HAFTANIN YORUMU
‘Yâ nâru kûnî berden ve selâmâ!’
Malum bu dua, Nemrut ve kavmi Hz. İbrahim’i ateşe atarken nazil olur. Türkçe anlamı; “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol’
Bu başlığı, geçtiğimiz yıl, ülkemiz Avustralya yangınları için atmıştım.
Kuzey yarım kürede olması nedeniyle Ocak ayının, (yani Türkiye’nin Ağustos’u) sıcaklarının zirve yaptığı yaz mevsiminde daha büyük bir yangın felaketi yaşanmıştı.
Kıta Ülkesinin insanları, büyük bir üzüntü yaşamıştı.
Ülkeyi baştanbaşa saran bu yangınla, tarihinin en büyük felaketlerinden biriyle karşı karşıya kalınmıştı.
Genişleyen alevler, bir türlü dizginlenemiyordu.
Aylar sürdü.
4 büyük eyaleti dehşetle saran; yayılan, alazlanan bir canavara dönüşmüştü adeta.
Coğrafyanın temiz havasını soluyan, ciğeri durumundaki ormanlar kül olmuş, tıpkı Antalya, Mersin, Tunceli, Adana, Bodrum, Osmaniye ve Marmaris gibi, karalara bürünmüştü her taraf.
Akdeniz sahillerine benzer, Sydney boğazını bir gerdanlık gibi, çevreleyen farklı tonlardaki güzelim yeşillikler, adeta kömür şantiyelerine bürünmüştü.
Kömür, okyanusun suyuyla karışarak, binlerce balığın telef olmasına ve hüzün veriçi bir drama neden olmuştu.
Komşu Yeni Zelanda’nın seması turuncuya evirilmiş, karlı dağlar, karalar bağlamış, akpak dağlardan eser kalmamıştı.
Kapkara dumanların, Brezilya’ya kadar ulaştığını söylüyordu, haber kanlları.
İsle yayılan kokular ve yanan çam ormanlarının gökyüzüne yükselen kül kütleleri, Sydney’i esir almıştı.
DİLSİZ DÜŞMAN
Eski Sovyet coğrafyasında “Dilsiz düşman” diye adlandırılan, ateşle gelen felaketti bu.
Dilsiz düşman, gemi azıya alıp; nebatatı, hayvanatı, canlı ve cansızı adeta esir almıştı.
İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler azgın ateşin kollarında erimekteydi.
Alevlerden kaçışan kangurular…
Nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya koalaların, ağaçlarda öylece ateş topuna dönüşen iç yakan hareketsiz görüntüleri hâlâ gözlerimin önünde.
Bu sevimli hayvanları alevlerin içinden çeken itfaiyecilerin kucağında sıkın sıkıya kenetlenen koalalar, hüzün veren tablolar, adeta canımı yakmıştı.
Sonraki raporlar, bu sevimli hayvanların 8 bin 500’nün can verdiği ifade edilmişti.
Uçuşan papağan kafileleri ve tespit edilemeyen çeşitli sürüngenler ve canlılar için tam bir can pazarıydı bu.
Dünya yangınlarla birlikte, Kangru’yu kucaklayan polisler ve Koala’ya biberonla su veren itfaiye görevlilerinin şefkatine şahit olmuştu.
‘İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın’ sözü, ‘Canlıyı yaşat ki, insanlık ders alsın’ şekline evrilmişti.
Tüm bu canlılar, neredeyse, 40 katlı bir binadan daha yüksek olduğu söylenen alevlerden kurtulmaya çalışıyorlardı.
Şu bir gerçek, depremler, sel felaketleri ve yangınlar, biyolojik yaşamı tehdit eder hale geldi.
Dünyanın kaygıyla izlediği bu tabii felaketler devam ediyor, dur durak bilmiyor.
Şimdi, benzer felaket, doğup büyüdüğümüz ülkemiz Türkiye’nin dört bir yanını sarmış.
Büyük bir hüzünle olup bitenleri izliyorum.
DUA YARADANA DİLEKÇEDİR!
Rivayetlere uygun düşen yerlerden bir Urfa şehri.
Derler ki, Urfa Kalesi’ndeki mancınıklardan, bugünkü Balıklı Göl’ün bulunduğu meydanda alazlanan alevin içine atılır Hz.İbrahim (a.s).
Kale ve mancınıklar hala ayakta, Balıklı Gölü gidenler görmüştür.
Enbiyâ Suresi 69. Ayeti;
‘Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme)
Dileğimiz, duamız:
İbrahim’e, ateşi serin ve emniyetli kılan merhamet Sahibinin bu belayı, Türkiye’den defetmesi…
Alazlanan, azgınlaşan felaketlere, gerçek manada dur diyecek de, alevleri harlayan rüzgârlara da tesir eden O.
Evet, dua bir dilekçedir.
Şüphe yok ki, Mevla sebepleri yerine getirmemizi emreder, sonra duaya başvurmamızı ister.
22 YIL ÖNCEKİ BÜYÜK FELAKET: MARMARA DEPREMİ
Tam 2 hafta sonra 17 Ağustos Marmara depreminin yıl dönümü.
Derinden sarsılmıştık.
Aradan 22 yıl geçti ama ders alınabildi mi?
Nerede?
Çünkü o depremde tabii bir felaket kadar vahim olan, o günkü yöneticilerin betondan, kaliteden verdikleri ödün, rüşvetlerle işleyen mekanizma ve diğer ihmaller zinciriydi.
Yöneticilerin duyarsızlığı ve beceriksizliğini kim reddedebilir?
Şimdi duyarsızlık, ülkenin tepesine kadar zirve yapmış.
Aymazlıklar ahlak haline geldi, her yerde ve her olayda yaşanıyor ne acı ki.
Mesela, Kıbrıs’a show yaparak, 8 uçakla giderek, “itibarda tassaruf olmaz” diyen muktedirlerin, yangına gönderecek uçağı yokmuş meğer.
Sarayınız için uçak filoları oluşturacaksınız, sonra da ülkenin yeşili alev alev yanarken, insanları yüreğine ateş düşerken, suçu başkasına paslayacaksınız.
Felaket bölgesine giderken bile, siyasi rant peşine düşüp, kapının önündeki köpeğe ekmek fırlatır gibi “Keyif çayı!” atacaksınız.
Bu yetmiyor, utanmadan arlanmadan hazır kıta bekleyen kalemşorlar ise; “Türkiye’yi kıskanan ülkelerle” kıyas yarışına giriyor.
“Yahu koca Avustralya kıtası 240 gün yandı. Ama bir Avustralyalı da çıkıp ‘Avustralya’ya yardım et’ diye sosyal medyada duyar kasmadı.” diyeceksiniz.
Sizin ahlakınız Avustralya’daki siyasetçilerin topuğuna ulaşabilir mi ki, buralarla kendinizi kıyaslıyorsunuz.
Neden mi bu feveranım?
Avustralya Başbakanının ne yerde sarayları var ne de uçan sarayları ve filoları.
Yangına hazırlıklı, onun için dünyadan yardım talep etmedi.
Avustralya’da yangın çıkan bölgelerde çok değil, birkaç ay sonra o alanlar yeniden yeşeriyor.
Yeni ağaçlar ve fidanlar filizleniyor, oteller değil. Ranta dönüşmüyor.
Beşli çete veya yandaşlara peşkeş çekilmiyor.
Kömüre dönen ağaçlar yeniden yeşerdi ve filizlendi.
Çatlamış kayaların, arasından fidanlar bile boy verdi.
Yangınla kavrulmasına rağmen, kupkuru gövdelerden fışkıran narin pıtırcıkları çıktı…
Avustralyalı fotoğrafçı Murray Lowe, yangınların en etkili olduğu NSW Eyaletinde, küllerin arasından filizlenen, tomurcuklanan ağaç ve bitkilerin tekrar çıktığını görsellerle aktarmıştı dünyaya.
Siz ve trol ordunuzun bunları görme imkânı yok elbet. Ben hatırlatayım.
Mesela, Avustralya yangınlarla boğuşurken, trolleriniz sosyal medya hesaplarından, oh oh çekiyorlardı.
“Develeri öldürürseniz, başınıza bunlar gelir” diye.
Hiç duydunuz mu, bir Avustralyalı’nın da; “Peki siz ne günah işlediniz, hangi masumun canına ve kanına kast ettiniz de, bunlar başınıza geldi” dediğini?
Duymadınız, duyamazsınız.
Demezler.
Çünkü, aradaki ahlaki ve insanı değerler farkı, memleketim Diyarbakır Sur‘larının boyunda ve uzunluğunda…
Mesala Başbakan Scott Morrison, koruma ordusuyla mağdurları ziyarete gitmedi.
Olup bitenleri havadan değil, karadan ve vatandaşa dokunarak, empati yaptı.
Keyif çayı atmadı…
Çarpıcı olayla bitireyim yazımı.
Başbakan, yangında hasar gören kasabaya ziyaretini, tepkiler üzerine yarıda kesmişti.
Neden mi?
Morrison Cobargo kasabasında yaşayan ve evini kaybeden genç bir bayanın elini sıkmak istedi, ancak bayan elini uzatmamıştı.
Ülke Başbakanı’n yüzüne tepkisini göstermişti.
Genç bayan; “Kasabamızı savunmak için nasıl olur da sadece 4 itfaiye aracı verilir? ”demişti.
Başbakan mahçup bir edayla, tabloyu usulce, hoşgörüyle ve anlayışya karşıladı.
Maazallah bunun bir an Türkiye’de yapıldığını düşünsenize!
Onun için tavsiyem, Saraylılarınızın kibrini, günah ve yanlışlarını “Sizleri kıskanan” medeni ülkelerin, ahlaki değerleriyle kıyaslayıp, iki yüzlülüğünüzü sıvamaya kalkışmayın.
Dünyaya maskara oluyorsunuz, ülke ve insanlarının değerleriyle daha fazla oynamayın!
Son söz: Tüm masumlar ve mağdurlar için tekraren İbrahim Nebi’ye yapılan dilek ve duaya tüm kalbimizle;
“Yâ nâru kûnî berden ve selâmâ” (Ey Ateş, serin ve selâmetli ol!) diyoruz.
Mevlam, her türlü zulüm ateşinden ve her türlü ateşten masumları selamete kavuştursun. e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au