Kekilli Jewellery Yönetim Kurulu Başkanı Ender Kekilli: “Ben duygusal bir insanım. Duygusal insanın eli de gönlü de açıktır. Çok büyük zorluklarla büyüdüğüm için, empati yapmaya çalışırım hep. Yokluğun da varlığın da tadını tattım, onun için kıymetini biliyorum. Esnaflık yaparken, empati yapmayı da becermelidir. Mümkün olduğu kadar kapıdan kimseyi boş çevirmemeye gayret ederim, insana katkıda bulunmaya çalışırım. Çünkü biliyorum ki bugün varsın, yarın yoksun. Yaptığın iyilikler, bir gün mutlaka gelip karşına dikilir ”dedi.
Sayın Kekilli, hemen herkesin, Avustralya’ya bir geliş hikâyesi var. Siz de evlilik yoluyla gelenlerdensiniz. Kısaca geliş hikâyenizi anlatır mısınız?
Eşim Asiye, Sydney’de polis memuru olarak görev yapıyordu. Ben de evlilik yoluyla buraya gelenlerdenim. Eşimle birbirimizi severek, evlenmeye karar verdik. Hatta eşimle evlilik öncesi kapkara bir rengi gösterdim, ‘bu bembeyaz’ değil mi? diye sordum. O da ‘öyle diyorsan doğrudur’ diye cevap verdi. Sonra kendisine benim bir gömlek bir pantolonumun olduğunu, zengin olmadığımı ısrarla söyledim. Kıymetli eşim, her şeye rağmen evlenebileceğimizi söyledi ve böylece bu kutsal aile müessesine karar verdik. Böylece evliliğe adım atmış olduk.
Avustralya’nın zorluklarından haberdar mıydınız? Dil bilmediğiniz için iş ve aş bulmada zorlanacağını düşündünüz mü?
6 yaşından beri çalışan biriydim. Kuyumculuk mesleğinin tüm ayrıntılarını öğrenerek, bugüne geldim. Buradaki hayat gerçeklerinden haberim yoktu. Eşim de buraların zorluklarını hiç anlatmadı. Ama neticede yabancı bir ülkeye gelecektim. Hayatın kolay olmayacağını biliyordum. Her şeyden önce kendime güveniyordum. Çünkü çalışmayı seven biriydim.
Sydney’de ilk olarak ne iş yaptınız?
Kayınbabamlarda yaklaşık beş ay kaldım. Eşimin ailesi bu beş aylık süre içinde bana çok büyük destekte bulundular. Fakat Türkiye’de altı yaşından beri çalıştığım için burada iki hafta işsiz kalmam bile bana hayli ağır geldi. Bir an önce iş bulup çalışmak istiyordum. Buraya geldikten iki hafta sonra, gazete ilanıyla iş buldum. Ama dil bilmiyordum, yer yurt da bilmiyordum. Bir taraftan da kendi evimi kurmak istiyordum.
Gazete ilanıyla bulduğunuz ilk iş hangisiydi nasıl buldunuz?
Gazete ilanıyla kuyumcu atölyesinde iş buldum. İşyeri sahibi, İrlandalı biriydi. Taylandlı menejerin yönetiminde çok sayıda Çinli’nin çalıştığı bir atölye idi. Yanıma eşimin kız kardeşini tercüman olarak alıp iş görüşmesini yapmaya gitmiştim. Dil bilmediğim için, iş yerini sahibi bana resimli bir yüzük gösterdi. ‘Bunu yapabilir misin?’ diye sordu. ‘Tabi yaparım’ dedim. Bir saat içinde yüzüğü yapıp, ellerine verince, baktım ki herkes beni alkışlıyor. Önce neden alkışladıklarını anlayamadım. Tercüme yapan baldızıma dönüp, ‘hayırdır bunlar neyi alkışlıyorlar?’ diye sordum. Bana, ’yüzüğü çok iyi ve kısa zamanda yaptığın için seni alkışlıyorlar’ dedi. Hiç unutamıyorum, günlerden de Çarşambaydı. Patron, ‘Pazartesi gel işe başla’ dedi. Ben de, bugün başlasam olmaz mı? diye sordum. Çünkü bir an önce çalışmak istiyordum. Ve o gün İrlandalı beni işe aldı, böylece Avustralya’da iş hayatına atılmış oldum.
İlk aldığınız haftalık ne kadardı?
Haftalık net 349 dolarla, iki yıl çalıştım. Liverpool’da oturduğum için, 45 dolarını haftalık tren biletine veriyordum. Ücret çok düşük olduğu için iki yıl çalışabildim. Bu arada benim yeni yeni tanıştığım bazı kebapçı arkadaşlarımın haftalığı, 1200 ile 1500 dolardı. 350 dolar ile 1500 dolar arasında çok büyük fark olduğu için sürekli iş arayışı içerisindeydim.
KEBAP SEKTÖRÜNÜN HAFTALIK KAZANCI BENİ ÇOK İMTİHAN ETTİ
Ücret farkı, kuyumculuk ile kebapçılık arasında sizi hayli imtihan etmiş sanki?
Evet, öyle oldu. Bir taraftan kebapçıda çalışmak istiyorum ama duygularım karşı çıkıyordu. Mesleğimle ilgili iş yapmak istiyordum. Geceleri uyuyamıyorum. Kebap sektörü ile kuyumculuk arasında gidip geliyordum. Sonra kendi kendime dedim ki, ‘Hayır Ender sen kendi işini yapmalısın’ şeklinde sözlerle kendimi sürekli teselli ediyordum. Bir taraftan da; ‘Kebap sektörüne giren sonuna kadar burada kalır’ diye yaygın bir söylem vardı. Bu da beni frenliyordu. Çünkü yıllarca kebap sektöründe çalışanların da geldiği noktayı görüyordum.
Peki, kendi işinize ne zaman ve nasıl adım attınız?
Bir gün paraya ihtiyacım oldu; elde avuçta para da yoktu. Eşimin takılarını bozdurmaya götürdüm. Liverpool’dan Sydney merkezine kadar, bildiğim ne kadar kuyumcu varsa dolaştım. Elimdeki takılara dörtte bir oranda çok inanılmaz, düşük bir fiyat vermişlerdi. Çok zoruma gitse de ihtiyacımdan dolayı altınları bozdurdum.
Bu arayış ve düşük fiyat, sizi iş hayatına iten önemli bir olay oldu galiba?
Kesinlikle. İşte o an benim için ikinci bir dönüm noktası oldu adeta. Ve karar verdim, ben kesinlikle ne yapıp edip, kuyumculuk sektöründe bu işi yapacağım dedim. Burada bir başka bir konu ise, Türkiye’de kuyumculuk sektöründe genelde yaz sezonunda çok iyi iş yapılırdı. Burada ise yıl boyu yapılıyor. Bu da beni ayrıca heyecanlandırdı. Bir de Türkiye ile aynı fiyata satarsam, ayrı bir cazip tarafı olur dedim. Ve sirkülasyondan dolayı ben bu işten para kazanabileceğime kanaat getirdim.
Tabi bu arada sermayeniz de yoktu, değil mi?
Aynen. Sermaye bir tarafa, kıt kanat geçiniyorduk. Bu arada arayıştaydım. Kara kara düşünüyordum. Melborune’de altın tamiri yapan bir arkadaşım vardı. Gidip birkaç gün yanında kaldım. Onun işinin aynısını yapmaya karar verdim. Arkadaşımın tavsiyesi üzerine kendi garajımda bir masa kurdum. Reklam verecek imkânım yoktu. Türk usulü bir ilan hazırladım. İlan şöyle idi: ‘Ben Ender Kekilli. Siz Türk toplumuna hizmet etmekten gurur duyarım, İtina ile her türlü altının tamiri yapılır, Fiyatlarımız sizi şaşırtacaktır’ gibi… Tasarruf olsun diye bir A4 kağıdını ikiye bölerek, ilan hazırladım. Hatta eşim bu ilanın çoğaltmasını kendi iş yerinde yaptı. Çok sağ olsun Altınköprü’nün sahibi Enver amca da bana yardımcı oldu. Sattığı Türkçe gazetelerin arasına benim ilanlarımın eklenmesine müsade etti. İlandan dolayı bir hayli arayanlar olmuştu. 10 dolar için Liverpool’dan Auburn’a geliyordum. Benzin param bile çıkmıyordu. Ama amacım müşteri kazanmaktı. Fakat tamirat işlerini garajda yaptığımdan dolayı, insanlarda bir güvensizlik vardı.
O halde çok stresli ve bunalımlı günler geçirmişsinizdir?
Evet. Eşim beni teselli ediyordu. Elimizde krediyle almış olduğumuz bir evimiz vardı. Onun da ödemlerinde zorlanıyorduk. Bu arada kendi işimi kuracağım diye, diğer işi de bıraktığım için işsiz kalmıştım. Daha sonra sabah 05 ile 12.00 arası, salata ambalajlayan bir şirkette iş buldum. Kebapçılar için salata hazırlıyorduk. Saat 13.00’dan sonra da altın tamiri için gelen siparişleri karşılamaya çalışıyordum. Baktım ki hayat bana gülümsüyor, ben de hayata. Evin ödemelerini yapmaya başladım. Ama gelecekle ilgili ‘ne yapabilirim?’ soru işareti kafamı hala kurcalıyordu.
DOĞRULUK, MÜŞTERİYE GÜLER YÜZ VE SAMİMİYET BENİM EN BÜYÜK SERMAYEMDİR!
İşyeri açma süreci nasıl başladı?
Bir gün evde televizyonu boş gözlerle izlerken, kapımız çaldı. Hani bir söz var; ’kul sıkışmayınca hızar yetişmez imiş’ diye. Eşim kapıya baktı. Kim o? diye sordum. Emlakçı, ‘evimizi satıp satmayacağımızı’ soruyor dedi. Ben de ‘satmıyoruz’ diye cevap verdim. Emlakçı giderken arkasından koştum, ‘gel evimizi satıyoruz; ne veriyorsun’ dedim. Meğer evimiz aldığımızdan bu yana epeyce değerlenmiş. Tabi bir taraftan evin borcunu ödüyoruz. Bu sıkıntıların arasında bankadan 40 bin dolar bir kredi çektim. Ve bu parala Auburn’a geldim. Bir dostumuzun tavsiyesiyle, Rana’nın dükkânından ufak bir yer kiraladım. Ve vira Bismillah deyip dükkân hazırlığına başladım. Böylece, çarkımız dönmeye başladı. ‘Kekilli Kuyumculuk’ Allah’ın izniyle, ‘Türkiye ile aynı fiyat’ sloganıyla, 2006’da faaliyete başladı. Çok şükür, böyle zorlu ve sıkıntılı bir hayattan bugünkü durumumuza geldik.
Sizi bu noktaya getiren başarı grafiğinin temelinde neleri görüyorsunuz?
Doğruluk, müşteriye güler yüz, tebessüm ve samimiyetin en büyük sermayem olduğunu söyleyebilirim. Ticarette dürüst olmak çok önemlidir.. Terlemeden para kazanılmıyor. Gerçekten anlattıklarımı yaşamak lazım. Bu işin ağlaması, gülmesi, sıkıntısı, stresi gibi birçok zorlukları oldu. Mesela oksijen tüpünü bir dostumdan ricayla alıyordum. Sabaha kadar masada uyuduğumu biliyorum. Zor şartlar altında ve eski makinalarla atölyede çalıştım. Bazen bakıyorum da, nasıl o zorlukları başarmışım, bileziklere şekil vermişim.
Tırnaklarıyla sermaye sahibi olmuş işadamlarının genelde elleri sıkıdır. Bu durumu kendi açınızdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben duygusal bir insanım. Duygusal insanın eli de gönlü de açıktır. Çok büyük zorluklarla büyüdüğüm için, empati yapmaya çalışırım hep. Yokluğun da varlığın da tadını tattım, onun için kıymetini biliyorum. Aslında bu duyguları dile getirmek de zor bir. Esnaflık yaparken, empati yapmayı da becermelidir. Mümkün olduğu kadar kapıdan kimseyi boş çevirmemeye gayret ederim ve her türlü insana katkıda bulunmaya çalışırım. Çünkü biliyorum ki hayat kısa. Bugün varsın, yarın yoksun. Yaptığın iyilikler, bir gün mutlaka gelip karşına dikilir.
KAPKAÇ MANTIĞIYLA ESNAFLIK OLAMAZ
Küçükken kimleri örnek alıyordunuz?
Rahmetli hemşehrimiz Sakıp Sabancı’yı örnek alıyordum. O herkese ekmek kapısı açardı. Çok insanın duasını alırdı. Ben de aynı duygulara sahibim. İnsanlar aş ve iş imkânı bulsun istiyorum. Ama burada işçi maliyetleri çok fazla. Sektörün riskleri çok yüksek. Üç şubemiz vardı. Geçen gün bir şubemizi devrettik. Bir işi kurmak zor, kapatmak çok daha zor. Zira senden bir parça gidiyor. Müşteri birebir ilgi bekliyor haklı olarak. Kap kaç mantığıyla hiçbir zaman güçlü ve uzun vadeli esnaf olunmaz. Müşteri müşteriyi getirir. Yetişemediğimiz için devrettik. Hepsine yetişmemiz çok zor oluyor. Bir müşteri 10 getirebildiği gibi, 10 müşteriyi de kaybettirebilir.
İş yoğunluğu ve aile huzuru arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Hayat sadece iş ve parayla sınırlı olmamalı. Para kazanılırken, aile ve çocuklarımıza da zaman ayırmalıyız. İş stresinin içerisinde ailemizin de beklentilerine cevap vermeliyiz. Eşim aynı zamanda ticari hayatımda ortağımdır. Tüm işlerimize beraber karar veriyoruz. Yukarıda da dediğim gibi yokluğun da varlığın da tadını tattık. Avustralya’da aile problemlerinin çok sıkıntılı olduğu da ortada. İnsanlarımız, bir taraftan zengin olalım, iş ve aş sahibi olalım derken, ailelerini ihmal edebiliyorlar. Bu nedenle aile saadeti çok önemli. Para ikinci ve üçüncü planda geliyor. Çocuklarımın eğitimiyle ilgileniyorum. Başarı sadece para kazanmak değil. Ailede ve evde de başarmak lazım. Para kazanılması ailenizde huzur yoksa hiçbir anlam ifade etmez. Bu konuda başarılı olmuş kişileri örnek almaya çalışıyorum.
En nihai hedefiniz nedir?
Avustralya’nın her tarafına pazarlama yapacak bir satış düşünüyorum. Büyük şirketlerle de görüşme halindeyiz. Tek nokta, daha büyük hedef. Bu olursa bizim için çok önemli bir sonuç olacak.
Kekilli Jewellery Yönetim Kurulu Başkanı Ender Kekilli: “Ben duygusal bir insanım. Duygusal insanın eli de gönlü de açıktır. Çok büyük zorluklarla büyüdüğüm için, empati yapmaya çalışırım hep. Yokluğun da varlığın da tadını tattım, onun için kıymetini biliyorum. Esnaflık yaparken, empati yapmayı da becermelidir. Mümkün olduğu kadar kapıdan kimseyi boş çevirmemeye gayret ederim, insana katkıda bulunmaya çalışırım. Çünkü biliyorum ki bugün varsın, yarın yoksun. Yaptığın iyilikler, bir gün mutlaka gelip karşına dikilir ”dedi.
Sayın Kekilli, hemen herkesin, Avustralya’ya bir geliş hikâyesi var. Siz de evlilik yoluyla gelenlerdensiniz. Kısaca geliş hikâyenizi anlatır mısınız?
Eşim Asiye, Sydney’de polis memuru olarak görev yapıyordu. Ben de evlilik yoluyla buraya gelenlerdenim. Eşimle birbirimizi severek, evlenmeye karar verdik. Hatta eşimle evlilik öncesi kapkara bir rengi gösterdim, ‘bu bembeyaz’ değil mi? diye sordum. O da ‘öyle diyorsan doğrudur’ diye cevap verdi. Sonra kendisine benim bir gömlek bir pantolonumun olduğunu, zengin olmadığımı ısrarla söyledim. Kıymetli eşim, her şeye rağmen evlenebileceğimizi söyledi ve böylece bu kutsal aile müessesine karar verdik. Böylece evliliğe adım atmış olduk.
Avustralya’nın zorluklarından haberdar mıydınız? Dil bilmediğiniz için iş ve aş bulmada zorlanacağını düşündünüz mü?
6 yaşından beri çalışan biriydim. Kuyumculuk mesleğinin tüm ayrıntılarını öğrenerek, bugüne geldim. Buradaki hayat gerçeklerinden haberim yoktu. Eşim de buraların zorluklarını hiç anlatmadı. Ama neticede yabancı bir ülkeye gelecektim. Hayatın kolay olmayacağını biliyordum. Her şeyden önce kendime güveniyordum. Çünkü çalışmayı seven biriydim.
Sydney’de ilk olarak ne iş yaptınız?
Kayınbabamlarda yaklaşık beş ay kaldım. Eşimin ailesi bu beş aylık süre içinde bana çok büyük destekte bulundular. Fakat Türkiye’de altı yaşından beri çalıştığım için burada iki hafta işsiz kalmam bile bana hayli ağır geldi. Bir an önce iş bulup çalışmak istiyordum. Buraya geldikten iki hafta sonra, gazete ilanıyla iş buldum. Ama dil bilmiyordum, yer yurt da bilmiyordum. Bir taraftan da kendi evimi kurmak istiyordum.
Gazete ilanıyla bulduğunuz ilk iş hangisiydi nasıl buldunuz?
Gazete ilanıyla kuyumcu atölyesinde iş buldum. İşyeri sahibi, İrlandalı biriydi. Taylandlı menejerin yönetiminde çok sayıda Çinli’nin çalıştığı bir atölye idi. Yanıma eşimin kız kardeşini tercüman olarak alıp iş görüşmesini yapmaya gitmiştim. Dil bilmediğim için, iş yerini sahibi bana resimli bir yüzük gösterdi. ‘Bunu yapabilir misin?’ diye sordu. ‘Tabi yaparım’ dedim. Bir saat içinde yüzüğü yapıp, ellerine verince, baktım ki herkes beni alkışlıyor. Önce neden alkışladıklarını anlayamadım. Tercüme yapan baldızıma dönüp, ‘hayırdır bunlar neyi alkışlıyorlar?’ diye sordum. Bana, ’yüzüğü çok iyi ve kısa zamanda yaptığın için seni alkışlıyorlar’ dedi. Hiç unutamıyorum, günlerden de Çarşambaydı. Patron, ‘Pazartesi gel işe başla’ dedi. Ben de, bugün başlasam olmaz mı? diye sordum. Çünkü bir an önce çalışmak istiyordum. Ve o gün İrlandalı beni işe aldı, böylece Avustralya’da iş hayatına atılmış oldum.
İlk aldığınız haftalık ne kadardı?
Haftalık net 349 dolarla, iki yıl çalıştım. Liverpool’da oturduğum için, 45 dolarını haftalık tren biletine veriyordum. Ücret çok düşük olduğu için iki yıl çalışabildim. Bu arada benim yeni yeni tanıştığım bazı kebapçı arkadaşlarımın haftalığı, 1200 ile 1500 dolardı. 350 dolar ile 1500 dolar arasında çok büyük fark olduğu için sürekli iş arayışı içerisindeydim.
KEBAP SEKTÖRÜNÜN HAFTALIK KAZANCI BENİ ÇOK İMTİHAN ETTİ
Ücret farkı, kuyumculuk ile kebapçılık arasında sizi hayli imtihan etmiş sanki?
Evet, öyle oldu. Bir taraftan kebapçıda çalışmak istiyorum ama duygularım karşı çıkıyordu. Mesleğimle ilgili iş yapmak istiyordum. Geceleri uyuyamıyorum. Kebap sektörü ile kuyumculuk arasında gidip geliyordum. Sonra kendi kendime dedim ki, ‘Hayır Ender sen kendi işini yapmalısın’ şeklinde sözlerle kendimi sürekli teselli ediyordum. Bir taraftan da; ‘Kebap sektörüne giren sonuna kadar burada kalır’ diye yaygın bir söylem vardı. Bu da beni frenliyordu. Çünkü yıllarca kebap sektöründe çalışanların da geldiği noktayı görüyordum.
Peki, kendi işinize ne zaman ve nasıl adım attınız?
Bir gün paraya ihtiyacım oldu; elde avuçta para da yoktu. Eşimin takılarını bozdurmaya götürdüm. Liverpool’dan Sydney merkezine kadar, bildiğim ne kadar kuyumcu varsa dolaştım. Elimdeki takılara dörtte bir oranda çok inanılmaz, düşük bir fiyat vermişlerdi. Çok zoruma gitse de ihtiyacımdan dolayı altınları bozdurdum.
Bu arayış ve düşük fiyat, sizi iş hayatına iten önemli bir olay oldu galiba?
Kesinlikle. İşte o an benim için ikinci bir dönüm noktası oldu adeta. Ve karar verdim, ben kesinlikle ne yapıp edip, kuyumculuk sektöründe bu işi yapacağım dedim. Burada bir başka bir konu ise, Türkiye’de kuyumculuk sektöründe genelde yaz sezonunda çok iyi iş yapılırdı. Burada ise yıl boyu yapılıyor. Bu da beni ayrıca heyecanlandırdı. Bir de Türkiye ile aynı fiyata satarsam, ayrı bir cazip tarafı olur dedim. Ve sirkülasyondan dolayı ben bu işten para kazanabileceğime kanaat getirdim.
Tabi bu arada sermayeniz de yoktu, değil mi?
Aynen. Sermaye bir tarafa, kıt kanat geçiniyorduk. Bu arada arayıştaydım. Kara kara düşünüyordum. Melborune’de altın tamiri yapan bir arkadaşım vardı. Gidip birkaç gün yanında kaldım. Onun işinin aynısını yapmaya karar verdim. Arkadaşımın tavsiyesi üzerine kendi garajımda bir masa kurdum. Reklam verecek imkânım yoktu. Türk usulü bir ilan hazırladım. İlan şöyle idi: ‘Ben Ender Kekilli. Siz Türk toplumuna hizmet etmekten gurur duyarım, İtina ile her türlü altının tamiri yapılır, Fiyatlarımız sizi şaşırtacaktır’ gibi… Tasarruf olsun diye bir A4 kağıdını ikiye bölerek, ilan hazırladım. Hatta eşim bu ilanın çoğaltmasını kendi iş yerinde yaptı. Çok sağ olsun Altınköprü’nün sahibi Enver amca da bana yardımcı oldu. Sattığı Türkçe gazetelerin arasına benim ilanlarımın eklenmesine müsade etti. İlandan dolayı bir hayli arayanlar olmuştu. 10 dolar için Liverpool’dan Auburn’a geliyordum. Benzin param bile çıkmıyordu. Ama amacım müşteri kazanmaktı. Fakat tamirat işlerini garajda yaptığımdan dolayı, insanlarda bir güvensizlik vardı.
O halde çok stresli ve bunalımlı günler geçirmişsinizdir?
Evet. Eşim beni teselli ediyordu. Elimizde krediyle almış olduğumuz bir evimiz vardı. Onun da ödemlerinde zorlanıyorduk. Bu arada kendi işimi kuracağım diye, diğer işi de bıraktığım için işsiz kalmıştım. Daha sonra sabah 05 ile 12.00 arası, salata ambalajlayan bir şirkette iş buldum. Kebapçılar için salata hazırlıyorduk. Saat 13.00’dan sonra da altın tamiri için gelen siparişleri karşılamaya çalışıyordum. Baktım ki hayat bana gülümsüyor, ben de hayata. Evin ödemelerini yapmaya başladım. Ama gelecekle ilgili ‘ne yapabilirim?’ soru işareti kafamı hala kurcalıyordu.
DOĞRULUK, MÜŞTERİYE GÜLER YÜZ VE SAMİMİYET BENİM EN BÜYÜK SERMAYEMDİR!
İşyeri açma süreci nasıl başladı?
Bir gün evde televizyonu boş gözlerle izlerken, kapımız çaldı. Hani bir söz var; ’kul sıkışmayınca hızar yetişmez imiş’ diye. Eşim kapıya baktı. Kim o? diye sordum. Emlakçı, ‘evimizi satıp satmayacağımızı’ soruyor dedi. Ben de ‘satmıyoruz’ diye cevap verdim. Emlakçı giderken arkasından koştum, ‘gel evimizi satıyoruz; ne veriyorsun’ dedim. Meğer evimiz aldığımızdan bu yana epeyce değerlenmiş. Tabi bir taraftan evin borcunu ödüyoruz. Bu sıkıntıların arasında bankadan 40 bin dolar bir kredi çektim. Ve bu parala Auburn’a geldim. Bir dostumuzun tavsiyesiyle, Rana’nın dükkânından ufak bir yer kiraladım. Ve vira Bismillah deyip dükkân hazırlığına başladım. Böylece, çarkımız dönmeye başladı. ‘Kekilli Kuyumculuk’ Allah’ın izniyle, ‘Türkiye ile aynı fiyat’ sloganıyla, 2006’da faaliyete başladı. Çok şükür, böyle zorlu ve sıkıntılı bir hayattan bugünkü durumumuza geldik.
Sizi bu noktaya getiren başarı grafiğinin temelinde neleri görüyorsunuz?
Doğruluk, müşteriye güler yüz, tebessüm ve samimiyetin en büyük sermayem olduğunu söyleyebilirim. Ticarette dürüst olmak çok önemlidir.. Terlemeden para kazanılmıyor. Gerçekten anlattıklarımı yaşamak lazım. Bu işin ağlaması, gülmesi, sıkıntısı, stresi gibi birçok zorlukları oldu. Mesela oksijen tüpünü bir dostumdan ricayla alıyordum. Sabaha kadar masada uyuduğumu biliyorum. Zor şartlar altında ve eski makinalarla atölyede çalıştım. Bazen bakıyorum da, nasıl o zorlukları başarmışım, bileziklere şekil vermişim.
Tırnaklarıyla sermaye sahibi olmuş işadamlarının genelde elleri sıkıdır. Bu durumu kendi açınızdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben duygusal bir insanım. Duygusal insanın eli de gönlü de açıktır. Çok büyük zorluklarla büyüdüğüm için, empati yapmaya çalışırım hep. Yokluğun da varlığın da tadını tattım, onun için kıymetini biliyorum. Aslında bu duyguları dile getirmek de zor bir. Esnaflık yaparken, empati yapmayı da becermelidir. Mümkün olduğu kadar kapıdan kimseyi boş çevirmemeye gayret ederim ve her türlü insana katkıda bulunmaya çalışırım. Çünkü biliyorum ki hayat kısa. Bugün varsın, yarın yoksun. Yaptığın iyilikler, bir gün mutlaka gelip karşına dikilir.
KAPKAÇ MANTIĞIYLA ESNAFLIK OLAMAZ
Küçükken kimleri örnek alıyordunuz?
Rahmetli hemşehrimiz Sakıp Sabancı’yı örnek alıyordum. O herkese ekmek kapısı açardı. Çok insanın duasını alırdı. Ben de aynı duygulara sahibim. İnsanlar aş ve iş imkânı bulsun istiyorum. Ama burada işçi maliyetleri çok fazla. Sektörün riskleri çok yüksek. Üç şubemiz vardı. Geçen gün bir şubemizi devrettik. Bir işi kurmak zor, kapatmak çok daha zor. Zira senden bir parça gidiyor. Müşteri birebir ilgi bekliyor haklı olarak. Kap kaç mantığıyla hiçbir zaman güçlü ve uzun vadeli esnaf olunmaz. Müşteri müşteriyi getirir. Yetişemediğimiz için devrettik. Hepsine yetişmemiz çok zor oluyor. Bir müşteri 10 getirebildiği gibi, 10 müşteriyi de kaybettirebilir.
İş yoğunluğu ve aile huzuru arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Hayat sadece iş ve parayla sınırlı olmamalı. Para kazanılırken, aile ve çocuklarımıza da zaman ayırmalıyız. İş stresinin içerisinde ailemizin de beklentilerine cevap vermeliyiz. Eşim aynı zamanda ticari hayatımda ortağımdır. Tüm işlerimize beraber karar veriyoruz. Yukarıda da dediğim gibi yokluğun da varlığın da tadını tattık. Avustralya’da aile problemlerinin çok sıkıntılı olduğu da ortada. İnsanlarımız, bir taraftan zengin olalım, iş ve aş sahibi olalım derken, ailelerini ihmal edebiliyorlar. Bu nedenle aile saadeti çok önemli. Para ikinci ve üçüncü planda geliyor. Çocuklarımın eğitimiyle ilgileniyorum. Başarı sadece para kazanmak değil. Ailede ve evde de başarmak lazım. Para kazanılması ailenizde huzur yoksa hiçbir anlam ifade etmez. Bu konuda başarılı olmuş kişileri örnek almaya çalışıyorum.
En nihai hedefiniz nedir?
Avustralya’nın her tarafına pazarlama yapacak bir satış düşünüyorum. Büyük şirketlerle de görüşme halindeyiz. Tek nokta, daha büyük hedef. Bu olursa bizim için çok önemli bir sonuç olacak.
Kekilli Jewellery Yönetim Kurulu Başkanı Ender Kekilli: “Ben duygusal bir insanım. Duygusal insanın eli de gönlü de açıktır. Çok büyük zorluklarla büyüdüğüm için, empati yapmaya çalışırım hep. Yokluğun da varlığın da tadını tattım, onun için kıymetini biliyorum. Esnaflık yaparken, empati yapmayı da becermelidir. Mümkün olduğu kadar kapıdan kimseyi boş çevirmemeye gayret ederim, insana katkıda bulunmaya çalışırım. Çünkü biliyorum ki bugün varsın, yarın yoksun. Yaptığın iyilikler, bir gün mutlaka gelip karşına dikilir ”dedi.
Sayın Kekilli, hemen herkesin, Avustralya’ya bir geliş hikâyesi var. Siz de evlilik yoluyla gelenlerdensiniz. Kısaca geliş hikâyenizi anlatır mısınız?
Eşim Asiye, Sydney’de polis memuru olarak görev yapıyordu. Ben de evlilik yoluyla buraya gelenlerdenim. Eşimle birbirimizi severek, evlenmeye karar verdik. Hatta eşimle evlilik öncesi kapkara bir rengi gösterdim, ‘bu bembeyaz’ değil mi? diye sordum. O da ‘öyle diyorsan doğrudur’ diye cevap verdi. Sonra kendisine benim bir gömlek bir pantolonumun olduğunu, zengin olmadığımı ısrarla söyledim. Kıymetli eşim, her şeye rağmen evlenebileceğimizi söyledi ve böylece bu kutsal aile müessesine karar verdik. Böylece evliliğe adım atmış olduk.
Avustralya’nın zorluklarından haberdar mıydınız? Dil bilmediğiniz için iş ve aş bulmada zorlanacağını düşündünüz mü?
6 yaşından beri çalışan biriydim. Kuyumculuk mesleğinin tüm ayrıntılarını öğrenerek, bugüne geldim. Buradaki hayat gerçeklerinden haberim yoktu. Eşim de buraların zorluklarını hiç anlatmadı. Ama neticede yabancı bir ülkeye gelecektim. Hayatın kolay olmayacağını biliyordum. Her şeyden önce kendime güveniyordum. Çünkü çalışmayı seven biriydim.
Sydney’de ilk olarak ne iş yaptınız?
Kayınbabamlarda yaklaşık beş ay kaldım. Eşimin ailesi bu beş aylık süre içinde bana çok büyük destekte bulundular. Fakat Türkiye’de altı yaşından beri çalıştığım için burada iki hafta işsiz kalmam bile bana hayli ağır geldi. Bir an önce iş bulup çalışmak istiyordum. Buraya geldikten iki hafta sonra, gazete ilanıyla iş buldum. Ama dil bilmiyordum, yer yurt da bilmiyordum. Bir taraftan da kendi evimi kurmak istiyordum.
Gazete ilanıyla bulduğunuz ilk iş hangisiydi nasıl buldunuz?
Gazete ilanıyla kuyumcu atölyesinde iş buldum. İşyeri sahibi, İrlandalı biriydi. Taylandlı menejerin yönetiminde çok sayıda Çinli’nin çalıştığı bir atölye idi. Yanıma eşimin kız kardeşini tercüman olarak alıp iş görüşmesini yapmaya gitmiştim. Dil bilmediğim için, iş yerini sahibi bana resimli bir yüzük gösterdi. ‘Bunu yapabilir misin?’ diye sordu. ‘Tabi yaparım’ dedim. Bir saat içinde yüzüğü yapıp, ellerine verince, baktım ki herkes beni alkışlıyor. Önce neden alkışladıklarını anlayamadım. Tercüme yapan baldızıma dönüp, ‘hayırdır bunlar neyi alkışlıyorlar?’ diye sordum. Bana, ’yüzüğü çok iyi ve kısa zamanda yaptığın için seni alkışlıyorlar’ dedi. Hiç unutamıyorum, günlerden de Çarşambaydı. Patron, ‘Pazartesi gel işe başla’ dedi. Ben de, bugün başlasam olmaz mı? diye sordum. Çünkü bir an önce çalışmak istiyordum. Ve o gün İrlandalı beni işe aldı, böylece Avustralya’da iş hayatına atılmış oldum.
İlk aldığınız haftalık ne kadardı?
Haftalık net 349 dolarla, iki yıl çalıştım. Liverpool’da oturduğum için, 45 dolarını haftalık tren biletine veriyordum. Ücret çok düşük olduğu için iki yıl çalışabildim. Bu arada benim yeni yeni tanıştığım bazı kebapçı arkadaşlarımın haftalığı, 1200 ile 1500 dolardı. 350 dolar ile 1500 dolar arasında çok büyük fark olduğu için sürekli iş arayışı içerisindeydim.
KEBAP SEKTÖRÜNÜN HAFTALIK KAZANCI BENİ ÇOK İMTİHAN ETTİ
Ücret farkı, kuyumculuk ile kebapçılık arasında sizi hayli imtihan etmiş sanki?
Evet, öyle oldu. Bir taraftan kebapçıda çalışmak istiyorum ama duygularım karşı çıkıyordu. Mesleğimle ilgili iş yapmak istiyordum. Geceleri uyuyamıyorum. Kebap sektörü ile kuyumculuk arasında gidip geliyordum. Sonra kendi kendime dedim ki, ‘Hayır Ender sen kendi işini yapmalısın’ şeklinde sözlerle kendimi sürekli teselli ediyordum. Bir taraftan da; ‘Kebap sektörüne giren sonuna kadar burada kalır’ diye yaygın bir söylem vardı. Bu da beni frenliyordu. Çünkü yıllarca kebap sektöründe çalışanların da geldiği noktayı görüyordum.
Peki, kendi işinize ne zaman ve nasıl adım attınız?
Bir gün paraya ihtiyacım oldu; elde avuçta para da yoktu. Eşimin takılarını bozdurmaya götürdüm. Liverpool’dan Sydney merkezine kadar, bildiğim ne kadar kuyumcu varsa dolaştım. Elimdeki takılara dörtte bir oranda çok inanılmaz, düşük bir fiyat vermişlerdi. Çok zoruma gitse de ihtiyacımdan dolayı altınları bozdurdum.
Bu arayış ve düşük fiyat, sizi iş hayatına iten önemli bir olay oldu galiba?
Kesinlikle. İşte o an benim için ikinci bir dönüm noktası oldu adeta. Ve karar verdim, ben kesinlikle ne yapıp edip, kuyumculuk sektöründe bu işi yapacağım dedim. Burada bir başka bir konu ise, Türkiye’de kuyumculuk sektöründe genelde yaz sezonunda çok iyi iş yapılırdı. Burada ise yıl boyu yapılıyor. Bu da beni ayrıca heyecanlandırdı. Bir de Türkiye ile aynı fiyata satarsam, ayrı bir cazip tarafı olur dedim. Ve sirkülasyondan dolayı ben bu işten para kazanabileceğime kanaat getirdim.
Tabi bu arada sermayeniz de yoktu, değil mi?
Aynen. Sermaye bir tarafa, kıt kanat geçiniyorduk. Bu arada arayıştaydım. Kara kara düşünüyordum. Melborune’de altın tamiri yapan bir arkadaşım vardı. Gidip birkaç gün yanında kaldım. Onun işinin aynısını yapmaya karar verdim. Arkadaşımın tavsiyesi üzerine kendi garajımda bir masa kurdum. Reklam verecek imkânım yoktu. Türk usulü bir ilan hazırladım. İlan şöyle idi: ‘Ben Ender Kekilli. Siz Türk toplumuna hizmet etmekten gurur duyarım, İtina ile her türlü altının tamiri yapılır, Fiyatlarımız sizi şaşırtacaktır’ gibi… Tasarruf olsun diye bir A4 kağıdını ikiye bölerek, ilan hazırladım. Hatta eşim bu ilanın çoğaltmasını kendi iş yerinde yaptı. Çok sağ olsun Altınköprü’nün sahibi Enver amca da bana yardımcı oldu. Sattığı Türkçe gazetelerin arasına benim ilanlarımın eklenmesine müsade etti. İlandan dolayı bir hayli arayanlar olmuştu. 10 dolar için Liverpool’dan Auburn’a geliyordum. Benzin param bile çıkmıyordu. Ama amacım müşteri kazanmaktı. Fakat tamirat işlerini garajda yaptığımdan dolayı, insanlarda bir güvensizlik vardı.
O halde çok stresli ve bunalımlı günler geçirmişsinizdir?
Evet. Eşim beni teselli ediyordu. Elimizde krediyle almış olduğumuz bir evimiz vardı. Onun da ödemlerinde zorlanıyorduk. Bu arada kendi işimi kuracağım diye, diğer işi de bıraktığım için işsiz kalmıştım. Daha sonra sabah 05 ile 12.00 arası, salata ambalajlayan bir şirkette iş buldum. Kebapçılar için salata hazırlıyorduk. Saat 13.00’dan sonra da altın tamiri için gelen siparişleri karşılamaya çalışıyordum. Baktım ki hayat bana gülümsüyor, ben de hayata. Evin ödemelerini yapmaya başladım. Ama gelecekle ilgili ‘ne yapabilirim?’ soru işareti kafamı hala kurcalıyordu.
DOĞRULUK, MÜŞTERİYE GÜLER YÜZ VE SAMİMİYET BENİM EN BÜYÜK SERMAYEMDİR!
İşyeri açma süreci nasıl başladı?
Bir gün evde televizyonu boş gözlerle izlerken, kapımız çaldı. Hani bir söz var; ’kul sıkışmayınca hızar yetişmez imiş’ diye. Eşim kapıya baktı. Kim o? diye sordum. Emlakçı, ‘evimizi satıp satmayacağımızı’ soruyor dedi. Ben de ‘satmıyoruz’ diye cevap verdim. Emlakçı giderken arkasından koştum, ‘gel evimizi satıyoruz; ne veriyorsun’ dedim. Meğer evimiz aldığımızdan bu yana epeyce değerlenmiş. Tabi bir taraftan evin borcunu ödüyoruz. Bu sıkıntıların arasında bankadan 40 bin dolar bir kredi çektim. Ve bu parala Auburn’a geldim. Bir dostumuzun tavsiyesiyle, Rana’nın dükkânından ufak bir yer kiraladım. Ve vira Bismillah deyip dükkân hazırlığına başladım. Böylece, çarkımız dönmeye başladı. ‘Kekilli Kuyumculuk’ Allah’ın izniyle, ‘Türkiye ile aynı fiyat’ sloganıyla, 2006’da faaliyete başladı. Çok şükür, böyle zorlu ve sıkıntılı bir hayattan bugünkü durumumuza geldik.
Sizi bu noktaya getiren başarı grafiğinin temelinde neleri görüyorsunuz?
Doğruluk, müşteriye güler yüz, tebessüm ve samimiyetin en büyük sermayem olduğunu söyleyebilirim. Ticarette dürüst olmak çok önemlidir.. Terlemeden para kazanılmıyor. Gerçekten anlattıklarımı yaşamak lazım. Bu işin ağlaması, gülmesi, sıkıntısı, stresi gibi birçok zorlukları oldu. Mesela oksijen tüpünü bir dostumdan ricayla alıyordum. Sabaha kadar masada uyuduğumu biliyorum. Zor şartlar altında ve eski makinalarla atölyede çalıştım. Bazen bakıyorum da, nasıl o zorlukları başarmışım, bileziklere şekil vermişim.
Tırnaklarıyla sermaye sahibi olmuş işadamlarının genelde elleri sıkıdır. Bu durumu kendi açınızdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben duygusal bir insanım. Duygusal insanın eli de gönlü de açıktır. Çok büyük zorluklarla büyüdüğüm için, empati yapmaya çalışırım hep. Yokluğun da varlığın da tadını tattım, onun için kıymetini biliyorum. Aslında bu duyguları dile getirmek de zor bir. Esnaflık yaparken, empati yapmayı da becermelidir. Mümkün olduğu kadar kapıdan kimseyi boş çevirmemeye gayret ederim ve her türlü insana katkıda bulunmaya çalışırım. Çünkü biliyorum ki hayat kısa. Bugün varsın, yarın yoksun. Yaptığın iyilikler, bir gün mutlaka gelip karşına dikilir.
KAPKAÇ MANTIĞIYLA ESNAFLIK OLAMAZ
Küçükken kimleri örnek alıyordunuz?
Rahmetli hemşehrimiz Sakıp Sabancı’yı örnek alıyordum. O herkese ekmek kapısı açardı. Çok insanın duasını alırdı. Ben de aynı duygulara sahibim. İnsanlar aş ve iş imkânı bulsun istiyorum. Ama burada işçi maliyetleri çok fazla. Sektörün riskleri çok yüksek. Üç şubemiz vardı. Geçen gün bir şubemizi devrettik. Bir işi kurmak zor, kapatmak çok daha zor. Zira senden bir parça gidiyor. Müşteri birebir ilgi bekliyor haklı olarak. Kap kaç mantığıyla hiçbir zaman güçlü ve uzun vadeli esnaf olunmaz. Müşteri müşteriyi getirir. Yetişemediğimiz için devrettik. Hepsine yetişmemiz çok zor oluyor. Bir müşteri 10 getirebildiği gibi, 10 müşteriyi de kaybettirebilir.
İş yoğunluğu ve aile huzuru arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Hayat sadece iş ve parayla sınırlı olmamalı. Para kazanılırken, aile ve çocuklarımıza da zaman ayırmalıyız. İş stresinin içerisinde ailemizin de beklentilerine cevap vermeliyiz. Eşim aynı zamanda ticari hayatımda ortağımdır. Tüm işlerimize beraber karar veriyoruz. Yukarıda da dediğim gibi yokluğun da varlığın da tadını tattık. Avustralya’da aile problemlerinin çok sıkıntılı olduğu da ortada. İnsanlarımız, bir taraftan zengin olalım, iş ve aş sahibi olalım derken, ailelerini ihmal edebiliyorlar. Bu nedenle aile saadeti çok önemli. Para ikinci ve üçüncü planda geliyor. Çocuklarımın eğitimiyle ilgileniyorum. Başarı sadece para kazanmak değil. Ailede ve evde de başarmak lazım. Para kazanılması ailenizde huzur yoksa hiçbir anlam ifade etmez. Bu konuda başarılı olmuş kişileri örnek almaya çalışıyorum.
En nihai hedefiniz nedir?
Avustralya’nın her tarafına pazarlama yapacak bir satış düşünüyorum. Büyük şirketlerle de görüşme halindeyiz. Tek nokta, daha büyük hedef. Bu olursa bizim için çok önemli bir sonuç olacak.
Kekilli Jewellery Yönetim Kurulu Başkanı Ender Kekilli: “Ben duygusal bir insanım. Duygusal insanın eli de gönlü de açıktır. Çok büyük zorluklarla büyüdüğüm için, empati yapmaya çalışırım hep. Yokluğun da varlığın da tadını tattım, onun için kıymetini biliyorum. Esnaflık yaparken, empati yapmayı da becermelidir. Mümkün olduğu kadar kapıdan kimseyi boş çevirmemeye gayret ederim, insana katkıda bulunmaya çalışırım. Çünkü biliyorum ki bugün varsın, yarın yoksun. Yaptığın iyilikler, bir gün mutlaka gelip karşına dikilir ”dedi.
Sayın Kekilli, hemen herkesin, Avustralya’ya bir geliş hikâyesi var. Siz de evlilik yoluyla gelenlerdensiniz. Kısaca geliş hikâyenizi anlatır mısınız?
Eşim Asiye, Sydney’de polis memuru olarak görev yapıyordu. Ben de evlilik yoluyla buraya gelenlerdenim. Eşimle birbirimizi severek, evlenmeye karar verdik. Hatta eşimle evlilik öncesi kapkara bir rengi gösterdim, ‘bu bembeyaz’ değil mi? diye sordum. O da ‘öyle diyorsan doğrudur’ diye cevap verdi. Sonra kendisine benim bir gömlek bir pantolonumun olduğunu, zengin olmadığımı ısrarla söyledim. Kıymetli eşim, her şeye rağmen evlenebileceğimizi söyledi ve böylece bu kutsal aile müessesine karar verdik. Böylece evliliğe adım atmış olduk.
Avustralya’nın zorluklarından haberdar mıydınız? Dil bilmediğiniz için iş ve aş bulmada zorlanacağını düşündünüz mü?
6 yaşından beri çalışan biriydim. Kuyumculuk mesleğinin tüm ayrıntılarını öğrenerek, bugüne geldim. Buradaki hayat gerçeklerinden haberim yoktu. Eşim de buraların zorluklarını hiç anlatmadı. Ama neticede yabancı bir ülkeye gelecektim. Hayatın kolay olmayacağını biliyordum. Her şeyden önce kendime güveniyordum. Çünkü çalışmayı seven biriydim.
Sydney’de ilk olarak ne iş yaptınız?
Kayınbabamlarda yaklaşık beş ay kaldım. Eşimin ailesi bu beş aylık süre içinde bana çok büyük destekte bulundular. Fakat Türkiye’de altı yaşından beri çalıştığım için burada iki hafta işsiz kalmam bile bana hayli ağır geldi. Bir an önce iş bulup çalışmak istiyordum. Buraya geldikten iki hafta sonra, gazete ilanıyla iş buldum. Ama dil bilmiyordum, yer yurt da bilmiyordum. Bir taraftan da kendi evimi kurmak istiyordum.
Gazete ilanıyla bulduğunuz ilk iş hangisiydi nasıl buldunuz?
Gazete ilanıyla kuyumcu atölyesinde iş buldum. İşyeri sahibi, İrlandalı biriydi. Taylandlı menejerin yönetiminde çok sayıda Çinli’nin çalıştığı bir atölye idi. Yanıma eşimin kız kardeşini tercüman olarak alıp iş görüşmesini yapmaya gitmiştim. Dil bilmediğim için, iş yerini sahibi bana resimli bir yüzük gösterdi. ‘Bunu yapabilir misin?’ diye sordu. ‘Tabi yaparım’ dedim. Bir saat içinde yüzüğü yapıp, ellerine verince, baktım ki herkes beni alkışlıyor. Önce neden alkışladıklarını anlayamadım. Tercüme yapan baldızıma dönüp, ‘hayırdır bunlar neyi alkışlıyorlar?’ diye sordum. Bana, ’yüzüğü çok iyi ve kısa zamanda yaptığın için seni alkışlıyorlar’ dedi. Hiç unutamıyorum, günlerden de Çarşambaydı. Patron, ‘Pazartesi gel işe başla’ dedi. Ben de, bugün başlasam olmaz mı? diye sordum. Çünkü bir an önce çalışmak istiyordum. Ve o gün İrlandalı beni işe aldı, böylece Avustralya’da iş hayatına atılmış oldum.
İlk aldığınız haftalık ne kadardı?
Haftalık net 349 dolarla, iki yıl çalıştım. Liverpool’da oturduğum için, 45 dolarını haftalık tren biletine veriyordum. Ücret çok düşük olduğu için iki yıl çalışabildim. Bu arada benim yeni yeni tanıştığım bazı kebapçı arkadaşlarımın haftalığı, 1200 ile 1500 dolardı. 350 dolar ile 1500 dolar arasında çok büyük fark olduğu için sürekli iş arayışı içerisindeydim.
KEBAP SEKTÖRÜNÜN HAFTALIK KAZANCI BENİ ÇOK İMTİHAN ETTİ
Ücret farkı, kuyumculuk ile kebapçılık arasında sizi hayli imtihan etmiş sanki?
Evet, öyle oldu. Bir taraftan kebapçıda çalışmak istiyorum ama duygularım karşı çıkıyordu. Mesleğimle ilgili iş yapmak istiyordum. Geceleri uyuyamıyorum. Kebap sektörü ile kuyumculuk arasında gidip geliyordum. Sonra kendi kendime dedim ki, ‘Hayır Ender sen kendi işini yapmalısın’ şeklinde sözlerle kendimi sürekli teselli ediyordum. Bir taraftan da; ‘Kebap sektörüne giren sonuna kadar burada kalır’ diye yaygın bir söylem vardı. Bu da beni frenliyordu. Çünkü yıllarca kebap sektöründe çalışanların da geldiği noktayı görüyordum.
Peki, kendi işinize ne zaman ve nasıl adım attınız?
Bir gün paraya ihtiyacım oldu; elde avuçta para da yoktu. Eşimin takılarını bozdurmaya götürdüm. Liverpool’dan Sydney merkezine kadar, bildiğim ne kadar kuyumcu varsa dolaştım. Elimdeki takılara dörtte bir oranda çok inanılmaz, düşük bir fiyat vermişlerdi. Çok zoruma gitse de ihtiyacımdan dolayı altınları bozdurdum.
Bu arayış ve düşük fiyat, sizi iş hayatına iten önemli bir olay oldu galiba?
Kesinlikle. İşte o an benim için ikinci bir dönüm noktası oldu adeta. Ve karar verdim, ben kesinlikle ne yapıp edip, kuyumculuk sektöründe bu işi yapacağım dedim. Burada bir başka bir konu ise, Türkiye’de kuyumculuk sektöründe genelde yaz sezonunda çok iyi iş yapılırdı. Burada ise yıl boyu yapılıyor. Bu da beni ayrıca heyecanlandırdı. Bir de Türkiye ile aynı fiyata satarsam, ayrı bir cazip tarafı olur dedim. Ve sirkülasyondan dolayı ben bu işten para kazanabileceğime kanaat getirdim.
Tabi bu arada sermayeniz de yoktu, değil mi?
Aynen. Sermaye bir tarafa, kıt kanat geçiniyorduk. Bu arada arayıştaydım. Kara kara düşünüyordum. Melborune’de altın tamiri yapan bir arkadaşım vardı. Gidip birkaç gün yanında kaldım. Onun işinin aynısını yapmaya karar verdim. Arkadaşımın tavsiyesi üzerine kendi garajımda bir masa kurdum. Reklam verecek imkânım yoktu. Türk usulü bir ilan hazırladım. İlan şöyle idi: ‘Ben Ender Kekilli. Siz Türk toplumuna hizmet etmekten gurur duyarım, İtina ile her türlü altının tamiri yapılır, Fiyatlarımız sizi şaşırtacaktır’ gibi… Tasarruf olsun diye bir A4 kağıdını ikiye bölerek, ilan hazırladım. Hatta eşim bu ilanın çoğaltmasını kendi iş yerinde yaptı. Çok sağ olsun Altınköprü’nün sahibi Enver amca da bana yardımcı oldu. Sattığı Türkçe gazetelerin arasına benim ilanlarımın eklenmesine müsade etti. İlandan dolayı bir hayli arayanlar olmuştu. 10 dolar için Liverpool’dan Auburn’a geliyordum. Benzin param bile çıkmıyordu. Ama amacım müşteri kazanmaktı. Fakat tamirat işlerini garajda yaptığımdan dolayı, insanlarda bir güvensizlik vardı.
O halde çok stresli ve bunalımlı günler geçirmişsinizdir?
Evet. Eşim beni teselli ediyordu. Elimizde krediyle almış olduğumuz bir evimiz vardı. Onun da ödemlerinde zorlanıyorduk. Bu arada kendi işimi kuracağım diye, diğer işi de bıraktığım için işsiz kalmıştım. Daha sonra sabah 05 ile 12.00 arası, salata ambalajlayan bir şirkette iş buldum. Kebapçılar için salata hazırlıyorduk. Saat 13.00’dan sonra da altın tamiri için gelen siparişleri karşılamaya çalışıyordum. Baktım ki hayat bana gülümsüyor, ben de hayata. Evin ödemelerini yapmaya başladım. Ama gelecekle ilgili ‘ne yapabilirim?’ soru işareti kafamı hala kurcalıyordu.
DOĞRULUK, MÜŞTERİYE GÜLER YÜZ VE SAMİMİYET BENİM EN BÜYÜK SERMAYEMDİR!
İşyeri açma süreci nasıl başladı?
Bir gün evde televizyonu boş gözlerle izlerken, kapımız çaldı. Hani bir söz var; ’kul sıkışmayınca hızar yetişmez imiş’ diye. Eşim kapıya baktı. Kim o? diye sordum. Emlakçı, ‘evimizi satıp satmayacağımızı’ soruyor dedi. Ben de ‘satmıyoruz’ diye cevap verdim. Emlakçı giderken arkasından koştum, ‘gel evimizi satıyoruz; ne veriyorsun’ dedim. Meğer evimiz aldığımızdan bu yana epeyce değerlenmiş. Tabi bir taraftan evin borcunu ödüyoruz. Bu sıkıntıların arasında bankadan 40 bin dolar bir kredi çektim. Ve bu parala Auburn’a geldim. Bir dostumuzun tavsiyesiyle, Rana’nın dükkânından ufak bir yer kiraladım. Ve vira Bismillah deyip dükkân hazırlığına başladım. Böylece, çarkımız dönmeye başladı. ‘Kekilli Kuyumculuk’ Allah’ın izniyle, ‘Türkiye ile aynı fiyat’ sloganıyla, 2006’da faaliyete başladı. Çok şükür, böyle zorlu ve sıkıntılı bir hayattan bugünkü durumumuza geldik.
Sizi bu noktaya getiren başarı grafiğinin temelinde neleri görüyorsunuz?
Doğruluk, müşteriye güler yüz, tebessüm ve samimiyetin en büyük sermayem olduğunu söyleyebilirim. Ticarette dürüst olmak çok önemlidir.. Terlemeden para kazanılmıyor. Gerçekten anlattıklarımı yaşamak lazım. Bu işin ağlaması, gülmesi, sıkıntısı, stresi gibi birçok zorlukları oldu. Mesela oksijen tüpünü bir dostumdan ricayla alıyordum. Sabaha kadar masada uyuduğumu biliyorum. Zor şartlar altında ve eski makinalarla atölyede çalıştım. Bazen bakıyorum da, nasıl o zorlukları başarmışım, bileziklere şekil vermişim.
Tırnaklarıyla sermaye sahibi olmuş işadamlarının genelde elleri sıkıdır. Bu durumu kendi açınızdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben duygusal bir insanım. Duygusal insanın eli de gönlü de açıktır. Çok büyük zorluklarla büyüdüğüm için, empati yapmaya çalışırım hep. Yokluğun da varlığın da tadını tattım, onun için kıymetini biliyorum. Aslında bu duyguları dile getirmek de zor bir. Esnaflık yaparken, empati yapmayı da becermelidir. Mümkün olduğu kadar kapıdan kimseyi boş çevirmemeye gayret ederim ve her türlü insana katkıda bulunmaya çalışırım. Çünkü biliyorum ki hayat kısa. Bugün varsın, yarın yoksun. Yaptığın iyilikler, bir gün mutlaka gelip karşına dikilir.
KAPKAÇ MANTIĞIYLA ESNAFLIK OLAMAZ
Küçükken kimleri örnek alıyordunuz?
Rahmetli hemşehrimiz Sakıp Sabancı’yı örnek alıyordum. O herkese ekmek kapısı açardı. Çok insanın duasını alırdı. Ben de aynı duygulara sahibim. İnsanlar aş ve iş imkânı bulsun istiyorum. Ama burada işçi maliyetleri çok fazla. Sektörün riskleri çok yüksek. Üç şubemiz vardı. Geçen gün bir şubemizi devrettik. Bir işi kurmak zor, kapatmak çok daha zor. Zira senden bir parça gidiyor. Müşteri birebir ilgi bekliyor haklı olarak. Kap kaç mantığıyla hiçbir zaman güçlü ve uzun vadeli esnaf olunmaz. Müşteri müşteriyi getirir. Yetişemediğimiz için devrettik. Hepsine yetişmemiz çok zor oluyor. Bir müşteri 10 getirebildiği gibi, 10 müşteriyi de kaybettirebilir.
İş yoğunluğu ve aile huzuru arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Hayat sadece iş ve parayla sınırlı olmamalı. Para kazanılırken, aile ve çocuklarımıza da zaman ayırmalıyız. İş stresinin içerisinde ailemizin de beklentilerine cevap vermeliyiz. Eşim aynı zamanda ticari hayatımda ortağımdır. Tüm işlerimize beraber karar veriyoruz. Yukarıda da dediğim gibi yokluğun da varlığın da tadını tattık. Avustralya’da aile problemlerinin çok sıkıntılı olduğu da ortada. İnsanlarımız, bir taraftan zengin olalım, iş ve aş sahibi olalım derken, ailelerini ihmal edebiliyorlar. Bu nedenle aile saadeti çok önemli. Para ikinci ve üçüncü planda geliyor. Çocuklarımın eğitimiyle ilgileniyorum. Başarı sadece para kazanmak değil. Ailede ve evde de başarmak lazım. Para kazanılması ailenizde huzur yoksa hiçbir anlam ifade etmez. Bu konuda başarılı olmuş kişileri örnek almaya çalışıyorum.
En nihai hedefiniz nedir?
Avustralya’nın her tarafına pazarlama yapacak bir satış düşünüyorum. Büyük şirketlerle de görüşme halindeyiz. Tek nokta, daha büyük hedef. Bu olursa bizim için çok önemli bir sonuç olacak.