Gara operasyonu sonrasında siyasi gerginlik daha da yükseldi. Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli’nin “Gara operasyonu öncesi ile sonrası aynı olmayacaktır” açıklamasının Halkların Demokratik Partisi’nin kapatılmasına yönelik tartışmalar arttı. Milletvekilleri hakkında fezlekeler Meclis’e sunuldu.
Peki, toplum parti kapatmalara nasıl bakıyor? Milliyetçi söylem toplumda bir karşılık buluyor mu? Siyasi partiler toplumun taleplerini anlayabiliyor mu? Ve en önemlisi toplumun gündemi ne?
Metropoll Araştırma Şirketi Genel Başkanı Özer Sencar sorularımızı yanıtladı. Yaptıkları son anketlere göre kararsızların oyu dağıtıldığında muhalefetin oyu yüzde 52.8, iktidarın/Cumhur İttifakı’nın oyu ise yüzde 45.7. Sonuçlar muhalefetin lehine olsa da Sencar bunun muhalefetin başarısı olmadığını söylüyor. “Halk ekonomik krizin faturasını iktidara kesiyor” diyen Özer Sencar, muhalefetin önünde bir fırsat olduğunu “halkın beklentilerini görme konusunda özürlüler” eleştirisiyle ifade ediyor. HDP’nin kapatılmasının ise AKP’ye kaybettireceğini düşünüyor Sencar.
Diğer yandan Boğaziçi Üniversitesi’ne eski AKP siyasetçi Melih Bulu’nun atanmasını toplumun yüzde 60’i doğru bulmuyor. Batı ile ilişkiler kopma noktasındayken toplumun yüzde 60’ı Avrupa Birliği’ni talep ediyor, geleceğini Batı’da görüyor. Topluma rağmen bir siyaset yürütüldüğü izlenimi ortaya koyan bu anket sonuçlarını, toplumun ne istediğini anlamak için söz Özer Sencar’da…
“SEÇMEN PARTİ KAPATILMASINA KARŞI AMA HDP’NİN KAPATILMASINI DESTEKLİYOR”
Gara operasyonu sonrası HDP’nin kapatılması tartışmaları hızlandı ve bazı milletvekilleri hakkındaki fezlekeler de Meclis’e sunuldu. Parti kapatılmasına seçmen nasıl bakıyor?
Seçmen genel olarak parti kapatılmasına karşı ama HDP’nin kapatılmasını çoğunluk destekliyor.
Neden?
HDP ile PKK arasında yakın bağ kuruyor insanlar. Parti liderleri buna öncülük ediyor. Kapatılmasından yana tavır alıyorlar. Dolayısıyla kendi seçmenlerini etkiliyorlar.
Yani siyasetçilerin yarattığı algı başarıya ulaşıyor.
Hayır, sadece siyasetçilerin başlattığı bir algı değil. Genel olarak insanlar böyle düşünüyor zaten. Siyasetçiler istese bu algıyı bir parça kırabilirler ama kapatılmasın diyemiyorlar.
“HDP SEÇMENİ ALIŞKIN BU İŞLERE, PARTİLERİ KAPATILDI DİYE DAĞILMAZ”
Bu tartışmalar Kürt seçmeni nasıl etkiliyor, etkiler?
HDP seçmenini çok fazla etkilemez, onlar alışkın bu işe. HDP seçmeni dağılmaz. Şu an seçime girecek yedek bir partileri varsa hepsi oraya gider ve HDP yine kendini korur. Ben AK Parti’nin içindeki Kürt seçmeni kaybedeceğini düşünüyorum. HDP’nin kapatılması Kürtlere karşı bir tavır gibi algılanır ve AK Parti’deki Kürt seçmen tepki verebilir.
Sürekli parti kapatmak kapatanların lehine olmaz. Erbakan’ın bütün partileri kapatıldı ama sonuçta Erbakan’ın çırakları yüzde 50 ile iktidar oldu bu ülkede. 20 yıldır Türkiye’yi yönetiyorlar. Parti kapatmak belki bir süre kapatılan partinin aleyhine olabilir ama istenilen sonucu vermez. Yanlış bir taktiktir. Eğer bir partide yasa dışı bir şey yapılıyorsa buna yargı karar verir. Parti kapatılmasını yargısal değil, siyasi bir karar olarak görürüm. Dolayısıyla doğru olacağı kanaatinde değilim. Kapatmak için ne amaçlanıyorsa ona ulaşılamaz.
Ocak ayındaki araştırmanızın sonuçları ile devam edelim. Kararsızlar dağıtılmadan iktidarın oy oranı yüzde 37,2, muhalefetin yüzde 43. Kararsızlar dağıtılınca muhalefet yüzde 52,8’e yükselirken iktidar yüzde 45,7’de kalıyor. Muhalefete desteğin yükselmesinin temel nedeni nedir?
Ekonomi. Şu anda ekonominin kötüye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 70 civarında. İnsanların gelir seviyesi düştü. Hayat standardı kötüleşti. Bunun faturasını vatandaş iktidara kesiyor, iktidarı sorumlu tutuyor.
“İNSANLAR KILIÇDAROĞLU, BABACAN YA DA DAVUTOĞLU’NUN ÜLKEYİ DAHA İYİ YÖNETECEĞİNE İNANMIYOR”
Bu tablo muhalefetin bir başarısının sonucu değil yani?
AK Parti’nin oyu 24 Haziran’da yüzde 42’ydi. Bugün kararsızları dağıttınız da oyu yüzde 37 yani beş puanlık bir düşüş var. Bu beş puan kararsızlara kaymış durumda. Bu oranın ortaya çıkmasının nedeni muhalefetin ürettiği politikalar, muhalefetin başarısı değil. İktidarın hem ekonomide hem de dış politikadaki başarısızlıklarından kaynaklanıyor. Dolayısıyla iktidarın oyunun azalmasının temel sebebi iktidarın yürüttüğü politikaların halk tarafından başarılı bulunmamasıdır. Buradaki en büyük sorun ekonomidir. Kötü giden bir ekonominin üzerine koronavirüs eklenince kriz arttı, insanlar büyük oranda işsiz kaldılar, dükkânlar kapandı. Vatandaş bunun faturasını iktidara kesiyor.
Bir anket çalışmanızda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ekonomideki kötü gidişattan sorumlu görenlerin oranı yüzde 29,5. Hükümet diyenler yüzde 27. Pandemi diyenler yüzde 2,1. Anlaşılan insanlar pandemiyi ekonomide etkili görmüyor. Yine aynı ankette “ekonomiyi kim düzeltir” sorusuna Cumhurbaşkanı Erdoğan diyenler yüzde 38,3. Hem onu sorumlu görüyor hem de çözümü yine onda buluyorlar. Bu tablo bize ne anlatıyor?
Burada ortaya çıkan faktör şu, daha önce yaptığımız bir araştırmada “sizce politikada asıl olan parti midir, lider mi” sorusunu sorduk. İnsanların yüzde 69’u “liderdir” yanıtını verdi. Bu, sorunuzu açıklamaya da yardımcı oluyor. Buradaki faktör liderin güçlü olmasıdır. Liderin ekonomist veya hariciyeci olması değil güçlü olması önemseniyor. Halk şunu söylüyor, Tayyip Erdoğan gibi veya ona benzer bir lider muhalefette yok, ülkeyi yönetebilecek bir lider göremiyoruz. Halk muhalefet liderlerini yeterli görmüyor.
Burada muhalefet liderlerinin çıkarması gereken sonuç, güçlü liderlik sergilemektir. Halka, “ülkeyi ekibimle birlikte yönetebilirim” mesajını inandırıcı bir şekilde vermesi lazım. Kemal Kılıçdaroğlu da, Davutoğlu da, Babacan da ve diğer muhalefet liderleri de bu soruna dâhildir. Hiçbirinin ülke yönetiminde başarılı olacağına insanlar inanmıyor. Bu güveni veremezlerse kararsızların içindeki bir kısım AK Parti kökenli seçmenler veyahut apolitik seçmenler erken veya ani bir seçimde “Erdoğan kötü yönetiyor ama ondan iyi yönetecek kimse yok” şeklinde bir algı ile tekrar AK Parti’ye oy verebilirler.
Kararsızlar içinde yer alan AK Partili seçmenler İYİ Parti’ye veya diğer yeni partilere gidebilir ama gitmiyor, orada duruyorlar. Apolitik seçmense ağırlıkla gençlerin oluşuyor ve son derece pragmatist olmaları nedeniyle parti bağlılıkları yok. Eğer yeni birisi, daha güçlü bir görüntü veren bir isim çıkmazsa mevcut güçlü liderlerin peşinden giderler. Yakınlarda yaptığımız bir çalışmada “cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan kazanır mı” diye sorduğumuzda yüzde 50, 55 oranında Erdoğan kazanır yanıtı geldi. “Peki, oy verir misiniz” diye sorduğumuzda yüzde 40 çıktı.
“LİDERLER ERDOĞAN’LA REKABET EDEBİLECEĞİNİ GÖSTERMELİ”
Bunun anlamı nedir?
Şu, Erdoğan’ın kazanacağına dair yerleşik bir algı var. Algılar gerçeklerden daha önemlidir. Kim olduğu önemli değil, birilerinin Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanabileceğine dair halkta bir inanç üretmesi lazım.
Bu inancın olmamasının temel nedeni nedir?
Siyasi partilerin halk nezdinde kabul edilebilirliğini başarabilmesi için liderlerin önce güçlü bir lider olabileceğini, Tayyip Erdoğan’la rekabet edebileceğini göstermeli.
Güçlü liderden ne anlamalıyız?
Güçlü lider değişik zamanlarda farklı söylemlerle ülkenin sorunlarına vakıf olduğunu, bu sorunları çözebileceğini ve sözünün güvenilir olduğunu ortaya koyandır. İnsanların bir liderin arkasından gidebilmesi için ona güvenmesi ve inanması lazım. Burada iki şey var; bir dürüsttür, düzgündür, sözüne güvenebiliriz, girişkendir gibi kişilik özellikleriyle şahsına olan güven. İki, bu kişinin mevcut ülke sorunlarını çözebileceğini gösterebilmesidir. Tayyip Erdoğan’la karşı karşıya geldiğinde o lideri mukayese ettiğinde insanlar “bu da yapabilir” hatta “daha iyi yapabilir” diye bir kanaat üretebilmelidir. Eğer bunu yapamıyorsa başarılı bir lider olamaz demektir.
“HALKIN YÜZDE 60’I TÜRKİYE DAHA KÖTÜYE GİDİYOR DİYOR”
Anketinize göre halkın yüzde 50,7’si Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem isterken yüzde 30,4’ü Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nden memnun. Muhalefet de Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem vaad ettiği halde toplumu çekemiyor gibi bir tablo var. Yanılıyor muyum?
Doğru söylüyorsunuz. Halk şu anda Başkanlık Sistemi’nden uzaklaşmış durumda.
Burada şunu merak ediyorum, iki yılda ne değişti de toplum tekrar Parlamenter Sistemi ister noktaya geldi? Temel şikâyetler ne olarak öne çıkıyor?
Şu anda Başkanlık Sistemi ile yönetiliyoruz ve ekonomide, dış politikada başarısız. İnsanlar Başkanlık Sistemi’nin bu başarısızlığını görüyor. Mesela soruyoruz, “Türkiye iyiye mi gidiyor, kötüye mi” diye yüzde 60’tan fazlası “kötüye gidiyor” diyor.
Burada şuna dikkat etmek lazım, CHP’nin oyu yüzde 25, İYİ Parti’nin yüzde 10 ama “kötüye gidiyor” diyenler yüzde 60. “İyiye gidiyor” diyenler yüzde 15-20. AK Parti’nin oyu ise yüzde 30, MHP ile yüzde 45. Burada muhalefet için çok kolay bir ortam var. Herkes gidişatın kötü olduğunu düşünüyor. Değişmesi gerektiğini düşünüyor. Başkanlık Sistemi’nden Parlamenter Sisteme geçişi uygun buluyor. Peki, niye muhalefete geçmiyorlar? Çünkü ülkeyi Parlamenter Sisteme taşıyabilecek, ülkenin sorunlarını çözebileceğine inandığı bir insanın kendisini ikna etmesini bekliyor.
“TÜRKİYE KURTARICI DEĞİL AMA MACRON’UNU BEKLİYOR GİBİ ”
Yani toplum bir kurtarıcı bekliyor. Siyasi partilerin tıkandığı nokta bu mu?
Evet. Toplum bir kurtarıcı beklemiyor aslında. Liderlik yapabilecek birisini bekliyor. Ortada bir Atatürk bekleniyor havası yok. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Atatürk gibi güçlü bir lider miydi? Hayır. Ama başkan seçildi, parlamentoda partisini kurdu ve 300 tane milletvekili çıkarttı. Macron da bir Charles de Gaulle değildi. Ama öyle kötü şartlarda geldi ki insanlar yapabileceğini gördü ve geldi.
Size şöyle ilginç bir şey söyleyeyim. 2001 krizinde Türkiye hem siyaset hem de ekonomik olarak çökmüştü, çok kötü bir durumdaydı. Gecelik faizler 2000’lere çıkmıştı. Enflasyon yüzde 70’lerdeydi. Belediye başkanlığında güçlü bir performans sergileyen Erdoğan’ın karşısında güçlü bir rakip yoktu ve oyları sel gibi aldı, götürdü. Bugünün ekonomik ve siyasal durumu 2001’lere çok benziyor ama o günden bir fark var, bugün sahnede ülkeyi yönetmeye aday güçlü bir lider yok. Türkiye Macron’nu bekliyor gibi bir söz doğru değil belki ama buna benzetebiliriz.
Macron, gençlere yönelik söylemleri, sürekli bir inovasyon ve AB’nin yeniden yapılandırılmasıyla gerçek bir birlik olması için mücadele başlıklarını öne çıkararak kazanmıştı.
Tayyip Erdoğan da bunları yapmıştı. İlk beş yılında Avrupa Birliği müzakerelerine başladı ama sonra sistemi değiştirdi. Şimdi mevcut liderler yeni bir lider çıkaramadığına göre, yani Macron gibi bir örnek çıkmadığına göre, mevcut liderler, liderlik yapabileceğini göstermeli. İki yıl içerisinde çıkan üç tane yeni lider var; Meral Akşener, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu. Meral Akşener, yüzde 10-12,5’i geçemiyor; Babacan ve Davutoğlu da yüzde 2-2,5’i geçemiyor.
“ERDOĞAN’DAN SONRA POPÜLARİTESİ EN YÜKSEK LİDER AKŞENER”
Babacan ve Davutoğlu gibi isimlere yeni liderler diyebilir miyiz gerçekten? Parti içi çekişmeler nedeniyle ortaya çıkan partiler ve liderler olarak öne çıktıkları için destek alamıyor olabilirler mi?
Faktörlerden bir tanesi budur. Ama size bir şey söyleyeyim, biz her ay popülarite ölçümü yapıyoruz. Tayyip Erdoğan’dan sonra beğenisi en yüksek siyasi parti lideri Meral Akşener. Tayyip Erdoğan yüzde 45-46, Meral Akşener de yüzde 40 civarında. Ama Akşener’in oyu kararsızlar dağıtılınca yüzde 12. Kişisel olarak beğeniliyor olmak ülke sorunlarını çözebilir inancını vermiyor. Aşamadıkları sorunlar var. Mesela Türkiye’deki seçmenin yüzde 20’si Kürt’tür. Kürtler Meral Hanım’ı desteklemiyor. Ali Babacan, dindar, muhafazakâr ve dürüst bir insan ve kamuoyunda popülaritesi yüzde30 ama oyu kararsızlar dağıtılmadan yüzde 1,5. Şimdi Ali Babacan’ın da, Meral Akşener’in de, Davutoğlu’nun da kendilerine şu soruyu sorması lazım, benim beğenilirliğim yüzde30, 40’ken niye oyum yüzde on yüzde bir veya 2. CHP hariç muhalefet partilerinin kendisine doğru hedef kitlesi belirleyemediklerini düşünüyorum.
“BABACAN ÖZELEŞTİRİ VERMEDİĞİ İÇİN OYUNU ARTTIRAMIYOR”
Babacan muhafazakâr seçmene hitap etmiyor mu sizce?
Babacan’ın hedef kitlesi muhafazakârlar değil ama öyle görüyor. Ekonomiden anlayan birisi, merkeze oynamalıdır. Kürtlere, CHP’li seçmene, sola oynaması lazım. Muhafazakâr seçmen ona hain gözüyle bakıyor. Yüzde 18 oranındaki kararsız kitlenin içerisinde yüzde 6,5’i AK Parti kökenli kararsız varken bunların hiçbirisi Ali Babacan’a veya Davutoğlu’na gitmiyorlar. Parti’den ayrılmış bu seçmen ama Babacan’ın veya Davutoğlu’nun partisine gitmiyorlar. Babacan’ın partisini kurduğu Mart ayından bugüne yaptığımız her anket yoklamasında “oyumu Ali Babacan’a vereceğim” diyenleri bir araya getirdik. Bunların kökeni nedir diye baktık. Hangi partiden geliyorlar diye inceledik. Sadece yüzde 1’i AK Parti kökenli. Yüzde 28’inin CHP kökenli olduğunu gördük. Yüzde 29 civarında daha önce sandığa gitmemiş veya yeni seçmen olmuş insanlardan oluşuyor. Geçenlerde Babacan’ın yardımcısı geldi ve “sizin hedef kitleniz nedir” diye sordum. “AK Parti seçmenine hitap etmeye çalışıyoruz” dedi. “Boşuna uğraşıyorsunuz” dedim. AK Parti seçmeni oraya gitmez. Muhalefet partileri yeterince bilgi üretemiyor. DEVA, eğer AK Parti seçmeninin dışındaki seçmene hitap ederse ve orada bir alan yaratabilirse AK Partili seçmen yönelebilir. Çünkü orada bir ümit görürler. Kendi partilerinin devamı gibi görürler. Şu an hain gözüyle bakıyorlar.
“BİR POLİTİKACI DAYAK YERSE SİYASİ HAYATI BİTER… DAVUTOĞLU GİBİ”
Ancak burada şöyle bir şey de karşımıza çıkıyor, siyaset sorumluluk istiyor ama Ali Babacan’ın içinde bulunduğu partinin iktidarı boyunca herhangi bir sorunla ilgili bir sorumluluk almadığını görüyoruz. “Ben şu hatalardan sorumluyum” gibi somut bir özeleştiri gelmedi. Dolayısıyla burada samimiyet sorgulanıyor.
İşte Ali Babacan’ın oyunun yüzde 1,5’i aşamasının temel nedenlerinden ikincisi de budur. Çünkü AK Parti, milliyetçi, dindar, muhafazakâr seçmen dışındakiler “sen 15, 16 yıl AK Parti’deydin. Bu partiyi niye terk ettin de şimdi başka bir parti kurdun, bir yanlışımı vardı? Parti kurduğuna göre bir şeyleri yanlıştı ama o yanlışlar yapılırken oradaydın. Özeleştiri yapman gerekiyor” diyor insanlar. O da yapmıyor. Dolayısıyla oyunu artırılmıyor. Bu Davutoğlu için de geçerli. Davutoğlu’nda ayrıca şöyle bir durum da var, siyasette herhangi bir politikacı dayak yerse siyasi hayatı biter. Davutoğlu, başbakanlık ve parti liderliğini bıraktı ve böyle birine liderlik yakıştırmaz insanlar.
“REFERANSI İSLAM OLAN BİR PARTİNİN İKTİDAR İHTİMALİ… KIYAMETE KADAR YOK”
Türkiye’de referansı İslam olan bir parti tekrar iktidar olabilir mi sizce?
Kıyamete kadar böyle bir şey olma ihtimali yok.
Ama konuştuğumuz isimlerin referansı bu.
Ali Babacan için bunu söyleyemem. Geleneksel İslamcı kesimden gelen bir isim değil, sadece muhafazakâr bir Anadolu tüccarının çocuğu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da çıkışı böyleydi ama sonuç ortada.
Davutoğlu, Babacan’dan farklı olarak siyasal İslamcıdır. Dolayısıyla bu çizgiyi muhafaza ettiği sürece onun hiçbir şansı olacağını düşünmüyorum.
“ERDOĞAN ARTIK HALKIN NE DÜŞÜNDÜĞÜNE BAKMIYOR, HALK BENİM GİBİ DÜŞÜNSÜN DİYOR”
Toplumun yüzde 70’e yakını AB üyeliğini destekliyor. ABD’yi müttefik olarak görüyor. Üstelik MHP seçmeni de AB’yi destekliyor. Erdoğan’ın, cumhurbaşkanlığını yapma biçimini eleştirenler yine yüzde 40 üzerinde. Boğaziçi Üniversitesi’ne müdahaleyi toplumun yüzde 60’ı yanlış buluyor. Burada topluma rağmen siyaset yürütülüyor sonucu ortaya çıkıyor. Siyasetçiler neden topluma bu kadar uzaklaştı?
Güçlü bir iktidar, güçlü bir lider giderek halkla arasına mesafe koyar. Halkın duygularını göremez, anlayamaz hale gelir ve hatalarını tekrar eder. Halkın kendisinin empoze ettiklerini düşünmesini isterler. Ben ne düşünüyorsam halk da öyle düşünsün derler. Mesela 2005’ten 2009’a kadar ki bütün o süreçte Erdoğan halkın ne düşündüğüne bakıyor ve halkın düşündüğüne göre tavır alıyordu. Şimdi ise halk benim gibi düşünsün konumunda duruyor. Bu da halkın ondan uzaklaşmasına sebep oluyor.
Ama bu soruyu sadece iktidarın ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yürüttüğü politikalar için değil muhalefetin de tutumunu ortaya koymak adına sordum. Aslında muhalefetin de topluma kapalı olduğunu görüyoruz.
Evet. Herhangi bir muhalefet liderinin “Türkiye mutlaka Avrupa Birliği’ne girmelidir, bizim hedefimiz orasıdır” dediğine tanık olmadık. Halkın yüzde 60’ı Avrupa Birliğine üye olmalıyız derken siz buna uymazsanız, bunu benimsemezseniz halk size güvenilir mi? Dindar insanları veya solcu insanları veya ulusalcı insanları sustururum diye Avrupa’ya veya Batı’ya arkanızı dönerseniz olmaz. Sade vatandaş geleceğini Batı’da görüyor, Doğu’da değil.
“MUHALİF SİYASETÇİLER ERDOĞAN GİBİ DAVRANIYOR, İNSANLAR ONLARA NEDEN GÜVENSİN?”
Burada önemli bir diğer nokta, Batı ile ilişkilerin kopma noktasına geldiği bir dönemde toplumun desteğini bu kadar yüksek olması. Yani toplumun kendi içinde başka türlü bir ilerleyişi var ama siyasetçiler bunun tam aksi yönde ilerliyor görünüyor.
Türkiye’de şu an siyasetçilerin tamamı Erdoğan gibi davranıyor. Erdoğan bugün “Avrupa Birliği’ne karşıyım” diyor, bir başka gün, “biz geleceğimizi Avrupa Birliği’nde görüyoruz” diyor. Peki, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Meral Akşener’in ve diğer liderlerin “bizim geleceğimiz Batı’dadır” dediğini, kendi seçmelerine buna empoze eden bir yaklaşım gördünüz mü? Neden insanlar bu liderlere güvensin? İnsanların geleceğe yönelik ümitleri ile örtüşmüyor söylemleri. Nerede yaşamak istersiniz, nerede okumak istersiniz diye sorduğumuzda halkın yüzde 40 7’si Batı’da yaşamak istiyor. Gençlerin yüzde 70’i Batı’da okumak, orada yaşamak istiyor. Halk geleceğini Batı’da görüyor ama muhalefet liderlerinden böyle bir şey duymuyor. Hatta Avrupa Birliği düşmanlığı çok yoğun. Ne Doğu diyorlar, ne Batı. Bugünün dünyasında bir ülkenin ekonomik olarak gelişmesi, milli gelirin yükselebilmesi için dünyanın bir parçası olması lazım. Halkımız işte bu yüzden muhalefet liderlerini beğenmiyor. AK Parti seçmeni Tayyip Erdoğan’ı beğeniyor, çünkü onlar da Avrupa Birliği’ne karşı, bir gönül birliği var. CHP tabanının yüzde 60’ı Avrupa Birliği’nden yana ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun azından bunu duymuyor.
“KILIÇDAROĞLU’NUN ‘ULUSALCILAR GİDECEKSE GİTSİN BİZ BURADAYIZ’ DEMESİ LAZIM”
Anladığım kadarıyla mevcut siyasi partilerin tamamının toplumun desteğini alabilmesi için eski angajmanlarından kurtulması gerekiyor.
Doğru. Benim partim içinde ulusalcılar var, onları küstüremem diye ne söylediği belli olmayan sözler söylemek yerine, ulusalcılar giderse gitsin biz buradayız diyerek kendi konumunu belirlemesi lazım. Ben bu nedenle Muharrem İnce partisini kursun ve CHP içindeki ulusalcılar oraya gitsin, CHP’de böylece sosyal demokrat bir parti olsun diyorum. CHP eğer sosyal demokrat bir parti olacaksa ulusalcıların onu terk etmesi lazım. O zaman ne istediği anlaşılır hale gelir. Tayyip Erdoğan ne istediğini açıkça söylüyor. Tayyip Erdoğan’a ne söylediğini bilmece çözer gibi çözmeye çalışmıyorsunuz, çok açık ve nettir. Seçmeni de dolayısıyla onu anlıyor ve kabul ediyor. Aynı şey diğer partiler için, parti liderleri için geçerli değil. Dolayısıyla muhalefet partilerinin oyların artırılabilmesi için halkın büyük kısmını yönlendiği istikameti görmesi ve o istikamete göre politikalar üretmesi lazım.
Aslında sizin bütün çalışmalarınızda ortaya çıkan sonuç bir yandan iktidar milliyetçilik söylemlerini yükselterek Türkiye’yi daha içe kapatırken, toplumun yüzünün daha çok dünyaya dönük olduğu ortaya çıkıyor.
“SİYASİ PARTİ LİDERLERİ HAKLIN BEKLENTİLERİNİ GÖRME KONUSUNDA ÖZÜRLÜLER”
İşte muhalefet parti liderleri bunu okuyamıyorlar.
Benzer bulgular KONDA’nın anketlerinde de var. Bekir Ağırdır Habertürk’te Afşin Yurdakul’un sunduğu programda durumu şöyle özetledi: “Toplum mühendisliği yapmaya çalışıyorlar ama toplum kendi mühendisliğini yapıyor haberleri yok.” Mevcut kutuplaşma siyasetinin toplumda çok da karşılığı olmadığını söyledi. Siz de katılıyor musunuz?
Ben bunu başka türlü ifade etmek isterim. Halkla, muhalefet liderleri ile ilişkilendirmeden konuştuğunuz zaman ne istediğini biliyor ve rahat, huzurlu, düzgün bir hayat yaşamak istiyorum diyor. Siyasi parti liderleri yanlış hedefler belirliyorlar ve bu yanlış hedeflere göre bir söylem geliştiriyorlar. Halkın beklentilerini görme konusunda özürlüler. Dolayısıyla toplum mühendisliği yapabildikleri de yok. İktidar yapıyor toplum mühendisliğini, buna gücü var ancak muhalefet liderleri bunu yapmaya çalışıyorsa da beceremiyorlar.
“BAHÇELİ’NİN ERKEN SEÇİM İSTEYECEĞİNE DAİR İŞARET YOK”
Son soru olsun, yine erken seçim, baskın seçim senaryoları var; yeni bir 7 Haziran süreci senaryoları konuşuluyor . Şu aşamada Türkiye’de bir erken seçime ön görüyor musunuz?
Erdoğan seçimi kazanabileceğini düşünürse olur. Araştırmalara dayalı olarak kazanabileceğini düşünürse erken seçime gider. Kazanabileceğini görmeden erken seçime giderse seçimi kaybeder.
Devlet Bahçeli bir erken seçim çağrısı yapar mı?
Yapsa bile bir erken seçim kararı çıkaramaz. AK Parti razı olmadan erken seçim kararı çıkmaz. Bahçeli söylese bile olmaz.
Peki, böyle bir çıkış yapabilir mi? Böyle bir sürpriz olabilir mi?
Hayır, söylemez. Bir sürpriz olur mu bilmiyorum ama şu anda Bahçeli’nin erken seçim isteyebileceğine dair bir işaret görmüyorum.