“Samsunlu Hoca, benim arslan Hocam”
Hocamızın vaâzında dinlediğimiz bu ifâdeler hepimizin ruhunda derîn iz bırakmış ve Samsunlu Hoca’ya karşı içimizde büyük bir sevgi uyarmıştır…
“Samsunlu Hoca, Mehmet Ali Şengül Hoca, benim arslan Hocam !”
O aslında Samsunlu değil, Burdurlu’dur.
Yetmişbeş yaşını aşmış bu bahtiyar insan Samsun’da yapmış olduğu hizmetler ve görülen bir rü’ya ile Hocamız’ın dilinden süzülerek, cemaâtin gönlünde bu şekilde meşhûr olmuştur…
Şüphesiz O’na karşı duyulan sevgi ve derîn saygı sâdece bundan ötürü değildir.
O, tevazu, mahfiyet, takva, Hizmet aşk ve şevki, tükenmez gayretiyle gerçekten en üst derecede saygı ve sevgiyi haketmektedir…
Küçük yaşta köylerinden geçen Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’ni görmüş, duâsına mazhar olmuş, gençliğinde ise İzmir’de Hocaefendi’yi bulmuştur…
Ne ezâ, ne cefâ, ne İzmir’de gördüğü işkenceler O’nu yolundan döndürememiştir…
Malûm “Cevherfürûşan olmayan cevherin kadrini bilmez” O’nu sizlere ne kadar anlatırsam anlatayım yeterince anlatmış sayılamam çünkü “maâlesef” cevherfürûşan değilim.
Aslına bakılırsa Büyüğümüz’ün “Benim Arslan Hocam” ifâdesi üzerine başka bir şey söylemeye de gerek yoktur…
Fakat yine de ulaşabildiğim yüzlerce Hizmet İnsanı’na “kendisini tam anlatamam korkusuyla” düşüncelerini sordum…
Kendisini sizler gibi yıllardır tanıyan ağabeylerim, arkadaşlarım ve dostlarımın, Mehmet Ali Hocamız’la alakalı mutâbık kaldıkları hüsn-ü şahadetlerini nazarlarınıza arzetmek istiyorum ;
O görüntüsüyle vakur, bakıldığında her haliyle Allâh’ı hatırlamanıza vesîle olan bir mü’mindir.
Hazreti Ebubekir misâl ve meşrebinde, sıddîk, sâdık samîmidir…
Kendileri yapı olarak ; Mutebessim, mülâyim, sabırlı, hoşgörülü, şefkatli, merhametli olmakla berâber nezâket ve zerâfet sâhibidir.
Muhlîs, âbid, vefâlı ve kendini asla öne çıkarmayan bir tevâzu âbidesidir…
İçine doğru derin, safvet ve samîmiyeti aşkın, adanmış bir Duâ İnsanı’dır.
Âlimdir, hâfızdır, bilhassa imân ve imânın kazandırılması ilminde mütehassıs, gayret ve himmet sâhibidir.
Hizmet dâiresinde hakka riâyeti, yapıcı olması, helâl-haram hassasiyeti sebebiyle arabulucudur.
Problemleri çözücü özelliği ile anlaşmazlıklarda bizzat giden, gönderilen, işi yoluna koyan hakemdir…
Sözü değerli ve itirazsız kabûle vâbestedir.
Bununla berâber her şeyi hayra yorar, hiç kimseyi kırmaz…
Daha evvel birlikte çalışanların tekrar berâber çalışmak istediği müşfik bir ağabeydir..
Alınan kararlarda tevil ve tefsire girmeyen bir gönül insanı, düz bir hizmet insanıdır.
Tecessüm etmiş, ete-kemiğe bürünmüş Hizmet’tir…
Hakk Dostu:dur…
Hiç bir şekilde aktüaliteye girmez, ilgilenmez, az ve öz ama sâdece hizmet konuşur…
Evet O Hizmetimiz’in temel rükünlerinden, Hocamız’ın üç-dört yâr-i güzîninden biridir…
Bu yazılanların kimsede bir tepki oluşturacağını, kıskançlığa sebebiyet vereceğini de düşünmüyorum.
Aksine arkadaşlarımız “çok az bile söyledik, söyledin !” diyeceklerdir…
Çünkü gittiği herhangi bir yerde, herhangi bir mecliste, çözülmesi gereken herhangi bir meselede en ufak bir “tepki” ile karşılaşmamış ve her şeyi suhûlet ile çözmüş, Rabbimiz’in inâyet ve keremi ile neticeye erdirmiştir…
Evet heryerde hüsn-ü kabul görmüştür.
Bütün gücü ve varlığı ile Hocaefendi’yi sevip, O’na dayanmasına rağmen, istisnâi bir şekilde kendi zâtı, şahsiyeti itibârıyla bizzat değer ifâde etmiştir…
Evet O, Hocaefendi’ye çok bağlı, çok sadık, çok saygılıdır.
Seksenli yıllarda aranıp, köşe bucak kaçarken, bir kır evinde bir araya gelmenin neşesiyle, yüzlerinde oluşan tebessümün Hocaefendi’de açtığı yarayı izale edebilmek için günlerce kapısına gider, saatlerce ağlar ve neticede dostunun gönlünü güldürür…
Büyüğümüz’ün ufacık bir nazına, nazarına günlerce ağlayıp, sızlayabilir, ömür boyu ondan aldığı dersi anlatabilir bir kahramandır…
Nitekim gömleğine damlayan bir yemek lekeciği üzerinden bütün cemaâte verilen dersi defaâtle kendisinden dinlemişsinizdir…
“Giysinize damlayan ufacık bir yemek lekesinden utanıyor, sıkılıyor, saklamaya çalışıyorsunuz, ya üzerinize geçen kul haklarından ötürü Allâh katında durumunuz nice olur ?”
Hatırladıkça anlatır, anlattıkça ağlar, ağlatır…
Ben kendisini ilk defâ, ilk üniversite yıllarımda İzmir’de Hancıoğlu Camii’nin altındaki yurtta dinlemiş, arkadaşlarımla sohbet boyunca ağlamıştım…
Sonraki herkes gibi defaâtle sohbetlerine katıldım, Yaylacık Camii’ye her gittiğimde O’nu hatırladım, Kadifekale Camii’nde vaaz ve hutbelerini dinledim, arkasında namaz kıldım…
Hepimiz munis ses ve tatlı edâ ile okudugu Kur’an hatmi, tilâveti, Cevşen’i ve eserleri ile büyüdük…
O hepimizin Ağabey’i…
En son Seattle’da arkadaşlarımızı ziyârete geldiğinde beraber olmuş, değerli eşi, Yenge Hanım’la kendilerini ağırlamıştık.
Yenge Hanım’ın büyük bir dikkatle kendisini takip ettiğini, ilaçlarını verdiğini, yıllara maglûb olmadan artan sevgi, saygı ve vefâsını görünce imrenmiştim…
Kendilerini havaalanına bıraktıktan sonra bir daha karşılaşabilmek ümidi ile muhabbetle ayrılmıştık.
Sonra mâlum illete düçar oldu, aylardır yatıyor…
Yenge Hanım’ın yattığı hastanenin penceresi önünde belli saatlerde bekleyip, duâ duâ Rabbimiz’e yalvardığını, Rabbimiz’den kıymetli Hocamız için gözyaşlarıyla sağlık, sıhhat, ve afiyet dileyip, inlediğini söylediler…
Gelin kıymetli Ablamız’ı, âilesini yanlız bırakmayalım…
Büyüğümüz bir gün Bozyaka’da “Bugün şu duâyı kim okudu, ümmet-i Muhammed için kim duâ etti, kim ağladı, kim sızladı ?” diye sorar, sorulan herşeye “Ben efendim” diyerek cevap veren bir kişi vardır, O Samsunlu Mehmet Ali Hoca’dır.
Hocaefendi’nin yüzü güler, kalkar anlından öper…
Ben de sizlerle öpülesi ellerinden öperim…
Bizlere her haliyle örnek olan çok kıymetli Ağabeyimiz için duâ edelim, ne olur duâya devâm edelim…
Rabbimiz sağlık, sıhhat, âfiyet ihsân eylesin !
@mansurturgut