIŞ PARTİSİDİR, TÜRKİYE’DE BARIŞ VE HUZUR OLURSA GÜÇLENİR
7 Haziran’dan önceki koşulları hatırladığınız için hatırlattım. Çözüm sürecini de iktidar başlatmıştı bu nedenle hatırlatma gereği duydum. HDP’nin başarısı iktidarın sunduğu koşullara göre mi belirlenecek, tekrar sormuş olayım.
Tabii ki iktidarın sunduğu alana göre değil. HDP’nin başarısı Türkiye’deki barışın ve huzurun olduğu ortama göre gelişir. Türkiye halkları HDP’nin barışın ve huzurun gelişmesi yönündeki etkisini ve çabasını gördükçe HDP güçlenir. HDP bir barış partisidir. Bu kamuoyu tarafından görüldükçe destek arttı, artmaya da devam etti.
TÜRKİYE’NİN TEKRAR BATILI MÜTTEFİKLERİYLE BULUŞMASI ÖNEMLİDİR
En son olarak 2021 yılında Türkiye’de ne gibi bir gelişmeler yaşanır diye sorsam ne dersiniz?
Pandeminin hem Türkiye’de hem de dünyada ekonomik ve sosyal olumsuz sonuçları ortaya çıktı. Bunun düzelmesi için hepimiz elimizden geleni yapacağız.
İkincisi, Türkiye’de demokrasi, hak ve özgürlüklerin gelişmesi konusunda adımlar atılması çok önemli. Türkiye’nin yanlış dış politikadan dönerek tekrardan Batı müttefikleriyle doğru bir ittifak zemininde buluşması önemlidir. Bu doğrultuda mücadelemizi sürdüreceğiz. Umarım 2021 bu alanda adımların atılabileceği bir yıl ve iktidarın yanlış politikalarından uzaklaşacağı bir yıl olacaktır. Bu gerçekleşirse Türkiye’de yaşayan her insanın yaşam, huzur, barış ve demokrasi hakkı yerine gelmiş olur.
Halkların Demokratik Partisi, demokrasinin önemli araçlarından bir tanesidir. Tasfiye edilmesi, kapatılması ya da yasaklanması demokrasiden uzaklaşılması ne ifade eder. Belediyelerimize kayyum atanırken bunun Türkiye’de bir kayyum rejimine dönüşebileceğini söylüyorduk. Bugün Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum atandı diye öğrenciler ayağa kalktı. Eğer biz söylediğimizde herkes kararlı duruşunu sergileyebilseydi bugün Boğaziçi Üniversitesi’ndeki öğrenciler ve akademisyenler böyle bir sorunla karşı karşıya kalmayacaktı. Şimdi sanıyorum bu dersi toplumun daha geniş kesimleri çıkarmış oldu. Demokrasi hepimizin hayatımız için geçerlidir, gereklidir. Hukuk hepimiz için gerekli ve geçerlidir.
TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ MHP BELİRLİYORSA ZATEN HEPİMİZE GEÇMİŞ OLSUN
Az önce Batı ittifakından bahsettiniz. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Geleceğimizi Avrupa Birliği’nde görüyoruz” dedi. Bahçeli’nin itirazıyla geri dönüş oldu. Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde bir geleceği söz konusu olur mu? Bahçeli’nin itirazına rağmen olur mu?
Türkiye’nin geleceğini Milliyetçi Hareket Partisi belirliyorsa zaten hepimize geçmiş olsun. Ben böyle olmadığı kanaatindeyim. Türkiye’deki hem siyasal hem toplumsal muhalefet adımlarını doğru atacaktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tarafıdır Türkiye. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. maddesi AİHM kararlarının uygulanmasını emreder. Türkiye’nin bunun altında imzası vardır. Dolayısıyla şimdi AİHM’in kararları bizi bağlamaz zihniyeti ile hareket eden bir Türkiye’nin doğrudan doğruya Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği ülkeleri ile yani Batı’yla çok ciddi sorunları olur. Buradan dönüleceği kanaatindeyim.
Böyle düşünmenizi sağlayan şey nedir?
Çünkü Türkiye’nin ekonomisinin yüzde 70’i Batı ile de ilişkilidir. Türkiye ekonomik olarak da, stratejik olarak da Batı’dan uzaklaşan değil, Batı ile yakınlaşan ülke olmak durumundadır. Ufak iktidar hesapları yüzünden bu tarihsel gerçeklikle ters düşen bir adım atılacağını ve Batı ile ilişkileri koparıp “Avrasyacı” zihniyette buluşulacağının gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Er ya da geç bu yönde politikalar oluşturulacaktır.
O zaman Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi de bekleyebiliriz?
Tahliyesi zaten gereklidir. İçeride kalması hukuksuz bir durumdur. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin büyük dairesinin verdiği son karar çok kapsamlıdır ve sadece Demirtaş için değil, dokunulmazlığı haksız ve hukuksuz yere kaldırılmış olan tüm seçilmişler için geçerlidir. Ne yapacak göreceğiz.