Son 5-6 yıla geri dönüp baktığımda şöyle ağız tadıyla neşeli bir bayram yaşadığımı hatırlamıyorum. Bu konuda sanırım bir çoğunuz benimle aynı hisleri paylaşıyorsunuz.
Evet, özellikle 15 Temmuz sonrası binlerce masumun maruz kaldığı zulümler, tasfiyeler, KHK’lar, haramiler tarafından şahsi mülklere çökülmesi, insanlığa hizmet eden müesseselere el konulması, bağımsız medyanın susturulması, tutuklamalar, işkenceler, cinayetler, kaçırılmalar ve hicret yollarında kaybedilen minicik hayatlar…
Masumların ve mağdurların dertleriyle dertlenmek ve haberleri okudukça kahrolmak, şahsen beni bu son 5 yıl içinde en az 20 yıl ihtiyarlattı. Bedenimde daha önce hiç hissetmediğim rahatsızlıkları hisseder oldum…
Dua ve muavenetten başka bir şey yapamamanın çaresizliği içinde kıvranıp durduk. Dolayısıyla, geçirdiğimiz bu hüzün yılları içinde hiçbir bayramı doya doya yaşayamadık.
Şu günlerde idrak etmeye çalıştığımız mübarek Kurban Bayramı’nda da içimizde farklı bir hüzün, derin bir acı var… Çünkü, bayramdan bir hafta önce Mehmet Ali Şengül hocamızı kaybettik.
Aslında, Mehmet Ali abiyi anlatmak için köşe yazıları, hatta ciltlerle kitaplar yetmez, ama onunla yaşadığımız güzel anıların hatırına, kırık dökük ifadelerle de olsa, bir şeyler yazmak istedim.
Evet, o öyle bir insandı ki, özelikle Hizmet Hareketi içinde, dokunmadığı yürek ve etkilemediği vicdan yoktur.
Güzel gören, güzel düşünen, bulunduğu her ortama sevecenliği ve samimiyetiyle bir huzur getiren mübarek, müstesna ve mümtaz bir şahsiyetti.
Mehmet Ali hocamın hayata bakış açısı bana her zaman bir rivayeti hatırlatırdı. Bir gün İsa (as) havarileriyle seyahat ederken bir kelp cesedine rast gelirler. Hayvancağızın vücudunu kurtlar sarmış, tüyleri dökülmüş, kokuşmuş perişan bir haldedir. Havariler, çok kötü kokuyor, her tarafını kurt sarmış, çok iğrenç bir görüntü gibi yorumlar yaparken, İsa (as) “ne kadar güzel dişleri var, inci gibi” buyurur. İşte Mehmet Ali hocamın hayata bakışı da böyleydi. Onun gözü ve kalbi çirkinliklere kapalıydı, her şeyin güzel tarafını görür, müspet düşünür, müspet hareket ederdi.
80 darbesinin mağdurlarından biriydi, gözaltına alınmış, günlerce işkence görmüştü. Başına gelenleri anlatırken, “Ben insanlara Allah’tan başka bir şey anlatmadım kardeş, bana karşı bu kinlerinin sebebi neydi, bir türlü anlayamadım” diyordu. Hafızdı, ama işkence sırasında kafasına çuval geçirilmiş, başı duvarlara vurulmuştu. O esnada Kur’an’ın üçte birinin hafızasından uçtuğunu, anlatmıştı.
Bu kadar işkenceye rağmen belki de çoğumuzun anlamakta zorlanacağı, bir yüce gönüllülük sergilemişti ortaya. Kendine işkence yapan kişilerden biri aylar sonra Mehmet Ali hocamı buluyor ve helallik istiyor. Çok pişman olduğunu anlatıyor ve ne olur hocam, hakkınızı helal edin, diyor. Mehmet Ali hocamın verdiği cevap, onun adeta peygamber ahlakı ile ahlaklandığını gösteriyor. Yüzünde huzur verici bir tebessümle, “Ben sizi o zaman, daha cezaevindeyken affetmiştim bile” diyor.
Mehmet Ali hocamla ilk defa 1989 yılında Avustralya’ya geldiğinde tanışmıştım. Kendisiyle bir kamp yapmıştık. O kampta hayatımın en güzel namazını kılmıştım. Bir sabah namazında, arkasında yirmi kadar arkadaşla saf tutmuştuk. Bizi adeta içinde bulunduğumuz şu maddi âlemden çıkarmış, manevi bir âlemin gül kokulu yamaçlarında dolaştırıyordu. Daha önce bir namazda o kadar ağlandığına şahit olmamıştım. Her taraftan hıçkırık sesleri yükseliyor, halıya şıpır şıpır gözyaşları dökülüyordu. Kendisi de bu kampı ziyaret ettiği bir çok yerde anlatmış. Hocam öyle bir insandı ki, ziyaret ettiği bir çok bölgede gönül insanları rüyalarında Allah Resulü’nün, Mehmet Ali hocayı sorduğunu anlatıyorlardı. Hocam, canından çok sevdiği Allah Resulüne kavuşmuştur inşallah.
Cenab-ı Allah, bizim gibi bir mücrim kuluna da Mehmet Ali hocayla Türkiye’de de bir arada olmayı nasip etmişti. 90’lı yılların başında İzmir’in Kadifekale semtindeki çift minareli camide imamlık yaparken sürekli ziyaretine giderdik. Bize çay yapar, içine karanfil atıp elleriyle ikram ederdi. “Şu İslam dini ne kadar güzel değil mi kardeş” derdi. Bir gün bu camide namaz kıldırırken, hacı amcanın biri arkada gürültü yapan çocukları camiden kovuyor. Mehmet Ali hocam, hacı abiye lütfen sen çık diyor. Darılan hacı amca hemen camiyi terk ediyor ve ertesi gün vakit namazlarına gelmiyor. Mehmet Ali hocam, bir kutu çikolata alıp, hacı amcanın kapısına dayanıyor. Hacı amca kapıyı hocamın yüzüne kapatmak istiyor ama hocam eşiğe ayağını koyuyor ve “Allah için beni bir dakika dinle” diyor ve devam ediyor, “Çok kıymetli hacım, hakkını helal et ama yarın bizler bu fani alemden göçüp gittiğimizde, bu camilere kim sahip çıkacak? Bu çocuklar bizim geleceğimiz, onlara camileri sevdirmemiz gerekmez mi? Diyor ve gönlünü alıyor.
Rabbim bir çoğunuza olduğu gibi, bana da Mehmet Ali hocamızı bir kaç defa evimizde ağırlamayı nasip etti. 2016’da ki bir ziyaretinde kayınbiraderim, “Bizi ahirette hatırlar mısın hocam?” deyince, “Siz beni hatırlarsanız, ben de sizi hatırlarım kardeş” demişti.
Mehmet Ali hocam binlerce insanın gönlüne girmiş, rehberlik yapmış, yol göstermiş, Allah Resulünün ve Ashabının sevgisini kalplere adeta bir dantel gibi örmüş, işlemişti…
Biz seni hiçbir zaman unutmayacağız hocam, her zaman burnumuzda tüteceksin, sen de bizi o çetin günde hatırla… Rabbim şefaatine nail eylesin.